Her kışın bir bahârı, her gecenin bir nehârı vardır...
Dünya kurulduktan, sistemler devreye girdikten bu yana, kim bilir nice kışlar-baharlar; nice geceler-gündüzler; nice güzler-yazlar gelip geçti.
Kışın o dondurucu şiddetinin ardından, yine ışıl ışıl bir baharın müjdesi geldi gönüllerimize... Soğuk yüzün arkasından ılık bir tebessümün parıltıları okşamaya başladı tüm varlıkların nazenin başlarını…
Onun her şeyi kasıp kavuran soğuğu, toprak altında sancı ve ızdırap içinde kıvranan tohumda saklı bulunan, doğum için bu mevsimi bekleyen bin bir çeşit habbeleri/çekirdekleri, güzellikleri yok edemedi.
Zirâ biliriz ki, renkli baharların künhüne kara kışların çilesiyle varılır...
Evet yine bahar geliyor, çiçek tohumlarına üfürülmüş bir bahar geliyor. Rahmânî bir nefesin üflemesiyle yeniden dirilişin nümûneleri arz üzerinde göz kamaştırıcı güzellikleriyle mütefekkirlere/gözlemcilere davetiye çıkarıyor. Allah diyerek açılan her bir filiz, Allah'ın sonsuz rahmet ve bereketi ile katmerleniyor. Ve bahar bizlere manen, ''Yâ Hannân,Yâ Rahmân,Yâ Rahim,Yâ Kerim,Yâ Latif,Yâ Atûf,Yâ Musavvir,Yâ Münevvir,Yâ Muhsin,Yâ Müzeyyin, Yâ Mukaddir gibi daha nice esmaları üzerinde okutuyor...
Her yeri çiçek kokularının sardığı, sarı papatyaların ihtişamında, mavi minelerden, kırmızı gelinciklerden taçlar yaptığım, bu harika çiçek demetlerine baktığımda içimde mânen bir şeyler kıpırdıyor yine. O Mahbûb’un, gerçek sevgilinin âlemlere serpiştirdiği Muhammedî Nur’un aksi olan muhabbet, ruhumda depreşiyor. Düşüncelere dalıyorum. Bütün bunlar niçin sevilir? Bu sevgilerin tamamı bir küçük kalbe nasıl sığar ve kalp bu sevgileri nasıl taşır? Sevmemize sebep olacak bunca şeyi etrafımızda yaratan kim? Bediüzzaman’ın ifadesiyle, kâinat kadar kalbimiz bulunsa, İlâhî aşka/muhabbete/sevgiye tahsis etsek ancak yeterli olabilir. Fânî mahbuplar, zâil ve geçicidir. Kalbe ızdırap verir, gönlü kanatır geçerler. Dönüp arkalarına bile bakmazlar.
Bahar geldi yine hem de nasıl bir bahar. Dallarda cıvıl cıvıl kuşlar ötüyor, ağaçlarda tomurcuklar açıp neşv-ü nema bulmak için adeta birbirleriyle yarışıyor, yeşil bir halıya döşenmiş eşsiz nazenin çiçekler adeta tebessüm ediyorlar. Evet her mevcûd, kudret-i İlâhiyye'nin bir mu'cizesi olduğunu ilan ediyorlar.
Ve bütün esbâbı, o şeyin bir benzerinin tek bir zerresini yapmak husûsunda âciz bırakıyorlar...
Keşke insan da her şeye ve her varlığa bahar gözüyle bakabilse. Sevmeyi ve sevilmeyi mâna-i harfi dairesinde, rıza-yı İlâhî bağlamında anlayıp tadabilse bu dünyada. Herkesin merhamet kanadı, herkesin acz ve fakr başını okşasa. Cihân bir merhamet ve sevgi yurduna dönebilse…Allah için sevmenin sırrını bir anlayabilse…Geçici sevgilerin/menfaatlerin/beklentilerin arkasına düşmekten vazgeçebilse…
İlim/irfan sofralarında tahkîk ve tedkîk ehli zevâtın da ifade ettiği gibi; bizler başı boş değiliz, bu uçsuz bucaksız kâinatta bir yolcuyuz. Mütefekkirâne ve müdakkikane/muhakkikane nazarlarla yaratılış sırrını keşfetme yolunda ilerliyoruz. Fakat yolumuzun önünde nefis ve şeytan var. Çirkin manzaralar, kötü arkadaşlar, yalancı yol göstericiler, şeytanlaşmış ruhlar, Kur’ânî hakikatleri tebdil/tağyir/tahrip etmeye çalışan insî ve cinnî şeytanlar nöbetteler.
Evet, beşeriyet muktezâzı, insan günah işleyebilir.
Şehevî ve gadabî arzularımızın te'sirinde bazen kalabiliriz. Ancak günâhların akibetini düşünmek sûretiyle yaptıklarımızdan tevbe edip istiğfarla kötü huyları terk etmeli, imha etmeli, amel-i sâlih ile uzun ve ebedî istikbalimize yatırım yapmalıyız. Aczimizi bilip kudret-i ilâhiyyeye ilticâ, za'fını görüp kuvvet-i ilahiyyeye istinâd, fakrını görüp, rahmet-i ilâhiyyeye i'timâd ihtiyacını görüp, gınâ-yı ilahiyyeden isdimdât, kusurunu görüp afv-ı ilâhiyyeye istiğfar, naksını görüp kemâl-i
ilâhiyyeye tesbihhân olmalıyız...
Evet bizler öyle bir sultanın misafirleriyiz ki, çiçekli yeşil kırları, bahçeleri, bağları
bizim hanemize adeta müzeyyen bir halı olarak sermiş, baharı ve yazı büyük bir vagon yapıp, yeşil çayırların üstlerine kurduğu bir sofraya o vagonlardan çeşit çeşit rızıklar, lezzetli taamlar göndermiş ve yanına demet demet çiçekleri koymuş, bizim ihtiyaç ve isteğimize göre bir iştiha yaratmış, böylesine saâdetli bir vaziyetteyken, O sultan bizleri de hakkıyla tanımış ve en küçük hâtırat-ı kalbimizi bilmiş olduğunu düşündüğümüzde şu kısacık âhiretimizin tarlası hükmündeki dünya hayatımız öyle lezzetli bir vaziyet alacak ki, üzerimizde me'yusiyetin bir zerresi dahi kalmayacaktır.
İbadetin tatlı renklerine boyanmış halde, dünyanın en mes'ud insanı benim diye haykıracağız...Çünkü her şey zerreden şemse kadar O'nu arar. Ruhlar bir deryaya düşmüş gibi çalkalanır.Tüm zerreler konuşur, Allah'ın varlığını, birliğini ve kudretini zikrederek ilân ederler.
Evet senevî hâşrin meydanı olan bahar mevsimindeyiz yine!. Şu kitâb-ı kâinatın her biri mücessem bir kelime hükmünde olan nebatât, eşcar, ezhâr birer mu'cize olduğunu bu mevsimde daha çok idrâk ederiz. Kâinat bir zikirhâne-i Rahmân, zerreden arşa kadar bütün mevcûdat lisân-ı hâl ve kaliyle zâkir, Resûl-i Ekrem (asm)
İse, o zikirhanenin serzâkiridir...
İşte Kur'ânı Hakim, her san'atta Sani'i, her ni'mette Mün'im'i gösterecek şekilde ders veriyor. Kur'ân'ın dersi, bu iki esâs üzerinde dönüyor.
Yüce Rabbimiz'den bu baharda her baharda olduğu gibi rahmetini ve merhametini yağdırmasını bekliyor ve arzımızın/insanlığın cennet-âsâ bir bahara tebdil olmasını, içinde bulunduğumuz atâlet/meskenet/hasâretten kurtulup Kur’ân’ın diriltici nefesini doyasıya soluklamayı, hayatımıza hayat ve saâdet katmayı O’nun sonsuz güç ve kudretinden dileniyoruz...