Tartışmak bilgi ile olur. Ama tartışmanın hakarete dönüşmesi bilginin artık bittiği anlamına gelir.
Beni en çok üzen şey:
Tartışmalarda bilgilendirirken veya cevap verirken karşıdakini aşağılama ve kötüleme tarzıdır.
Yani saldırı politikası gütmektir. Karşıdakini yenemiyorsan “saldır” politikası.
Boşuna dememişler “en iyi savunma saldırıdır” diye.
Mesela diyor “bu ne seviyesizlik” veya “buna sen fikir mi diyorsun?” gibi…
Çoğu zaman dikkat ediyorum, “zaten senin gibiler” diye başlayan cümleler de kişiliğe saldırı ile bitiyor.
Uyarıyorsun, ikaz ediyorsun, hatta sarsıcı şeyler söylüyorsun. Ama nafile o an biraz duraksasa da bir sonraki tartışmada gene aynı ifadelerle, aynı yaklaşımla karşılaşıyorsun.
Bazen dikkat ediyorum bu hususu bazı arkadaşlar huy haline getirmiş hemen her fırsatta bunu yapıyor. Hele karşıdaki biraz yaşça küçükse veya saygılı davranıyorsa bunu hiç ihmal etmiyor.
Tartışmanın böyle bir noktaya gelmesinin sanırım ikinci bir nedeni daha var. O da aşağılayan kişinin kendini beğenmişlik psikozudur.
Karşıdakini ilzam etmek yerine şartlı bir davranış söz konusu “bu kişi de ne bilgi olacak, dünkü çocuk” veya “etiketi ne ki? Üniversite bile bitirmemiş” yaklaşımı ile psikolojik olarak karşıdakini küçük görme dolayısıyla fikrini de küçümseme.
Yani o kişi toplum içinde küçük adamsa fikri de küçük (!) demektir mantığı ile yaklaşma…
Oysa her tartışmada taraflar insaf düsturları ile hareket etmiş olsalar mutlaka bir şeyler öğrenme imkanı elde edebilirler.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu gibi durumlar için şöyle diyor. "Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır." Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir.” (Lemalar 20. Lema sh. 162)
Haklı çıkmak veya haklı olmak yetmiyor. Haklı iken karşıdakinden bir şeyler öğrenebilmek, haklı olan yönlerini tesbit edip ondan istifade etmek asıl erdemlik bu olsa gerek.
Bu meselede üslup, yaklaşım, mimik hareketleri çok önemlidir. Söyleyiş tarzı, farklı mana ifade edecek kelimelerin kullanımı da farklı tesir gösterebilmektedir.
Mütevazı olmak, şefkatle yaklaşmak ve karşıdakini ille de ikna etmek değil, sadece o konu ile ilgili görüşlerini söylemekle yetinmek ve bunu da kavl-i leyyin ile yapmak hayli zor görünüyor. Kırmadan dökmeden yapmak her babayiğidin değil bazı yiğitlerin harcıdır diye düşünüyorum.
Yani, “dostlara karşı mürüvvetkarane, düşmana karşı ise sülkarane” bir yaklaşım içinde olmak en güzeli değil midir?