Kitaplığın önünde durdum Cemil Meriç’in Kültürden İrfana isimli kitabını aldım elime. Saatlerdir satırları arasında halvet ediyorum. Hayretle görüyorum ki altını çizmediğim, kenarlarına notlar düşmediğim sayfa hemen hemen yok gibi. Bu Ülke’den sonra en fazla okuduğum kitap. Tahminen baştan sona on defa okumuşum. Bazı bölümlerini onlarca defa. Bü Ülke’nin yarısı hafızamda. Hayatımda Risale-i Nur külliyatından sonra en fazla okuduğum külliyat Cemil Meriç külliyatı diyebilirim.
Cemil Meriç ile düşüncelerimiz, hissiyatlarımız çoğu zaman aynı. Onun için Türkiye’de kendimi en yakın hissettiğim yazar Cemil Meriç. Hatta Cemil Meriç’i çok okuduğumu gören kitaplardan anlayan bir dost “ikinizin de ruhu şaşılacak derecede aynı” demişti bana. Türkiye’de herkesin adını duyduğu ama çok az kişinin tanıdığı bir isim Cemil Meriç. Bilhassa islamcı gençlerin hiçbir zaman anlamadığı ve tanımadığı bir isim. Türkiye İslamcılığının en büyük talihsizliği kendi toprağına ve köklerine yabancı olması. Cemil Meriç’in ise en büyük ısrarı kendi toprağına ve köklerine davet etmesi. Yani evinize dönün demesi.
Seyyid Kutup, Mevdudi, Hasan el-Benna, Ali Şeriati, Mutaharri, Necip Mahfuz, Muhammed İkbal, Seyyid Hüseyin Nasr, Daryuş Şayagen okumayın demiyor Meriç; bunlardan önce Akif’i, Yahya Kemal’i, Celal Nuri’yi, Şehbenderzade’yi, Said Nursi’yi, Nurettin Topçu’yu, Elmalılı’yı, Necip Fazıl’ı okuyun diyor. Rıza Tevfik’i okuyan kaç islamcı entelektüel var, hele beş yüz sayfa civarındaki o enfes Hamidnamesini? Batıyı ve doğuyu çok iyi bildiği halde Cemil Meriç kadar bu ülke üzerine titreyen ve bu ülkeye ayna olabilen ikinci bir isim yok.
Onun engin ve rengin dünyasında Akif’in yeri olduğu kadar Fikret’in de yeri var, Necip Fazıl’ın yeri olduğu kadar Nazım Hikmet’in de yeri var, Said Nursi’nin yeri olduğu kadar Kerim Sadi’nin de yeri var, Tanpınar’ın yeri olduğu kadar Sezai Karakoç’un da yeri var, Ahmet Naim Bey’in yeri olduğu kadar Rıza Tevfik’in de yeri var… Gerçek anlamda entelektüel olmak bu değil mi zaten. Birkaç yıl önce çıkan Ezeli Mağluplar kitabına “Kendi Semasında Tek Yıldız” serlevhası ile konuk etmiştim. Okuyan, daha doğrusu farkına varan oldu mu, bilmiyorum.
Aslında Dücane Cündioğlu’ndan önce hayalimde Cemil Meriç üzerine bir kitap yazmak vardı. Ama kızı Ümit hanım dahil hakkında yazılmadık, söylenmedik bir şey kalmadığını görünce çaresiz vazgeçtim. Dücane Cündioğlu’nun Bir Mabed Bekçisi, Bir Mabed İşçisi, Bir Mabed Savaşçısı şeklinde üçlemesi var. Bu üçleme büyük bir emek mahsulü ve bol malzemeli olmakla birlikte Cemil Meriç’in dünyasını temessül etmekten hayli ırak. Çünkü Cündioğlu Meriç’in hissiyatını paylaşmadan yazıyor Meriç’i. Bir yazarı tam anlamak ve yansıtmak için ona tam tevafuk etmek gerekiyor.
İslami açıdan efradına cami ağyarına mani tek Cemil Meriç eleştirisi Mustafa İslamoğlu’na ait belki de. Bahtımca adlı kitapta yer alan bu uzun eleştiri İslami açıdan güzel ama hakikat açısından çok çok kifayetsiz. Elimdeki kitapta kuğunun son şarkısı Yahya Kemal başlıklı Ahmet Turan Alkan ile yaptığı bir mülakat var Cemil Meriç’in. Bir insanı nasıl tanımamız gerektiği ile alakalı çok güzel bir cümle var: “İnsanı bütün olarak ele almak, geçtiği merhaleleri seciyenin esas unsuru saymamak ve hükmü, hayatın bütünü hesaba katılarak vermek lazımdır.”
Bu cümledeki hassasiyeti herkesten fazla merhum Meriç hak ediyor. Yaşayanlar içinde Cemil Meriç’e benzeyen tek isim Dücane Cündioğlu diyebiliriz. Ama esaslı bir fark var aralarında: Cemil Meriç ezeli hakikati gerçekten ararken Dücane Cündioğlu elindeki ezeli hakikati terk etme savaşı veriyor. Diğer bir deyişle Cemil Meriç şüpheden imana doğru bir seyir izlerken Dücane Cündioğlu imandan şüpheye doğru bir seyir izledi. Şimdi belki de o şüphe bile kalmadı.