1905 yılında Emirdağ’da doğan Mehmet Çalışkan ağabey, 4 Ağustos 1984’te vefat etmişti. Mehmet ağabey Ceylan Çalışkan’ın da babasıydı.
Mehmet ağabey, Bediüzzaman Hazretleri ile tanışmasını ve Ceylan’ın hizmetinde yer almasını şöyle anlatmıştı:
BABANIZ SAĞ OLSAYDI, BANA ASIL HİZMETİ O EDERDİ
“1944'ten önce, Denizli'ye ticaret için seyahatlerim esnasında Üstad Bediüzzaman'ın ismini duymuştum. 'Çok büyük âlimmiş. çok derin bir hocaymış' derlerdi. Ama o günlerde kendileriyle görüşme imkânım olmamıştı.
‘1944'ün Eylül'ünde Denizli'ye gidip, ziyaret eder, görüşürüm' diyordum. Ağustos ayının sonlarıydı. Bediüzzaman'ın Emirdağ'a geldiğini kardeşim Hasan Çalışkan'dan duymuştum. O, bir gün önce Üstad Bediüzzaman'ı ziyarete gittiğini söylemişti. Ben de hemen ziyaret etmek istemiştim. Sabah namazından sonra otele ziyaretine gittim. Kimseyi almamalarını tembih etmişti. Emirdağ'da Üstadı ilk ziyaret eden, bizim birader Hasan olmuştu.
Üstad ona, 'Emirdağ'da beni ilk ziyaret eden sensin. Burada ilk talebem sensin' demiş. Sonradan biradere, henüz yeni vefat eden babamız için de, 'Pederin çok büyük bir adammış. Ne kendisi, kendini bilmiş, ne halk onu bilmiş. Pederiniz âlem-i berzahta Hafız Ali ile beraber oldular. Onu Hafız Ali'ye eş ve arkadaş yaptım' diye buyurmuş. Bana şöyle demişti: 'Babanız sağ olsaydı, bana asıl hizmeti o ederdi.'
AFYON VALİSİ: CEYLÂN'I KANDIRIN BEDİÜZZAMAN’IN YANINA GİTMESİN
Üstad Emirdağ'a 1944 Ağustos sonlarında gelmişti. Bir sene sonra oğlum Ceylan'ı Üstadın hizmetine verdim. Biz her zaman kendilerini takip ederdik. Dışarıya çıktığı zaman hemen yanına koşar, hizmetlerini görürdük. Gelen ziyaretçilerin ekseriyeti bizim vasıtamızla Üstadla görüşürlerdi. Arabadan inen dükkâna gelirdi. Üstada haber gönderir, kabul ederse görüştürürdük.
Üstadın ziyaretine gelenlere çok baskı yapılıyordu. Sık sık evimizi arıyorlar, Ceylân'ı çağırıyorlardı. 'Hizmetinde bulunma!' gibilerden çocuğu sıkıştırıp, korkutmak isterlerdi. Hattâ zamanın Afyon valisi bir mektup yazarak, 'Orada Ceylân isminde bir çocuk varmış, onu elde edin, kandırın, kendi tarafınıza çekin, kendi tarafınıza çalıştırın' diyerek gizli bir mektup yazıp göndermişti. Mektup dolaşıp, Jandarma komutanının eline geçmişti.
Saf birisi olan komutan beni çağırdı: 'Valinin emri var. Hoca Efendinin yanında Ceylân ne iş yapıyorsa bize haber edilecek, tamam mı?' diyerek konuşmuştu. Ben de, 'Olur' dedim. 'Ceylân, sen orada ne iş yapıyorsan gel, kumandana haber ver!' dedim. Güya iş mahremdi.
"Bu durumu Üstada söyleyince, Üstad tebessüm buyurarak, 'Ahmaklar' dedi. Hattâ bir gün altı ay öncesinden verdiği bir dilekçeyi, Ceylân'a vererek, 'Git, kumandana, Said kaymakama dilekçe verdi diye söyle' demişti.
BAK KARDEŞİM, BENİM EVLÂDIM YOK BU OĞLUNU BANA VER
Evlâdım Ceylân'da mâşaallah öyle bir zekâ vardı ki... Okulunu çok iyi okumuştu. İlk ve ortayı bitirmişti. Üniversiteye niyetim vardı. Üstad Emirdağ'a geldiği zaman, elinden tutup 'Gel buraya, bir Üstad geldi, elini öpüp duasını alalım' dedim. Gidip selâm vererek oturduk. O esnada ya Mecmuatu'l-Ahzab'ı veya Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin bir eserini okuyordu. Bize 'İşte bakın, Abdülkadir Geylânî bizden bahsediyor' demişti. Ceylân'ı göstererek, 'Neyin oluyor bu senin?' diyerek sordu. Ben de cevaben 'Oğlum oluyor efendim' demiştim.
"Ne yapacaksın, bu çocuğu?' diye sorunca da, "Bunun zekâsı kuvvetli, okutmak istiyorum, üniversiteye göndereceğim' diye, kalbimden geçen düşüncelerimi söylemiştim. Üstad mukabeleten şöyle buyurmuştu:
"Bak kardeşim, benim evlâdım yok. Bu oğlunu bana ver. Benden hem iman dersi alsın, hem de bana hizmet etsin, üniversiteye sonra gönderirsin."
"Olur efendim' diyerek o andan itibaren Ceylân'ı Üstadın hizmetine vermiştim. Ceylân'da en ufak menfi bir hareket olmadı. 'Gitmem, etmem, yapmam' demedi. O da memnuniyetle kabul ederek, Üstadın hizmetine girdi.
ON BEŞ GÜN İÇERİSİNDE İSLÂM YAZISINI ÖĞRENECEKSİN
"Üstadın mektuplarını Ceylân yazardı. Önceleri eliyle yazan Ceylân'a, 'Sen bu mektubu burada elle, sonra dükkânda daktilo ile yazıyorsun. Oradan buraya getirip, tashihi için bana yeniden okuyorsun. Bu çok vaktini alıyor, Sana on beş gün müsaade. On beş gün içerisinde İslâm yazısını öğreneceksin. Hemen burada yazıp, doğruca postaya atacaksın' demişti.
"Hakikaten ceylân on beş gün zarfında İslâm yazısını öğrenmiş, Üstadın mektuplarını vakit harcamadan postalamaya başlamıştı.
"Ceylân'ın kendi yaşındaki arkadaşları -terzi çırakları filân- vardı. Onları hep Üstadın yanına getirirdi. O çocuklar Ceylân'la beraber Üstadın hizmetini görürlerdi.