Yeni bir kıyametin arefesindeyiz... Ankara ve Genelkurmay cephesinden gökgürültüsünü bastıran şiddette felâket haberleri geliyor. Çöken, tefessüh eden bir cephenin unsurları vatan sathına savruluyor. Harim-i ismeti pãyimãl edilen, sırları hallaç pamuğu gibi savrulan askerî cenahın derin bir acziyet içinde yapabildiği tek şey, haber yasağına sığınmak. Haber yasağı, bozgunu tescilleyen kabulleniş!..
Taraf Gazetesi’nin neşrettiği, Albay Dursun Çiçek’in imzasını taşıyan darbe plânı, nasıl bir memelekette yaşadığımızı, bütün vahametiyle bir daha ortaya koydu. Darbe yapabilmek için malzeme devşirmeye çalışan askeriye...(Kusura bakılmasın, bir kısım askerler demeyeceğim. Zirã, mãzisi ve hali bu kadar darbe ve tertiplerle kirletilmiş bir ordunun mãsumiyetine inanmıyorum.) Cümleyi baştan almam lazım, devşirme doğru kelime değil... Devşirme, var olanı toplamaktır, mevcuttan hareket etmektir. Yapılan, devşirme değil, düpedüz istihsãldir, üretmektir... Ve bu ilk cürüm değildir... Asker, darbe yapabilmek için malzeme üretimini bizzat yapmaktadır. Son belge bu hakikati sağır sultana işittirecek seste, kör gözlere de gösterecek parlaklıktadır.
Çok mu şaşırtıcı? Ne münasebet!.. Vaka-i adiyeden sayılır... Darbe yapmayı alışkanlık haline getirmiş olmanın ötesinde, göğsünü gere gere vazife addeden ve iç hizmet tüzüğünün bilmem hangi maddesine dayandırarak da meşruiyet kazandırmakta ısrar eden bir ordu için, aksi şaşırtıcı olurdu. Her darbeyi sineye çeken bir millet ve her asker kaynaklı nutku sükunetle geçiştirmeye çalışan sivil siyasetçilerin varlığı devam ettiği müddetçe daha çok darbe ve plânlar görür ve yaşarız. Kaçıncı hatırlatmam, bilmiyorum... Daha yakın bir geçmişte Gül, Evren denen kahhar darbeciyi köşkte ağırlamamış mıydı? Cidden ordunun suçu yok... Boyun bükmeye amade bir millet ve ırzını teslime teşne siyãsilerin mebzuliyeti ordunun iğfal sebebidir. Suçlu onrlar değil; biziz, biz...
Bahsin detaylarına girmeden hayatî addettiğim bir noktaya dikkatinizi teksif etmek istiyorum. “İrticayla Mücadele Eylem Planı” adlı süfli evrakın 4. maddesinin arkasında Menemen Vakası’na, hattã otuzbir Mart’a kadar uzanan kirli bir geçmiş var. Mürteci, diye yaftalanmak istenen dindar ve muhafazakâr insanları suçlu gösterip sindirmek ve telef etmek için tertiplenen bu kirli yakın geçmiş 4. maddede bir daha boy atmış:
“Hazır kıta isimler sahaya çıkarılsın: İskender Evranosoğlu, Ömer Öngüt gibi hazırda beklettiğimiz elemanlara medyatik eylemler ve söylemler yaptırılacak ve bu kişiler FG'ciler başta olmak üzere diğer irticai gruplarla özdeşleştirilerek, kamuoyunun tüm bu gruplar arasında benzerlik kurması sağlanacak.”
Darbe plânlayıcıların ne kadar hain ve alçakça bir tertibin içinde olduklarını ilân eden bu satırlar, cemaatler için de bir hakikatı görmenin zaruretini ifãde ediyor. Kol kırılır yen içinde kalır, mantığı ile din adına ortaya çıkan veya çıkarılan kişi ve cemaatlerin dinle tezad teşkil eden bütün şenaatlerini sükunetle karşılayan cemaatler vebal altındadır. Artık yutkunmanın zamanı değil... Müslim Gündüz ve Ali Kalkancı’ya vaktinde yüksek sesle itiraz etmeyen cemaatler bedelini 28 Şubat felâketiyle ödediler. Yeni bedeller için sırada bekletilen isimlerden ikisine yer veren bu belge dehşet vericidir. Dehşet vericiliği bir hakikate istinad etmesidir.
Belgede ismi geçen Evranosoğlu ve Öngüt’ün faaliyetlerindeki inhirafı görüp sessiz kalan cemaatler, daha çok bedel ödemeye mahkûm ve müstehaktırlar. Mehdilik davasından başlayıp Atatürkçülük’te karar kılan ve hezeyanları ayyuka çıkan bir başkasının bütün mahsulâtına gazete ve televizyonlarında reklâm adı altında yer veren cemaatlerin yakınmaya hakları yok. İzzet-i diniye ve sıratı müstakimi muhafaza meselesinde tavır takınmayıp, suçu örten “kol kırılır yen içinde” hakikatinin hususî kaydını teşmil ile nehy-i münkere peçe yapan cemaatler bilsinler ki, korkaklık ve mürailikten vazgeçmedikleri müddetçe başları felâketlerden kurtulmayacak, hayãl ve ümid ettikleri saãdet zeminine asla ulaşamayacaklardır.
Süfyanî bir sisteme karşı yalnız başına bir kuvve-i kudsiye ile harekete geçen Üstad’ım Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri’nin çizgisinde sebat edemeyip dökülen, inhiraflarla kılıktan kılığa giren Nur cãimiası da bu dehşetli belgeden bir ders çıkarmaya mecburdur. “Zaman cemaat zemanıdır!” deyip ömrünü cemaat yetiştirmekle harcamış, ihlâs, uhuvvet ve tesãnüd kelimelerini vird edinmiş Bediüzzaman Hazretleri’nin ardından yaşanan dahilî kavgalar felâketin büyüğüdür. Bir arada kalamayan, birlikte çalışamayan, birbirilerine istinadla et ve kemik gibi kaynaşamayan, ufak tefek dünyevî menfaat ve riyaset mücadelelerini uhrevî azîm menfaatlere tercih edenleri bekleyen akibetin parlak olduğunu, kimse iddia edemez.
Bediüzzaman’dan uhuvvet ve tesãnüd dersinin aksini tedris etmiş gibi davranmanın mazereti olamaz. Ümmetin ihtilafında rahmet arayan hadisin şümûluna dãhil değiliz. Hadisin müjdelediği ihtilaf, müsbet ihtilâftır: İhtisas ve işbölümü kastı taşır. Mezheb ve ilim dalları ihtilafı gibi... Sahabelerin arasında vukubulan kavgalar da hüccet değildir... İçtihadî olanlar zaten bahs-i diğerdir... Siyasî ve dünyevî olanlar ise ölçü olamaz... Sahabeler veya tabiinler arasında yaşanmış olması müsbet olmasını gerektirmediği gibi, sebeb-i mesuliyet olmamayı da iktiza etmez... Hem onlar bize göre tecrübesizdiler, dahilî ihtilafların azim neticelerini görmemekte bize kıyasla mazur sayılabilirler. Biz mazur değiliz, zirâ dãhilî ihtilaf ve kavgaların binbeşyüzyıllık İslâm tãrihinde nelere mal olduğunu, ne tarz felâket ve acılara sebeb olduğunu biliyoruz. Bu bilgi bütün mazeretlerimizi küle çevirecek kadar kuvvetlidir. Düşmanın bilek gücüyle tãrih sahnesinden sildiği tek İslâm devleti yoktur... Osmanlı’yı yıkan düşmanının acı kuvveti değil, dessas entrikaları karşısındaki şuursuzluğumuzdur. Dahilî ihtilâf ve kavgalar bünyemizi zehr-i katil gibi kemirmiş, hayat damarlarımızı mahvetmiştir.
Bütün cemaatlere bu vesileyle bir daha seslenmek istiyorum... Evet, kol kırılır yen içinde, bir hakikattir. Ama şümulu umumî olmadığı gibi, yeri de burası değil... Sizlerin ve bütün müslümanların aleyhine günü geldiğinde kullanılmak üzere bekletilen ve sizin de iyi bildiğiniz kişi veya cemaatleri zararsız hale getirmek için harekete geçiniz. Önce beynelcemaat bir ãkıller heyeti kurarak durum tesbiti yapınız... Sonra bu heyetin doğru çalışması için zemin hazırlayınız. Heyetin nush ile hizaya sokamadıklarını, ifşa ile ilãn ederek zararlarını imha ediniz. Aksi takdirde tek bir meczub veya bir hainin istimaliyle daima tehdid altında yaşayacak, felâketten felâkete sürükleneceksiniz.
Evranosoğlu ve benzerlerinin varlığı bugün değilse bile, yarın behemahal boynunuza bir cürüm gibi asılacak, bedelini mutlaka ödeyeceksiniz. O gün gelmeden, sizinle merbutiyeti vehmedilen bütün bağları koparınız. Bütün köprüleri uçurduğunuzu ilân ediniz... Ve İslâmiyet hakikatleri ile alâkası olmayan düşünce ve tavırların bağrında serpilen bu kabil misâllerle muarazayı göze alınız ki, zararlarından da emin olasınız. Aksi takdirde Kalkancı ve Gündüz benzerlerinin sizden olmadığını ifãde için daha çok dil döker, daha çok bedel ödersiniz.