Taziye evindeydik.
Bu nedenle gelen misafirler gayet ciddi ve ortamın manevi havasını bozmamaya özen gösterdiklerinden konuşmalar manevi atmosferde geçiyordu.
Akrabalardan 22’sinde bir delikanlı da bu ortama kendince katılmaya çalışıyordu.
Kafasında oluşan soruları bir bir sıralıyor ve insanları etkilemeye, kendini ifade etmeye çalışıyordu.
Ahiretin alacağı şekli tarif etmeye çalışırken insanların kafasını karıştırdığından haberi bile yoktu.
“Orada yeme içme gerekmiyorsa, çoğalma yoksa insanın belden aşağısı yok demektir. Yani belden aşağısını yaratmaya da gerek yoktur. O nedenle insanlar yarım olmalıdırlar” gibi hayal ürünü bir sürü soru ile karışık kafa karıştırıcı ifadelerle kendince cenneti izah etmeye çalışıyordu.
Bunu gördüğü bir rüya ile de teyid ederek, ispat etmeye çalışıyordu ve bana da acizane sorular yöneltiyor gibi bir davranış sergiliyordu.
Dilimizin döndüğünce 28. Sözdeki cennet bahsinden hareketle ve Risale-i Nurdaki diğer izahlarla ahiretle ilgili gerçekleri bir bir sıralamaya çalıştım.
Öncelikle Kur’an-ı Kerimin 40 vecihle mucize olduğunu ve İlahi bir kitap olarak ortada durduğunu o varken hayali fikirlere itibar edilmemesi gerektiğini anlatmaya çalıştım. Ardından madem bu fani dünyanın en lezzetli şeyleri yeme içme ve nikahtır elbette ahretin de en lezzetli ve saadetli halleri yeme içme ve izdivaç olması gerektiğini akli delillerle anlatmaya çalıştım. İlzam oldu ama ikna olduğu yönünde şüpheliyim, zira daha sonra görüşüp sonuçları hususunda tekrar konuşamadık.
O gün gençlerimizin kafalarını karıştıran menfi fikirlerin ne denli etkili ve gerçekte ne kadar hayali şeylere bina edildiğini kulağımla ve gözümle hayretler içinde seyretmiştim.
Demek cerbeze böyle bir şey ve şeytan demek ki bu şekilde çalışıyor.
Bir adamın bir başka adamı doksan sekizi açık yüz kapılı bir sarayın sadece kapalı gibi duran bir iki kapısının önünde tutarak “bak bu saraya girilmez” diye kandırması gibi bir durumla karşı karşıyaydım.
Tüm şaşaasıyla insanlığa sunulmuş olan bir İslam dini var. Bin mucizatla kendini insanlığa göstermiş bir Peygamber yaşamış ve en önemlisi O’nun bizlere bıraktığı yüce kitabımız Kur’an tüm haşmetiyle dururken ve O bize ahireti cennet ve cehennemi içinde gezip dolaşmış kadar açık ve net anlatıyorken hala bu gibi safsatalara gençliğin itibar etmesi insanı hayrete düşürüyor.
Bu kadar basitlik olabilir mi? İnsanlar bu denli hayal ürünü şeylere inanabilirler mi? diye söylenmeden edemiyordum.
Tam bu noktada Üstadın şu sözü aklıma geliyor. “Her günahta küfre gidecek bir yol var.” Hakikati beynimde şimşekler çakıyordu. Demek ki, insanlar günahlarından kurtulmanın yolunu hayallere sığınarak bulmaya çalışıyordu.
Adeta cennet ve cehennemin hayali bir alem olduğunu görmeye göstermeye ve belki de sonrasında inkar etmeye kadar gidecek bir yolu açmış oluyorlardı.
Bu tartışmadan sonra bir şeyi fark ettim o gencin sorularına gayet rahat cevaplar vermiştim. Ve ben bunu Risale-i Nurlara borçlu olduğumu bir kere daha anladım. “Haza min fazli rabbi” “bu Rabbimin fazlındandır” cümlesini okudum ve “bana bu güzel fikirleri ulaştıran Allah’a Kainatın zerreleri adedince hamdü senalar olsun” dedim.