Tam adına yakışır bir “ifsat komitesi”, meydanda ve medyada kol geziyor. Şu sıralar, milletin dirliğini kastetmek için “cemaatleri bitirme” ihalesi kazanmışa benziyor.
Cumhuriyetin resmi ideolojisinde cemaatler, hatta dinin kendisi bile “tehlike” görüldü. Vicdan özgürlüğünü despotça tepeleyen uygulamalar, meşruluğunu hep bu “tehlikede” aradı.
Dün kutsala açıktan saldıramayanlar, “irtica”nın soyutluğuna sığınarak operasyon yaparlardı. Bugün bazı kötü örnekler, “cemaatleri bitirme” tahrikine dönüşüyor.
Cemaatler hakkında içeriği hezeyanlarla dolu raporlar, sahabetinde Diyanetin de adı karıştırılarak medyatik servise sokuluyor.
Bütün cemaatleri itibarsızlaştırarak etkisiz kılma arayışı var. Hatta tek parti devrinin yargısız infazına özlem bile çözüm gibi görülüyor.
Cemaatlere yönelik genelleyici bu linç çabasının toplum sosyolojisinde hiçbir zaman karşılığı olmadı. Aksine cemaatler, topluma, hiç bir otoritenin veremeyeceği boyutlarda etkin, maddi-manevi olumlu katkılar yaptı ve halen de yapıyor.
İrtica ile mücadeleyi, marazi reflekse dönüştüren devlet aklı, hantallaşmış taassubuyla 1999 Ağustos deprem enkazına bir haftada ulaşamazken, cemaat özelliği galip sivil yapılar birkaç saat içinde orada idi. Ölüye de diriye de cemaat şuurunun kazandırdığı şefkatle yardıma koştular.
15 Temmuz badiresine göğsünü siper edenlerin başında yine bu yapılar vardı. Bu gerçekleri görmeyen, nankörlüğü önce kendisine yapar.
Toplumun her dönem manevi sığınağı olmuş yapıları, kötü örnekler bahanesiyle tahrip etmek, durumdan vazife çıkarmaya çalışanların tuzağına düşmektir. Yapılması gereken bu yapıları ret ve inkar değil, tamir ve tasaffi ile asıl gayelerine döndürmektir.
Cemaat yapılarında olumsuz algı ve duyguya kaynaklık eden yanlışlıklar elbette var.
Meslek ve meşguliyet olarak sadece tebliğe odaklanması gereken dini hizmet yapılarının, yüzünü siyaset ve ticarete çevirmesi bir amaç sapmasıdır. Bu yapıların vazifesi, akıl ve kalp aydınlığına sahip, mesleğinde liyakatli insanları, “Medine-i fazılaya” kazandırmaktır.
Manevi hayatın ıslahına talip yapıların siyasette güç ve etkinlik arayışı, ahlak ve ihlas arızasıdır. Manevi hayatın imarına talip yapılar, böyle zaafları taşıyamaz. Kimisi darbeyle masum yapılara kan bulaştırıyor, kimisi siyasi güce yamanarak menfaat ve makam devşirmeye soyunuyor. Cemaat kurumu, izzetli, müstağni mensuplar ister. “Menfaat üzerine boğuşmak” cemaatin değil, siyasetin işidir.
Konuyla ilgili olarak Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursi’ye, talebeleri, şöyle bir soru sorar: “…Sana yardım edecek çok ehemmiyetli kuvvetlere (siyasi ve ekonomik güç sahiplerine) bakmıyorsun, istiğna gösteriyorsun? Risale-i Nur'un intişarına, fütuhatına çok hizmet edece(k) büyük makamları kabul etmiyorsun, şiddetle çekiniyorsun?"
Bediüzzaman bu soruya şu cevabı veriyor:
“Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikate muhtaçtırlar ki, kâinatta hiçbirşeye âlet ve tâbi ve basamak olamaz; ve hiçbir garaz ve maksat onu kirletemez; ve hiçbir şüphe ve felsefe onu mağlûp edemez bir tarzda iman hakikatlerini ders versin. Umum ehl-i imanın bin seneden beri teraküm etmiş dalâletlerin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin. İşte bu nokta içindir ki, dahilî ve haricî yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onları arayıp tâbi olmuyor—tâ avâm-ı ehl-i imanın nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın; ve doğrudan doğruya hayat-ı bâkiyeden başka hiçbir şeye âlet olmadığından, fevkalâde kuvveti ve hakikatı, hücum eden şüpheleri ve tereddütleri izale eylesin.” (Emirdağ Lahikası, I, 106.)
Bu ifadelerdeki ikaz, cemaat mensubiyeti ve dine hizmet iddiası olan herkesin kulağına küpe ve hizmete ölçü olmalıdır. Zira, “cemaatleri bitirmek” için durumdan vazife çıkarmaya teşne “ifsat komiteleri” boş durmuyor. Sizi, sizin adamlarınızın eliyle boğdurmaya çalışıyor.