Risale Haber - Haber Merkezi
Yeni Asya Gazetesi'nde Fatma Yılmaz'ın, Dr. Cemil Ertem'le yaptığı röportajda Ertem, Bediüzzaman'ın iktisadi yapı ve kapitalizm üzerine yorumlarından bahsetti.
Wall street'te başlayan protesto hareketleri sonrası, kapitalizmin sonunun geldiğini belirten akademisyen-yazar Dr. Cemil Ertem, asrın başlarında esir ve ecirlik devrinin biteceğini söyleyen Bediüzzaman'ın yeni dönemin reçetesini sunduğunu dile getirdi.
Kapitalizm sonrasında ihtiyaç duyulan reçeteyi Bediüzzaman'ın sunduğunu belirten Ertem, Bediüzzaman'ın bahsettiği Malikiyet ve Serbestiyet devrinin girmek üzere olduğumuzun altını çizdi.
Dr. Cemil Ertem ile yapılan röportajın ilgili kısmı şöyle;
"Kapitalizm kendisini insanın vicdanına, onuruna yakışan bir şekilde yenileyebilir mi? Ben bunun kapitalizmin fıtratına, doğasına aykırı olduğunu düşünüyorum. Çünkü kapitalizmin işleyişi ve çıkış yeri insan emeğini sömürü üzerinedir. Bunu, insanlık tarihinde hem batıda hem de doğuda, gerek pozitif ilimleri referans alan gerek dini referans alan çeşitli düşünürler ifade etmişlerdir.
Meselâ Marks, insanlığın kapitalizm sonrası bir düzene mutlaka varacağını ifade ederken, Bediüzzaman Said Nursî de kapitalizmi ecir değeri olarak ifade etmiştir. Ecir nedir, ecir ücrettir. İnsanı zincire vuran ecir eli olarak kapitalizmi ifade eder Bediüzzaman. Ve insanlık, daha önce insanı zulme mahkûm eden toplumsal sistemleri nasıl aştıysa eciri de aşacaktır der Bediüzzaman. Yine bu, Bediüzzaman da ücret karşılığı ödenmemiş emek hakkıdır. Ve dolayısıyla ücret dediğimiz zaman bir sömürü mekanizması, ecir dediğimiz zaman bir sömürü mekanizmasını da anlar. Ve bunun insana yakışmayan bir durum olduğunu da söyler.
Bütün hayatını kapitalizme karşı mücadeleye ve kapitalizm sonrası bir sisteme adamış ve bu konuda da çok ciddî eserler vermiş Marks bu kadar açık değildir kapitalizm sonrası sistemle ilgili. Bunun bir sosyalizm olacağını söyler, ama sosyalizmin formülasyonunu yapmaktan kaçınır. Ama Bediüzzaman, kapitalizm sonrası devrin formülasyonunu da yapmıştır. “Malikiyet ve Serbestiyet” devri olarak bunu ifade etmiştir. Malikiyet dediğimiz zaman ne anlarız? Malik olmak, insanın çalıştığının karşılığına sahip olması, onu mülk edinmesini.
Bediüzzaman’ın dediği malikiyet, tekelleşmeyen ve başkalarının, büyük çoğunluğun zararına olacak, onların haklarını çiğneyecek bir mülkleşmeye mahal vermeyecek bir malikiyeti ifade eder. Böyle bir malikiyeti ifade ettiğimiz zaman, mutlaka, ama mutlaka buna tekabül edecek bir siyasî hayatı da anlatmamız lâzım. Çünkü buradaki malikiyet hikâyesi aslında ekonomik bir hikâyedir. Yani tekelleşmeyecek, bir şekilde emeğine sahip olacaksın, ona sahip olacaksın ve yabancılaşmayacaksın, onu nasıl meydana getireceğine dair katkıda bulunacaksın gerek düşünsel olsun gerek maddî olsun.
Dolayısıyla burada söz sahibi olacaksın. Malikiyet bu. Bu malikiyetin siyasî ve sosyolojik karşılığı da vardır. Oda yine Bediüzzaman’ın ifadesiyle serbestiyettir. Serbestiyet dediği hürriyet. Ve buradaki hürriyet esasında serbestiyetin ta kendisidir. Yani nasıl bir serbestiyet? Tek bir bireyden başlayan bir serbestiyet, bireyin sonsuz, ama başkalarına zarar vermeksizin, başkalarının haklarını da gözeten, adaleti öne çıkartan, insan onurunu öne çıkartan bir hürriyet. Kendi özgürlüğünü, kendi inancını ifade edebilme ve onu sonuna kadar yayabilme hürriyeti. Ümmet içerisinde tek bir insan olabilme hürriyeti. Ümmeti anlayıp tanıma hürriyeti. Ve dolayısıyla burada bireyin sonsuz hürriyeti, insanî sonsuz hürriyeti söz konusu.
Bu bireysel hürriyet aynı zamanda toplumsal hürriyete tekabül eder. Yani herkesin her şeyden haberdar olacağı, bilgiye sonsuz ulaşma hakkının olduğu ve bilgiye ulaştıktan sonra onu kullanma hakkının da olduğu bir toplumsal düzen, bir iktisadî düzen. Bu aynı zamanda neyi beraberinde getirir? Ortaya çıkartılanın eşit paylaşımını da beraberinde getirir. Burada hiçbir zaman sermayenin bazı ellerde ya da devlet katında, bürokraside tekelleşmeyeceğini ve temerküz edemeyeceğini bize anlatır.
Bediüzzaman’ın malikiyet ve serbestiyet olarak formüle ettiği bu anlayış, kapitalizm sonrası bir sistemin ilk müjdecisi ya da bir şekilde 20. yüzyılın başında ortaya atılmış bir formülasyonu olabilir. Ama bunu insanlık şimdiye kadar ortaya çıkaramamıştır. Bunun en büyük nedenlerinden birini de bu krizde arayabiliriz. Çünkü bu kriz, yaklaşık 250 yıllık sermaye birikim rejimini bitiriyor. Ulus devletlere dayalı bir sermaye birikim rejimi bitiyor.
Üç büyük imparatorluğun bitmesinden sonra ortaya çıkan şey esasında onla içiçe geçmiş ve ondan sonra da devam eden bir burjuva demokratik devrimleri. Bu devrimlerin sonucunda ortaya çıkan ulus devletler sistemi, esasında bugün sona ermekte olan kapitalizmi sanayi birikim rejimini bize sundu. Daha sonra 20. yüzyılın hemen ilk çeyreğinin sonunda 1929’larda ilk büyük kriziyle karşı karşıya kaldı kapitalizm.
1929 krizi tekelci devlet kapitalizminin ilk büyük krizidir. Bu krizin sonuçlarından bir tanesi de ne olmuştur, İkinci Dünya Savaşı olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ulus devletlerin hiyerarşisi (Amerika’ya dayalı) oluşmuştur. Amerika İkinci Dünya Savaşı sonrası kapitalist sistemin belki tek ekonomik gücü olarak ortaya çıkmıştır. Ve onun karşıtı gibi görünen, ama diğer taraftan tamamlayan Sovyetler ortaya çıkmış ve Sovyetler’le Amerika arasındaki soğuk savaş, sistemi önemli ölçüde 1980’lerin sonlarına kadar götürmüştür.
1989’da Berlin duvarının yıkılması yeni bir çığır açmış ve onun beyaz dalgaları Arap Baharı diye tabir edilen olaylar düzlemine de etki etmiştir. Kısaca sistem kendi karşıtını kendi kriziyle birlikte oluşturuyor. Ama Bediüzzaman başta olmak üzere çeşitli düşünürler kapitalizm sonrasının mümkün olduğunu, kapitalizm sonrasının nasıl olabileceğine dair başlıklarını bir ölçüde anlatmıştır. Ama bunu bir şekilde formüle etmekten öteye gitmemişlerdir. Bunun nedeni de yaşadıkları çağın sıkıntısı. Çünkü ulus devletler sistemi vardı."