Tarihçi, yazar ve gazeteci Cemal Kutay ölüm yıldönümünde anılıyor.
Birçok basın kuruluşunda çalışan ve çok sayıda eser bırakan Kutay, Tahir ve Süreyya Kutay'ın yedi çocuğundan beşincisi olarak 1910'da Konya'da dünyaya geldi, 5 Şubat 2006'da 96 yaşında İstanbul'da vefat etti.
Kutay'ın Bediüzzaman Said Nursi hakkında bir çok yanıltıcı ve belgesiz iddiaları var. Geçmişte Bediüzzaman hakkında bir kitap bile yazan Kutay'ın iddialarının zaman içinde belgesiz ve temelsiz olduğu anlaşıldı. Buna rağmen Said Nursi aleyhinde olan kimileri ısrarla bu temelsiz iddiaları sahipleniyor.
Merhum Mesut Zeybek’in de içinde olduğu İttihad İlmî Araştırma Heyeti, Cemal Kutay’ın tüm iddialarının nasıl çürük olduğunu ispatlamıştı. İşte o yazı:
Bazı meseleler var ki, eğer cevaplanmaz veya izah edilmezse zihinlerde sorular veya tereddütler devam edip gider. Hele bu mesele memleketimizin en güzide din alimi olan Bediüzzaman Said Nursi ve onun eşşiz eseri Risale-i Nurlarla alâkalı ise, daha da ehemmiyet kazanmış demektir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri hakkında Sabah Gazetesi'nde Cemal Kutay’la yapılan bir mülakatta, hem karalayıcı, hem istihza edici yayın yapılmıştır. Bugüne kadar birçok meselelere cevablar hazırlayan veya izah eden yayınevimiz, bu konuya da açıklık getirmeyi bir vazife bilmiştir
Bilindiği gibi Cemal Kutay bilhassa 1970’li yıllarda Nurculuk ve Said Nursi Hazretleri hakkında neşriyatlar yapmıştı. Bunu takip eden bazı Nur Talebeleri bu yayın üzerine kendisiyle irtibat kurmuşlar ve kendisinden istifade ederiz zannıyla samimiyetlerini ilerletmişlerdi. Evvela, Kutay’ın verdiği bilgileri mahkeme müdafaalarında kullanmışlar daha sonraları da Nur Talebelerine yakınlaştırmışlar ve hatıra diye anlattıklarını bazı temel kaynak kitaplarına almışlar, efkar-ı ammeye referans olarak vermişlerdir.
Örnek olarak: “Bilinmiyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi”, “Said Nursi ve Nurculuk Hakkında Aydınlar Konuşuyor,” gibi kitaplar Yeni Asya Yayınları tarafından neşredilmiştir ve müteaddid baskılar yapmışlardır.
Daha sonraları bu münasebetler daha da ilerlemiş ve kendisine kitap yazdırmışlar ve bu kitabın adını da “Günümüzde Bir Asr-ı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursi” koymuşlardı. Bu kitap ta Yeni Asya Yayınlarında yayınlanmıştır.
TARİHÎ HİÇ BİR KISTASA SAHİP DEĞİLDİ
Türkiye’nin tanınmış bir tarihçisine Üstad Bediüzzaman Hazretleri hakkında kitab yazdırmak ilk bakışta müsbet gibi görünse de, neticeler itibariyle maalesef menfilikleri fazla olmuştur. Çünkü tarihçi diye takdim edilen Cemal Kutay’ın tarihî hiç bir kıstasa sahib olmadığı bugün herkes tarafından bilinmektedir.
Tarihî hadiseleri, hiçbir belgeye dayanmaksızın göstermek, bu şahsın temel özelliğidir. Belge istendiği takdirde kendisini gösterir ve “Kaynak benim” der. Eserleri akademik çevrelerde hiçbir zaman itibar görmemiş, ciddiye alınmamıştır.
Buna rağmen Üstad Bediüzzaman Hazretleri hakkında, tarihî bilgilerine güvenilmiş, anlattığı hatıralar itibar görmüş, eser yazdırılmıştır.
CEMAL KUTAY'A BU NEŞRİYATI YAPTIRANLARIN ÖZÜR DİLEMELERİ GEREKİRDİ
Bu zatın anlattığı tarihî hadiseler maalesef diğer kitablara kaynak teşkil etmiş ve efkar-ı amme Üstad Bediüzzaman Hazretleri hakkında bazı konularda yanlış bilgilendirilmiştir. Bu ise maddi-manevi mesuliyeti mucibdir. Gerçi her ne kadar “Bilinmiyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi” isimli ilk kaynak kitabdan daha sonraları bu zatın değil anlattığı hadiseler, ismi bile çıkartılmış olsa bile, bu hususta tam açıklama yapılmamıştır. Örnek olarak, Necmeddin Şahiner’in kaleme aldığı “Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi” kitabını verebiliriz. İlk baskılarında Cemal Kutay’dan 15 adet kaynak kullanmalarına rağmen son baskılarında bütün bu kaynakları çıkarmışlardır.
Fakat binlerce adet basılan ilk nüshalar her tarafa yayılmış ve zihinlerde Üstad hakkındaki detaylı bilgiler o kitabda anlatılanlarla sınırlı kalmıştır. Cemal Kutay‘a zamanında bu neşriyatı yaptıranların açık yüreklilikle kamuoyundan özür dilemeleri gerekirdi. O takdirde kimse bu hezeyanları kitaplarına kaynak olarak kullanmazdı.
BİLGİLERİN YANLIŞLIĞINI VE SAHTELİĞİNİ İLK OLARAK ABDÜLKADİR BADILLI AĞABEY TESBİT ETTİ
Cemal Kutay’ın temelsiz hatıralarının yanlışlığını ve sahteliğini ilk olarak Muhterem Abdülkadir Badıllı Ağabey tesbit etmiş ve yayınlamıştır. Zaten dikkatle ve tarafsız bir gözle kendi yayınladığı kitablara bakılsa, tezatları herkes görebilir. Said Nursi Hazretlerine isnad ettiği sözlerin, Risale-i Nur’u az da olsa okumuş olan kimselerin, bu sözlerin Üstada ait olamayacağını bilir. Şeriatın en küçük bir meselesini feda etmemek için hayatını hiçe sayan Üstad Hazretleri hakkında, Şeriata ters düşen beyanlarda bulunduğunu söylemek hiç kimseyi inandırmaz. Fakat hakikat-ı hali bilmeyen kimseler üzerinde menfi tesirleri olabilir. Bu bakımdan bizim Risale-i Nur üzerine oynanmak istenen oyunlara karşı müteyakkız olmamız ve tedbir almamız gerekmektedir.
SABAH GAZETESİNDEKİ ROPÖRTAJDA YANLIŞLARI VE CEVAPLAR
İlk olarak 13 Kasım 1999 tarihli Sabah Gazetesinde çıkan "Cemal Kutay ve Said-i Nursi" isimli ropörtajda, Nebil Özgentürk’ün sorularına Cemal Kutay’ın verdiği cevaplarda ortaya koyduğu çelişkiler ve iddialar özetle şöyle:
Soru:
–N. Özgentürk: Said-i Nursi ile bir karşılaşmanız veya görüşmeniz oldu mu?
–Cemal Kutay: "Hakka Doğru" mecmuama devamlı olarak yazı yazdı. Kendisiyle görüşmedim. (Sabah Gazetesi 13. 11. 1999 sh: 16, Nebil Özgentürk, Cemal Kutay ve Said-i Nursi)
Cevap:
KUTAY’IN TEZATLARI İLK SORUYLA BAŞLIYOR
“Kendisiyle (Bediüzzaman Hazretleriyle) görüşmedim” diyen Kutay, Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatıyla alakalı araştırmalar yapan Necmeddin Şahiner’e muhtelif zamanlarda verdiği beyanatlarda şöyle diyor:
1– “1946’da Emirdağ’da Bediüzzaman’ı ziyaret eden Kutay’a Bediüzzaman Almanya’ya uğrayışından ve iki ay Adlon Oteli’nde kalışından bahseder. Otelin halen durup durmadığını sorunca Cemal Kutay’da “bilemiyorum efendim” diye cevap verir.” (Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, Yeni Asya Yayınları, sh: 180)
2- ”26 Şubat 1974 Salı günü evinde ziyaret ettiğim Cemal Kutay Bey bahsi geçen günlerle ilgili, bir hatırasını nakletti. 1950 yılında önce Eşref Sencer Kuşcubaşı ile Emirdağ’da Bediüzzaman Said Nursi’yi ziyarete gittikleri zaman Bediüzzaman Eşref Bey’le Teşkilât-ı Mahsusadaki eski günleri ve hatıraları yadetmişler sohbet esnasında Said Nursî şu hatırasını anlatmış…” (Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, Yeni Asya Yayınları, ilk baskı sh: 145)
3- Araştırmacı N. Şahiner’in hazırladığı “Aydınlar Konuşuyor” isimli kitaba verdiği bir başka yazıda da: ”Kendisini ziyaret etmem 1953 senesi Nisan sonu veya Mayıs başı. Çünkü bana İstanbul’un fethinin 500. yıldönümünde bulunmak arzusundan bahsetti…
Şahiner — Emirdağ’ına ne zaman, niçin ve kiminle gittiniz?
Kutay —1953 senesi Nisan sonu veya Mayıs başında Said Nursi’yi ziyarat için gittim. Eşref Sencer Kuşcubaşı ile beraberdik. Bizi götüren otobüsün biletini hala saklarım. Otel gibi bir yerde yattık.” (Said Nursi ve Nurculuk Hakkında Aydınlar Konuşuyor sh: 315, 341 Yeni Asya Yayınları)
Ne diyelim “otobüs bileti… otel… vs..” herhalde bu da yalanın kuyruğu olsa gerek.
4- ”Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşcubaşı Beyefendiyi alarak beraberce Bediüzzaman’ın 1953’de yaşadığı Emirdağ’a gitmeye karar verdik.” (Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursi Kur’an Ahlâkına Dayalı Yaşama Düzeni, Cemal Kutay, sh: 282, Yeni Asya Yayınları)
Halisane niyetlerle Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin hayatını araştıran ve kendisine bir tarihçi olarak müracaat eden N. Şahiner’e nasıl yanıltıcı bilgi verdiği görülmektedir. Ziyaret tarihlerinde de çelişkiler var. Bu ifadelerinde Eşref Sencer Kuşcubaşı ile birlikte Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret ettiklerini söylerken Sabah Gazetesi’ndeki beyanında “kendisiyle görüşmediğini” söyleyebilmiştir.
GÜYA BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİ ZİYARET ETMİŞ
Güya Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret etmiş. Bizim tesbit ettiğimiz dört ziyaret hatırasında bir ziyaret gibi görünüyor. Fakat 1946, 1950, 1953 acaba hangisi doğru? Gerçekte hiç biri doğru değil. Çünkü böyle bir ziyaret yapılmamıştır. Hakikatta yapılmayan bu yalan ziyaretle alakalı bir hayli hatıralar da anlatıyor. Tabiatıyla bu anlattığı hatıraların da aslı faslı olmadığını söylemeye gerek bile yoktur. Fakat hakikat-ı hali bilmeyenler bu sahte ve yalan hatıraları maalesef doğru diye kabul etmişler ve Bediüzzaman Hazretleri hakkında o bilgilerle kanaat sahibi olmuşlardır. Hatta bu bilgileri eserlere kaynak yapmışlardır. İlerde bu konulara temas edeceğiz.
Bu derece ard niyetli, cahil bir zâtı “yakın tarih uzmanı” veya dinden haberi var ve Türkçe ibadet (!) bilirkişisi olarak ön plana çıkaranlar herhalde bundan sonra daha dikkatli davranacaklardır.
1980’DE KUTAY’DAN M HARFİYLE BAŞLAYAN MEDİHLER
Soru:
–N.Özgentürk: Gönderdiği yazıları beğeniyor muydunuz?
–C.Kutay: …Said Nursi o zaman ki müslüman alimleri gibi okumuş yazmış bir adam da değildi. Katiyyen din üzerine bilgisi yoktu. Ama çok zeki. Bir de doğulu olmanın verdiği gerçekçilik bir realizm var onun kafasında. Bediüzzaman, zaten bizim klasik müslümanlardan değil şamanın ta kendisi. (a.g.g.)
Cevap:
Böyle beyanat veren Cemal Kutay 1980 yılında yazdığı kitapta neler yazmış, bir kısmını hep birlikte okuyalım:
“Bediüzzaman, dini-manevî hizmet ve mertebelerin hangisine sahibtir?… O’nu, dinî-manevî hayatın bir tek vasfı içinde ifade mümkün müdür?… Bediüzzaman’ın ana südü kadar helâl yerini tesbite çalışalım…..
MÜCTEHİD’dir: Kur’an âyetlerini ve Peygamberimizin hadislerini, asli muhtevaları içinde hükümlendirmiştir.
MÜCAHİD’dir: Meşruiyyetine, hayrına, doğruluğuna inandığı davasında zerrece taviz vermeden uğraşmış, cehd etmiştir.
MÜCEDDİD’dir: Kasden veya muhtelif sebeblerle asliyetinden inhiraf ettirilmiş İslâmî tefekkürü, evvela aslî kıymeti içinde ele almış, sonra da onu, değişen zamanın görüş zaviyesi içinde değerlenmişti, aslî kıymetlerine sadık kalarak yenilemiş, asliyetine irca etmiştir.
Asliyetine irca, şüphesiz ki yenilemenin en güç tarafıdır. Bediüzzaman İslâm ahlâk ve irfanında bu güç işi muvaffakiyetle yaptı…” (Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursi Kur’an Ahlâkına Dayalı Yaşama Düzeni, Cemal Kutay, sh: 122, Yeni Asya Yayınları)
Kutay o zaman Bediüzzaman Hazretlerini, yetmiş M harfiyle başlayan medihlerle anlatmaktadır.
Bu adamın mahiyetine bakalım ki, daha önceleri hakkında kitablara yazılar vermiş ve adını Asr-ı Saadet Müslümanı koyduğu kitabı yazmış ve “70 Mim”le sena ettiği zatı “din üzerine bilgisi” yoktu diyecek kadar istihza etmeye kalkışmıştır. Bu adamın tarafsız tarih, ilim dünyası ve din literatüründe mahiyeti nedir acaba?
ZULÜMLERİ DUYMAYAN YOK
Soru:
–N.Özgentürk: … 31 Mart’ta beraat eden bir din adamını sürgün etmek, psikolojik işkenceye maruz bırakmak bir haksızlık mı size göre?
–C.Kutay: Bu biraz abartı Said-i Nursi gerek Isparta’da gerek Babadağ’da hiç taciz edilmemiş. Misafir kabul edilmiş. (a.g.g.)
Cevap:
Bediüzzaman Hazretlerine yapılan zulümleri sağır sultan bile duymuşken tarih bilgini (!) bu zat acaba nerede yaşıyordu. Bu hususta yazılan yüzer misalden sarf-ı nazar sadece Bediüzzaman Hazretlerinin 1960 yılı başlarından yani vefatından bir kaç ay evvel verdiği son dersinde kendi kaleminden bu zulümleri ve tazyikatları ve başladığı zamanı okuyalım:
“Bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikatı için; bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim…
…bir parti bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde, hatta otuz senede hapisler de tazyikler de olduğu halde…” (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 241)
Babadağ dediği Denizli İlimizin bir kazasıdır. Bediüzzaman Hazretlerinin oraya gittiğine dair hiç bir tarihî kayıt yoktur. Anlatılmak istenen eğer Afyon’un Emirdağ İlçesi ise, Bediüzzaman Hazretleri orada sürgün hayatı yaşamıştır. Kendi sergüzeşti hayatına ait kaleme aldığı Yirmibeşinci Lem’anın Onbeşinci Ricasında der ki:
“Bir zaman Emirdağı’nda ikamete memur ve tek başıma, menzilde adeta bir haps-i münferit ve bana çok ağır gelen tarassutlar ve tahakkümlerle bana işkence vermelerinden, hayattan usandım, hapisten çıktığıma teessüf ettim. Ruh u canımla Denizli hapsini arzuladım ve kabre girmeyi istedim. ve “Hapis ve kabir bu tarz-ı hayata müreccahtır” diye, ya hapse veya kabre girmeye karar verirken, inâyet-i İlâhiye imdada yetişti…” (Lem’alar sh: 258)
“Emirdağ’daki hayatı şöyle hülâsa olunabilir:
Daimî tarassut altındadır. Mahkemeden beraat kazanması ve eserlerinin iade edilmesine rağmen, serbest bırakılmış değildir. Eskisinden daha ziyade kontrol ve mütemadiyen pencere ve kapısından nezarete mâruzdur. Mektuplarında da beyan ettiği gibi, Denizli hapsinin bir aylık sıkıntısını bazan bir günde Emirdağ’da çekiyordu…
Üstadın Emirdağ’da zehirlenmesi
Bir siyasî memurun iğfali ve “İmhası için yukarıdan emir aldık” demesine aldanan bir bekçibaşı, Üstadın penceresine geceleyin merdivenle çıkarak yemeğine zehir atmış; ertesi gün Üstad zehirlenerek kıvranmaya başlamıştır. Zehirin tesiri çok azîm olduğu halde, kendisi: “Cevşenü’l-Kebir gibi evrad-ı kudsiyelerin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat hastalık, ıztırap çok şiddetlidir” derdi. Bir hafta kadar aç, susuz denecek bir halde perişan bir vaziyette inlemiş, sonra biiznillâh şifa bulup, tekrar tashihat gibi Risale-i Nur vazifeleriyle iştigale başlamıştı.” (Tarihçe-i Hayat sh: 459)
Daha çok şey var yazılan fakat şu ifadeler, herhalde Üstad’ın Emirdağ’ında misafir mi? esaret mi? yaşadığını anlatması bakımından yeterlidir sanırız. Merak edenleri Tarihçe-i Hayat, Altıncı Kısım Emirdağ Hayatına ait bölüme havale ederiz.
KUTAY’IN SEVİYESİ MÜSAİT DEĞİL
Soru:
–N.Özgentürk: Peki, size göre nasıl bir insandı Said-i Nursi?
–C.Kutay:…Ancak bir Siirt medresesinde imam olabilecek kadar din bilgisine sahib bir insan. Zavallı biçare bir insan. Barla’da yedi senelik hayatının büyük bir bölümü yaz gecelerinde iki ağacın arasında geçmiş. Onun bütün Nur Risaleleri pek aydın olmayan bir şamanın, gökyüzüne bakarken duyduğu saygıdan ve hürmetten başka bir şey değil. Ne bilimsel ne dinsel hiç bir değeri yok. (a.g.g.)
Cevap:
Elbette böyle tenakuzlu konuşan bir adamın seviyesi Bediüzzaman Hazretlerinin ilmini ve seviyesini anlamaya müsait değildir. Kemalatı tanımayan bir adamın olgunluktan bahsetmesi mümkün değildir. Bediüzzaman Hazretlerinin kendi şahsî kulluğu hakkında beyan ettiği acziyeti, fakriyeti bu adamları şaşırtmış. Elbette kulluğun esasını bilmeyen ve nefsine nihayet derece firavniyet verenlerin anlaması beklenemez. Halbuki her mü’min Allah’a karşı nihayet tezellüldedir. Ama Allah düşmanlarına karşı, başı dik ve nihayet celalettedir.
Barla’da bulunduğu (1926-1934) yıllarda durumu ile alakalı olarak kaleme aldığı bir risalesinde hem beşerî şahsiyeti, hem hizmet ve dava adamı şahsiyeti hakkında şöyle der:
“Ehl-i dünya, sebepsiz, benim gibi âciz, garip bir adamdan tevehhüm edip, binler adam kuvvetinde tahayyül ederek beni çok kayıtlar altına almışlar. Barla’nın bir mahallesi olan Bedre’de ve Barla’nın bir dağında bir iki gece kalmaklığıma müsaade etmemişler. İşittim ki, diyorlar: “Said elli bin nefer kuvvetindedir; onun için serbest bırakmıyoruz.”
Ben de derim ki: Ey bedbaht ehl-i dünya! Bütün kuvvetinizle dünyaya çalıştığınız halde, neden dünyanın işini dahi bilmiyorsunuz, divane gibi hükmediyorsunuz? Eğer korkunuz şahsımdan ise, elli bin nefer değil, belki bir nefer elli defa benden ziyade işler görebilir. Yani, odamın kapısında durup bana “Çıkmayacaksın” diyebilir.
Eğer korkunuz mesleğimden ve Kur’ân’a ait dellâllığımdan ve kuvve-i mâneviye-i imaniyeden ise, elli bin nefer değil, yanlışsınız, meslek itibarıyla elli milyon kuvvetindeyim, haberiniz olsun! Çünkü, Kur’ân-ı Hakîmin kuvvetiyle, sizin dinsizleriniz dahil olduğu halde bütün Avrupa’ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envâr-ı imaniye ile, onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kalelerini zirüzeber etmişim. Onların en büyük dinsiz filozoflarını hayvandan aşağı düşürmüşüm. Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Allah’ın tevfikiyle, beni o mesleğimin bir meselesinden geri çeviremezler, inşaallah mağlûp edemezler.” (Mektubat sh: 72)
Cenab-ı Hak kudretinden, hikmetinden Siirt’ten, Bitlis’ten vs.. birisini çıkardı bütün dünya dinsizlerine, Avrupa Kafirlerine ve Asya Münafıklarına meydan okudu. Risale-i Nur’un karşısına, ne “dinsel”(!) ne “bilimsel”(!) çıkamadılar. Elhamdülillahi haza min fazlı rabbi.
Tarihçe-i Hayat kitabında Barla hayatının bir kesiti anlatılırken Cemal Kutay’ın hiçbir zaman anlamadığı ve anlamayacağı Üstad’ın ubudiyeti, tefekkürü, zikri anlatılır. “Pek aydın olmayan şaman” ne demekse o tabirler Hazret-i Üstad’ın pâk olan damen-i muallasına erişmekten uzaktır. Bediüzzaman Hazretleri gibi bir zat-ı mualla da, o tabirlerden ve tavsiflerden beri’dir.
İşte Said Nursi Hazretlerinin o devrelerini anlatan bahisler:
“Üstadın Barla’daki ikametgâhı, iki odadan ibaret bir evdir. Esasen müstakil bir evi ve yeryüzünde taht-ı tasarruf ve temellükünde bir karış yeri dahi yoktur. Barla’da sekiz sene müddetle ikamet ettiği ev, üç yüz elli milyon ehl-i İslâmın iman nurlarının merkezi hükmünde ilk dershane-i Nuriyesidir. Bu dershane-i Nuriyenin altında, daimî akan bir çeşme vardır. Ve önünde, dershane-i Nuriyenin bitişik çok kalın ve üç sütun halinde semaya yükselen gayet muhteşem bir çınar ağacı vardır. Çınar ağacının dalları arasında bir kulübecik yapılmıştır. Burası, Hazret-i Üstadın bahar ve yaz mevsimlerindeki istirahati ve vazife-i tefekküriye ve ubudiyeti için en münasip bir menzildir. Üstadın sıddık hizmetkârları, talebeleri ve Barla ahalisi diyorlar ki:
“Üstadı, geceleri, dershane-i Nuriyenin önündeki bir şecere-i mübareke olan çınar ağacının dalları arasında bulunan kulübecikte, sabahlara kadar tesbihatla, ezkârla terennüm eder görürdük. Hele bahar ve yaz mevsimlerinde bu muhteşem ağacın binlerce dalları arasında şevk ve cezbe içinde uçuşan kuşlar arasında Üstadın böyle sabahlara kadar çalışmasını görürdük de, ne zaman uyur, ne zaman kalkar, bilemezdik.”
Üstad çok hasta olur, çok vakitleri de hastalık ve sıkıntıyla geçerdi. Pek az yer, o da bir parça çorba gibi mahdut birşeydi. Geceleri, Kur’ân-ı Kerimden vird edindiği sûreleri ve Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâmın münacât-ı meşhûresi olan Cevşenü’l-Kebir namındaki münacâtını ve Şâh‑ı Geylânî ve Şâh-ı Nakşibend gibi eâzım-ı evliyanın münacat ve hizblerini ve salâvat-ı Nuriyeleri ve bilhassa Risale-i Nur’un menbaı olan Hizbü’n-Nuriye’yi ve âyat-ı Kur’âniyenin lemeatı olan ve bir silsile-i tefekkür bulunan ve Yirmi Dokuzuncu Lem’ada cem edilen hizb ve münacatları okur, bunları tamam edince de yine Risale-i Nur’la meşgul olurdu. Gündüzleri ise, daima Risale-i Nur’un mütalâası ve tashihiyle meşgul olur; Risale-i Nur hizmetini herşeye tercih eder, Risale-i Nur’a ait, yetişecek acele bir iş zamanında diğer meşguliyetlerini bırakır, evvelâ o işi tamamlardı.
Said Nursî, bahar mevsiminde menzilinin önündeki muhteşem çınar ağacının dalları arasındaki kulübeciğe çıkar, vazifesini orada ifa eder; Risale-i Nur’un hakikatlerini, menba ve mâden-i hakikîsi olan mele-i âlâda tefeyyüz ve temaşa ve tefekkür ederdi. Üstadın, gerek sırrına mazhar olan bu çınar ağacı ve gerekse Çam Dağlarındaki o çok ünsiyet ettiği ağaçların ve dağların başındaki tefekkür ve hissiyatını ifade edebilmek acaba mümkün müdür? Asla mümkün değildir. Cenab-ı Hak, kemâl-i rahmetiyle bu ferd-i ferîdi, kemalât-ı insaniyenin bütün envaını câmi bir istidatta yaratmış ve bu istidatların da azamî şekilde inkişafını irade etmiş ki, bu müstesna zatı, İslâmiyet ağacının son asırlara uzanan ve binler dal budak salan Risale-i Nur şahs-ı mânevîsi itibarıyla bütün hakaikte “üstad-ı küll” hükmüne getirmiş ve topyekûn İslâmiyet hakikatlerinin bir aks-i nurunu ve tecellîsini Risale-i Nur şahs-ı mânevîsinde derc ederek, ehl-i hakikat ve kemali hayretle baktırmış ve böylece, risalet-i Ahmediye ve hakikat-i Muhammediyenin câmi bir aynası olan Risale-i Nur ile Said Nursî, bir Said olarak çürümüş, erimiş, fakat mânen bütün âlem-i İslâm olarak tevellüd etmiş, beka bulmuştur. Ve tâ kıyamete kadar Risale-i Nur bâki kalacak ve daima tekemmül edecektir.” (Tarihçe-i Hayat sh: 166)
BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİ KİMSE İSTİSMAR EDEMEZ
Soru:
N. Özgentürk: –Peki boşuna bir korku mu oluşturulmuştur, sizce bu ne anlama geliyor?
C.Kutay: –Said-i Nursi, şimdiki bu mükemmel din canbazları ve simsarları tarafından sömürülmüştür… Said-i Nursi 1913’te Batı Trakya hareketi olunca etrafındaki adamlarını toplamış, gelmiş Teşkilat-ı Mahsusa’nın emrine girmiş ve Batı Trakya Hükümeti’nin kuruluşunda emek vermiş… Şimdi ben bunları meydana çıkartıncaya kadar “Nurcu” diye geçinen bu din canbazlarının hiç bir tanesi Said-i Nursi’nin hiç bu yanını ele almadı. Onu hep kullandılar. (a.g.g.)
Cevap:
Buna cevabı ise, en evvel “mükemmel din canbazları” diye tanımladığı ona kitab yazdıran, yazılarını hiçbir tarih süzgecinden geçirmeden yayınlayanların vermesi gerekir. Fakat biz, bu kudsi hakikatın ortaya çıkmasına kendimizi vazifeli addediğimiz için, buna da cevab yazacağız. Herhalde kendisinin bütün hayatı sömürmekle geçtiği için herkesi de öyle zannediyor. Biz Bediüzzaman Hazretlerini kimsenin istismar edemeyeceğine inanıyoruz. Eğer sömürenleri biliyorsa tarihçi(!) olarak açıklaması gerekir. Aksi halde müfteridir. Öyle ortaya delilsiz, isbatsız konuş, beyanat ver, kimse sana bunun hesabını sormasın yok öyle şey.
Cemal Kutay’ın ısrarla Bediüzzaman Hazretlerini Trakya hareketleri içinde gösterme ısrarını araştırmak ihtiyacını hissettik. Halbuki o da biliyordu; Said Nursi Hazretlerinin Balkan hadiseleri içinde olmadığını. Fakat ısrarı niçin idi? Şöyle bir kanaatimiz oldu ki: Osmanlıdan sonra Memleketimizin kaderine hükmeden zihniyetin Balkan kökenli olmaları, Bediüzzaman Hazretlerini de onlarla beraber gösterme gayretkeşliği ve bir meşruiyyet kazandırma ihtiyacından gelmektedir. Çünkü Muhterem Abdülkadir Badıllı Ağabeyin de de tesbit ettiği gibi hep bu ihtiyacı görmekteyiz. Badıllı Ağabeyin bölümü içinde cevabları bulunduğu için oraya havale ederiz.
Teşkilat-ı Mahsusa içinde göstermesi de, yine Bedüzzaman Hazretleri gibi emin, itikadlı ve efkar-ı ammenin itimat ettiği bir şahsiyeti bir takım “derin” münasebetlere bulaştırma ve kendilerine meşruiyyet kazanma gayretkeşliği olsa gerektir.
İDDİALAR SAHİBİNİ GÜLÜNÇ DURUMA DÜŞÜRÜYOR
Soru:
Bir başka soruya verdiği cevabta ise:
C.Kutay: –Said Nursi o kadar basit bir adamdı ki, nihayet bütün kültür seviyesi bir köy imamınınki kadardı. (a.g.g.)
Cevap:
Bu iddia o kadar seviyesiz bir iddia ki, sahibini gülünç duruma düşürür. Bediüzzaman Hazretlerinin seviyesini tesbit de bir seviye meselesi olduğu için böyle hertürlü tarzın içinde bulunmayı marifet bilen adamlar Bediüzzaman Hazretlerini anlatamazlar.
Heyhat! Böyle adamların Said Nursi Hazretlerinin tanıtılmasına hizmet edeceğine inanlara.
“NATURALİST FELSEFECİ” İDDİASI
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin, kendi mecmuasına gönderdiğini iddia ettiği yazılar için ise şöyle hezeyan savurmaktadır:
–Cemal Kutay: Zaten gönderdiği yazılar ilmihalden alınmış, o kadar basit yazılardı. Fikir yok. Özellikle felsefenin zerresi yoktu. Tipik bir yarı kalmış bir zahit. Yani din adamı olmaya ahdetmiş, ama imkan bulamamış yarı bir din adamının çok umumi bilgileri vardı… Ama asıl dikkatimi çeken bu yazılardaki naturalist felsefeydi. (a.g.g.)
Cevap:
İmanî bilgilerle, ilmihal bilgilerini ayırd edemeyecek kadar dinden ve dinin ruhundan uzak bir insanın Bediüzzaman Hazretleri’nin yazıları hakkında ne değerlendirme yapabilir. Kendi ruhsuz ve toplama bilgileri ise ilim değildir. Olsa olsa “Kitap yüklü hımar” tanımına girebilir ki, o bile bir seviyedir. Bu kadar aleyhinde propağandalara karşı hakperest ehl-i ilme kendini kabul ettiren Risale-i Nur Külliyatı en büyük delildir. Geçmişte Cemal Kutay ismiyle verdiği yazıları veya kendi adıyla yayınlanan “Günümüzde Asr-ı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursi” kitabı okunsun. Ne kadar ileri derecede medihler yaptığı görülecektir. Akla şu geliyor bu adam böylesine inanmadığı medihleri yapması tâ başından beri bir plan neticesi miydi? Nur Talebelerini böyle avlıyarak bir yerlerle bağlamak mı istiyordu acaba? Bunlar elbette hakikatler ortaya çıktıkça tartışılacak ve konuşulacaktır.
KUTAY KAİNATI TEFEKKÜRÜ BİLMEZ
Üstad Hazretlerinin kainat kitabını tefekkür etmesini yine aynı ruhsuzlukla anlayamadığı veya anlamak istemedi için haşa Üstad’ı “natüralist felsefe” ile tanımlaması da bir art niyet ürünüdür. Bilindiği gibi felsefe dilinde natüralizm; “kainatta hadiselerin ve varlıkların meydana gelişinde, tabiat kuvvetleri dışında hiçbir sebeb bulunmadığını, gücünü doğadan aldığını, yaratıcıyı kabul etmeyen maddeci görüştür.” Bir başka ifadeyle “Natüralizm: Gerçeğin yalnızca tabiat ile açıklanması.” dır.
Bediüzzaman Hazretleri hakkında bu görüşü, Sabah Gazetesine verdiği beyanattan ibaret olsa neyse. Fakat maalesef 1977 yılında basılan Aydınlar Konuşuyor kitabına verdiği uzun yazıda da Üstadın “inanılmaz bir natüralist” olduğunu söylüyor. Bu yazı aynıyla maalesef aynıyla yayınlanıyor da, o kadar müdakkik, muhakkik bilinen ve itimat edilen şahıslar bunu fark etmiyor veya edemiyor.
Risale-i Nur Külliyatındaki Tabiat Risalesi‘nin mukaddimesinde Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri der ki:
“Ey insan! Bil ki, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var; ehl-i iman bilmeyerek istimal ediyorlar. Mühimlerinden üç tanesini beyan edeceğiz.
Birincisi: Evcedethu’l-esbab, yani, “Esbab bu şeyi icad ediyor.”
İkincisi: Teşekkele binefsihî, yani, “Kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor.”
Üçüncüsü: İktezathu’t-tabiat, yani, “Tabiîdir, tabiat iktiza edip icad ediyor.”
Evet, madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem, her mevcut san’atlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem madem kadîm değil, yeniden oluyor. Herhalde, ey mülhid, bu mevcudu, meselâ bu hayvanı, ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem onu icad ediyor, yani esbabın içtimaında o mevcut vücut buluyor; veyahut o kendi kendine teşekkül ediyor; veyahut, tabiat muktezası olarak, tabiatın tesiriyle vücuda geliyor; veyahut bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretiyle icad edilir.
Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur. Evvelki üç yol muhal, battal, mümteni, gayr-ı kabil oldukları kat’î ispat edilse, bizzarure ve bilbedâhe, dördüncü yol olan tarik-i vahdâniyet şeksiz, şüphesiz sabit olur.” (Lem’alar sh: 177)
Elbette Cemal Kutay’ın Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri hakkındaki yanlışları bu kadar değil. Daha önceleri hem de bazı Nur talebelerini kandırarak verdiği yazılar hatta yazdığı kitabı neşrettirecek kadar tesirleri olmuştur. Muhterem Abdülkadir Badıllı Ağabeyin tesbitleri ve bunları neşretmesi, Cemal Kutay’a bu neşriyatı yaptıranları biraz uyarmış, bazı bahisleri yeni baskılardan çıkarmışlardır. Fakat gereken hassasiyet henüz daha gösterilmemiştir. Çünkü Kutay’ın bu yanlış fikirlerini yazan kitablar binlerce yayılmış ve satılmıştır. Çoğu ilim adamı fikir adamının elinde ve evinde bunlar bulunmaktadır ve kaynak olarak kullanılmaktadır.
Bu kitabların yayınlandığı tarihte, yayınevinin maddi manevi sorumluları, tashih edenler ve halen yayınevinin sorumluları kamuoyuna çıkıp alenen özür dilemeleri ve hakikatı hali olduğu gibi anlatmaları gerekir. Yoksa mesuliyet omuzlarında hesab gününe giderler.
CEMAL KUTAY’IN “AYDINLAR KONUŞUYOR” KİTABINDAKİ İDDİALARINA GENEL BİR BAKIŞ VE CEVAPLAR
Biz son olarak Risale-i Nur ve onun Muhterem müellifi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ile tamamen ters düşen bahislerden birer örnek verip o meselelerle alakalı Risale-i Nurlardaki bazı yerleri gösterip bu bahsi kapatıyoruz.
Cemal Kutay’ın İddiası:
1- “…Çünkü o (Bediüzzaman) müesses nizama hürmetkâr…” Aydınlar Konuşuyor Önsöz’ün 6. sayfası 1. sütün 2. parağraf.
Risale-i Nur’un Cevabı:
Bediüzzaman Hazretleri Afyon Mahkeme müdafaalarında şöyle diyor:
“Ayasofya’yı puthane ve Meşîhatı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz. Ve şahsımız itibarıyla amel etmiyoruz.” (Şualar sh: 394p.4 )
(Bkz. Kastamonu Lâhikası sh: 265 Haşiyesi, 172p.4, Şualar sh: 350p.son ve 394p.3 ve daha birçok yerlerde…)
Cemal Kutay’ın İddiası:
2- “…Said Nursi Hilâfet‘i bir manevî bir bayrak olarak düşünmüştür…” Aydınlar Konuşuyor sh: 324p.2
Risale-i Nur’un Cevabı:
“Sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nur’u bir programı olarak neşir ve tatbik edecek…
O zatın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir.” (Sikke-i Tasdik-î Gaybi sh: 9)
(Bkz. Kastamonu Lâhikası sh: 17p.1, Tarihçe-i Hayat sh: 142p.2, Emirdağ Lâhikası-l sh: 266p.3, Sunühat sh: 37)
Cemal Kutay’ın İddiası:
3- “Şeriat devrini tamamlandığına zamanın şehadet ve tasdik ettiği kıstaslar üzerinde tepinme demek değildir.” Aydınlar Konuşuyor sh: 326p.2, 329p.son
Risale-i Nur’un Cevabı:
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
[1] كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ وَكُلُّ ضَلاَلَةٍ فِى النَّارِ Yani, [2] اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ sırrıyla, kavaid-i Şeriat-ı Garrâ ve desâtir-i Sünnet-i Seniyye tamam ve kemâlini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut—hâşâ ve kellâ—nâkıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalâlettir, ateştir.” (Lem‘alar sh: 53)
(Bkz. Mektubat sh: 56p.7, 193p.4, 435p.4, 441p.3, Divan-ı Harb-i Örfî sh: …, Emirdağ Lâhikası-l sh: 266p.3,
Cemal Kutay’ın İddiası:
4- “O putperest hareketi olan Emevî Saltanatından” Aydınlar Konuşuyor sh: 327p.2
Risale-i Nur’un Cevabı:
“Zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer’î yok, fakat zemde ve tekfirde hükm-ü şer’î var. Zem ve tekfir, eğer haksız olsa, büyük zararı var; eğer haklı ise, hiç hayır ve sevap yok. Çünkü tekfire ve zemme müstehak hadsizdir. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü şer’î yok, hiç zararı da yok.
İşte bu hakikat içindir ki, ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beytin Eimme-i İsnâ Aşer olarak Ehl-i Sünnet, mezkûr hakikate müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip, İslâmlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar‑ı bahis ve münakaşa etmeyi caiz görmemişler, menfaatsiz, zararı var demişler.”(Emirdağ Lâhikası-l sh:206)
(Bkz. Emirdağ Lâhikası-l sh: 204-207 mektubun tamamı, Mektubat sh: 475p.7)
Cemal Kutay’ın İddiası:
5- “Türk milletinin ibadetini kendi öz diliyle yapması…” Aydınlar Konuşuyor sh: 329p.4
Risale-i Nur’un Cevabı:
“Elfâz-ı Kur’âniye ve tesbihât-ı Nebeviyenin lâfızları câmid libas değil, cesedin hayattar cildi gibidir; belki mürur-u zamanla cilt olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cilt değişse vücuda zarardır. Belki namazda ve ezandaki gibi elfâz-ı mübarekeler, mânâ-yı örfîlerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise değiştirilmez.” (Mektubat sh: 340)
(Bkz: Şualar sh: 253p.1, Mektubat sh: 340p.4, 395, 7.nükte, 430p.4 Kastamonu Lâhikası sh: 67.Haşiyesi, Emirdağ Lâhikası-l sh: 238p.1, Lem’alar sh: 18. Lem’a)
Cemal Kutay’ın İddiası:
6- “Said Nursi donmuş kristalize olmuş düşüncelerin sahibi değildi. …zamanın tebeddülü ile ahkâmın tegayyürü felsefesi içine de girmiş.” Aydınlar Konuşuyor sh: 323p.1, 331p.8
Risale-i Nur’un Cevabı:
“İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadât-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle, bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârâne yeni içtihadlar yapmak, bid’akârâne bir hıyanettir.” (Sözler sh:480) (Bak: Sözler sh:480 İctihad Risalesi, Mesnevi- Nuriye sh: 90p.4)
Cemal Kutay’ın İddiası ve Risale-i Nur’un Cevabı:
7- Üstad‘a haşa “İslâmiyet üstünde düşünmek” (Aydınlar Konuşuyor sh: 333p.4 ) gibi bir garabet veriyor. Böyle bir hezeyana cevap vermeye gerek görmüyoruz.
Cemal Kutay’ın İddiası ve Risale-i Nur’un Cevabı:
8- Müceddid diye tanımladığı zat için, “Ben birçok fikirlerine iştirak etmiyorum.” diyor. Aydınlar Konuşuyor sh: 333p.6 Burada birazcık mertlik göstermiş. Bunun cevabını bu şahsı cemaate yamamaya kalkışanlar versin.
Cemal Kutay’ın İddiası:
9- Hazret-i Üstad‘a atfen “Kadın hürriyeti, cemiyetin büyük nasibidir.” diyor. Aydınlar Konuşuyor sh: 334p.son
Risale-i Nur’un Cevabı:
Bediüzzaman Hazretlerinin görüşleri Risale-i Nur Külliyatında musarrahtır. Mimsiz medeniyetin kadın hürriyeti hakkında şu bahisler vardır:
“Mimsiz medeniyet, taife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer’-i İslâm onları
Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayatı âilede. Temizlik ziynetleri.
Haşmetleri hüsn-ü hulk, lütf-u cemâli ismet, hüsn‑ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı.” (Sözler sh: 727)
(Bak: Sözler sh: 410p.2, 727p.1, Lem‘alar sh: Tesettür Risalesi sh: 195, Gençlik Rehberi sh: 23, Şualar sh: 584p.5, 593p.2, Osmanlıca Lem’alar sh: 586)
BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ MASONLARLA MÜCADELE ETMİŞTİR
Cemal Kutay’ın İddiası ve Risale-i Nur’un Cevabı:
10- Güya Üstad anlatmış. Demiş ki: “Selânik’te Talat Paşa ile beraberdik. Manyasizade Refik beyin evinde yemeğe davetliydik.” Aydınlar Konuşuyor sh: 345p.6 Mason oldukları herkes tarafından bilinen adamlarla Üstad‘ı ahbab göstermeye çalışıyor.
Cemal Kutay’ın İddiası ve Risale-i Nur’un Cevabı:
11- Yine güya Üstad demiş ki: “Talat Paşa‘nın mason olduğunu biliyordum. Ordunun içinde kendisine çok kıymet verdiğim kolordu komutanı Faik Paşa Kafkasya‘da şehid oldu. Talat Paşa‘dan evvel Osmanlı masonlarının başında o vardı. Çok yakın dostum ve kahraman bir adamdı.” (Aydınlar Konuşuyor sh: 348p.4)
Masonlar ve Bediüzzaman Hazretleri dostluğu. Yüzbin defa Haşa ve Kella! Eynes Sera mines Süreyya.
Cemal Kutay’ın İddiası
12- “Nurculuğu ceffel – kalem rejime, lâyikliğe aykırı telakki ediyorlar” (Aydınlar Konuşuyor sh: 351p.son)
Risale-i Nur’un Cevabı:
“Lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik mânâsı, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim. Yirmi beş senedir hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesb ettiğini bilmiyorum. El’iyâzü billâh, eğer dinsizlik hesabına imanına ve âhiretine çalışanları mes’ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmişse, bunu size bilâperva ilân ve ihtar ederim ki, bin canım olsa, imana ve âhiretime feda etmeye hazırım.” (Şualar sh: 363)
(Bkz: Tarihçe-i Hayat sh: 230p.son, Şualar sh: 271p.2, 363p.son)
Bunları yazmaya, tahlilini yapmaya, Bediüzzaman’a olan talebeliğimizin ahd ve peymanının, sadakat ve vefadarlığının bir vecibesi olarak kendimizi mecbur bildik.
1-Müslim, Cum’a: 43; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Nesâî, Î’deyn: 22; ‹bn-i Mâce, Mukaddime: 6, 7; Dârimî, Mukaddime: 16, 23; Müsned, 3:310, 371, 4:126
2-Mâide Sûresi, 5:3