Cemil Meriç: Bir fikir adamı. Bir mütefekkir. Geçmişi ve geleceği kucaklayan mümtaz bir entelektüel. Bulutları delen bir kartal. Düşüncenin gökkuşağı. Münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi. Kendi semasında tek yıldız. Ufukların muhasibi. Araftaki kahin. Çuvala sığmayan mızrak. Kavramlar çangılının bilgesi. Mağara içerisindeki tecessüs. Tefekkürün hasbi kalemi. Söz sultanı. Kelime imparatoru…
Bu kabilden hakkında ne denilirse denilsin hepsini annesinin ak sütü hak eden bir sima Cemil Meriç. Ne var ki böylesi güzide vasıflar ile mutassıf olduğu herkesçe kabul edilen Cemil Meriç, bütün hayatını asude bir yalnızlık geçirdi. Anlaşılmak istendi hep, anlaşılmamaktan yakındı daima. Bir bakıma küskün yaşadı. Aşina olmak istediği çevreyi bulamıyordu. Nasıl bulsun ki? Bütün intelijansiya çoktan yamyamlaşmıştı gözünde. Atilla İlhan’a yazdığı bir mektupta “Atillacığ’ım insan iltifata susuz” diyordu. Halden anlayan bir dost sesine hasretti. Merhum Şerif Mardin’den gelen bir kitap, o dost seslerden sadece biriydi. Üstat Meriç’in bu dost sese karşılık yazdığı tahassür dolu mektubu -Şerif Mardin hocanın hatırasına ithaf amacıyla- aynen alıntılıyorum.
Muhterem efendim,
Dürüst, aydınlık ve yiğit kitabınızı (muhtemelen “Türk Modernleşmesi” Ş.D) büyük bir zevkle okudum. Marksomanların (tabir galiba bendenizindir) panayır hokkabazlığına çıktığı bir ülkede, sağ cenahın esrarkeş uykusuna daldığı bir ülkede tefekkürün hâlâ mümkün olduğunu ispat ediyorsunuz. “Germinal”in bitişini hatırlıyorum: karanlık, kasvetli, rezil bir gök. Ama mütevazi bir güneş ışığı, bir pırıltı, ışıklı sabahları müjdelemektedir. Celal Nuri, “Tarih-i Tedenniyat-ı Osmaniye”nin ikinci baskısını Süleyman Nazif’in, Cenap Şahabettin’in mübalağalı takrizleriyle düşünce dünyasına sunmuştu. İntelijansiyamız yamyamlaşmamıştı henüz. Heine’nin Yahudilik için söylediğini, “Yahudilik bir din değil, bir felakettir”, tefekkür için söylemek mümkün. Baudelaire’in beddualar içinde doğan şairi, yasak bölgelerin fethine veya keşfine çıkan düşünce adamı. Kitabınız bana yaşamak sevinci verdi. Çoktandır duymadığım bir sesi duyar gibi oldum: bir vicdanın sesini. Teşekkür ederim.
Anglo-Saxon edebiyatını teferruatı ile tanıtmışsınız. Bir allame tecessüsü. Dürüst ve “exhaustif”. Fransızlar biraz ihmale uğramış. Rodinson’un “Kapitalizm ve İslam” ithafınıza layıktı. Bilhassa Yves Lacoste’un “İbn-i Haldunu”nu görmüş olmanızı isterdim. Bunlar temenniler. Üzülerek ifade edeyim ki, kitabınızın dilini hiç beğenmedim. Zaman zaman Gargantua gibi gülmek mi ağlamak mı lazım diye sordum kendi kendime. Bir parça Saint-Simon ve Comte gibisiniz: birincisi üslupla uğraşmayacak kadar aristokrattı, sosyolojinin “ben bu haletle tenezzül mü ederim şiire” diyen Nef’isi. Comte iliklerine kadar politeknikti. “Bu Auguste Comte hayvanını okudukça midem bulanıyor” diyen Proudhon’a hak vermesek bile, “Pozitif Felsefe Dersleri”nin çok sıkıcı bir dille yazıldığını kabul etmek zorundayız. Siz Türkçenin buhran çağında yaşıyorsunuz. Zavallı dilimiz grafomanların elinde. Argoların en sevimsizi haline geldi. Onu korumakla vazifeli olanların başında zat-ı aliniz varsınız. Sosyolog ve dilci Meillet her mektebin ve her kitabın ilk görevi, insana kendi dilini öğretmesidir diyor. Takılacağım birkaç noktada dipnotlarının kalabalığı. Bir nevi “deformation professionelle”.
Bu mektubu bir sevinç çığlığı olarak kabul buyurunuz. Nerede sizinle beraber olduğumu, nerede ayrıldığımı ilerde belki yazarım. Şimdi sadece bahtiyarım. Bir dost bulmanın bahtiyarlığı. Hürmet ve hayranlıklarımın kabulünü dilerim, efendim. (Cemil Meriç, Jurnal cilt 2, 8 Nisan 1970 tarihli mektup, İletişim yayınları, s.168-169 1993, İstanbul)
Görüyor musunuz, bir kitap nasıl tahlil, takdir ve tenkit edilir? Kendi payıma bu mektubu görmeden çok önceleri Şerif Mardin’i okumuş, fikriyatını takdir etmekle birlikte dilini çok sıkıcı ve itici bulmuştum, hatta sırf bundan dolayı bazı kitaplarını (mesela “Din ve İdeoloji”) yarıda bırakmıştım. O dönemde aynı evde birlikte kaldığımız yakın arkadaşlarım bu serzenişlerimin yaşayan tanıklarıdır. Sonraları üstadın bu mektubunu okuyunca çok şaşırmış ve ne saklamalı birazcık rahatlamıştım. Meriç gibi bir üstatla aynı fikirde buluşmak çok sevindirmişti beni. Demek aklın yolu bir.
Evet, Şerif Mardin hoca düşünce olarak çok yüksek bir yerde ama üslup olarak çok derbeder ve sıkıcı. Bundan dolayı baştan sona büyük bir sabırla okuduğum tek kitabı “Bediüzzaman Said Nursi Olayı, Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim” (İletişim Yayınları.) Biliyorsunuz, bu kitabı yazma fikrini Mardin’e ilham eden Cemil Meriç’in Bediüzzaman Said Nursi ile alakalı övgü dolu sözleri. Bunu, Şerif Mardin’in bizzat kendisi kitabın dibacesinde söylüyor. Türkiye yaşayan son evrensel entelektüelini de kaybetti. Ruhun şad olsun. Mekanı cennet olsun. Hepimizin başı sağolsun.