Bismillahirrahmanirrahim
Millet-i İslâmiyenin sebeb-i saadeti yalnız ve yalnız hakaik-i İslâmiye ile olabilir. Ve hayat-ı içtimaiyesi ve saadet-i dünyeviyesi şeriat-ı İslâmiye ile olabilir. Yoksa adalet mahvolur. Emniyet zîr-ü zeber olur. Ahlâksızlık, pis hasletler galebe eder. İş yalancıların, dalkavukların elinde kalır. Size bu hakikati ispat edecek binler hüccetten bir küçük nümune olarak, bu hikâyeyi nazar-ı dikkatinize gösteriyorum:
Bir zaman bir adam, bir sahrâda, bedevîler içinde ehl-i hakikat bir zatın evine misafir olur. Bakıyor ki, onlar mallarının muhafazasına ehemmiyet vermiyorlar. Hattâ ev sahibi, evinin köşesinde paraları oralarda açıkta bırakmış. Misafirhane sahibine dedi: "Hırsızlıktan korkmuyor musunuz, böyle malınızı köşeye atmışsınız?"
Hane sahibi dedi: "Bizde hırsızlık olmaz." Misafir dedi:
"Biz paralarımızı kasalarımıza koyduğumuz ve kilitlediğimiz halde çok defalar hırsızlık oluyor."
Hane sahibi demiş: "Biz emr-i İlâhî namına ve adâlet-i şer'iye hesabına hırsızın elini kesiyoruz."
Misafir dedi: "Öyleyse çoğunuzun bir eli olmamak lâzım gelir."
Hane sahibi dedi: "Ben elli yaşına girdim, bütün ömrümde bir tek el kesildiğini gördüm."
Misafir taaccüp etti, dedi ki: "Memleketimizde her gün elli adamı hırsızlık ettikleri için hapse sokuyoruz. Sizin buradaki adaletinizin yüzde biri kadar tesiri olmuyor."
Hane sahibi dedi:
Siz büyük bir hakikatten ve acip ve kuvvetli bir sırdan gaflet etmişsiniz, terk etmişsiniz. Onun için adaletin hakikatini kaybediyorsunuz. Maslahat-ı beşeriye yerine adalet perdesi altında garazlar, zâlimâne ve tarafgirâne cereyanlar müdahale eder, hükümlerin tesirini kırar. O hakkatin sırrı budur:
"Bizde bir hırsız elini başkasının malına uzattığı dakikada hadd-i şer'înin icrasını tahattur eder. Arş-ı İlâhîden nâzil olan emir hatırına gelir. İmânın hassasıyla, kalbin kulağıyla, kelâm-ı ezelîden gelen ve hırsız elinin idamına hükmeden "Hırsız erkeğin ve hırsız kadının da elini kesin." (Mâide Sûresi: 5:38.) âyetini hissedip işitir gibi İmân ve itikadı heyecana ve hissiyat-ı ulviyesi harekete gelir. Ruhun etrafından, vicdanın derin yerlerinden, o sirkat meyelânına hücum gibi bir hâlet-i ruhiye hâsıl olur. Nefis ve hevesten gelen meyelân parçalanır, çekilir. Git gide, o meyelân bütün bütün kesilir. Çünkü, yalnız vehim ve fikir değil, belki mânevî kuvveleri (akıl, kalb ve vicdan) birden o hisse, o hevese, hücum eder. Hadd-i şer'îyi tahattur ile ulvî zecr ve vicdanî bir yasakçı o hissin karşısına çıkar, susturur.
"Evet, iman, kalbde, kafada daimî bir mânevî yasakçı bıraktığından, fena meyelânlar histen, nefisten çıktıkça 'yasaktır' der, tard eder, kaçırır.
"Evet, insanın fiilleri kalbin, hissin temayülâtından çıkar. O temayülât, ruhun ihtisasatından ve ihtiyacatından gelir. Ruh ise, İmân nuru ile harekete gelir. Hayır ise yapar, şer ise kendini çekmeye çalışır. Daha kör hisler onu yanlış yola sevk edip mağlûp etmez.
"Elhasıl: Had ve ceza, emr-i İlâhî ve adalet-i Rabbaniye namına icra edildiği vakit, hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki lâtifeleri müteessir ve alâkadar olurlar. İşte bu mânâ içindir ki, elli senede bir ceza, sizin her gün müteaddit hapsinizden ziyade bize fayda veriyor. Sizin adalet namı altındaki cezalarınız, yalnız vehminizi müteessir eder. Çünkü biriniz hırsızlığa niyet ettiği vakit, millet, vatan maslahatı ve menfaati hesabına cezaya çarpılmak vehmi gelir. Yahut insanlar eğer bilseler ona fena nazarla bakarlar. Eğer aleyhinde tebeyyün etse, hükûmet de onu hapsetmek ihtimali hatırına geliyor. O vakit yalnız kuvve-i vâhimesi cüz'î bir teessür hisseder. Halbuki nefis ve hissinden çıkan (hususan ihtiyacı da varsa) kuvvetli bir meyelân galebe eder. Daha o fenalıktan vazgeçmek için o cezanız fayda vermiyor. Hem de emr-i İlâhî ile olmadığından, o cezalar da adalet değil. Abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi battal olur, bozulur. Demek, hakikî adalet ve tesirli ceza odur ki, Allah'ın emri namıyla olsun. Yoksa tesiri yüzden bire iner.
"İşte bu cüz'î sirkat meselesine sair küllî ve şümullü ahkâm-ı İlâhiye kıyas edilsin. Tâ anlaşılsın ki, saadet-i beşeriye dünyada adaletle olabilir. Adalet ise, doğrudan doğruya Kur'ân'ın gösterdiği yol ile olabilir." (Hutbe-i Şamiye)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ŞERİAT : Doğru yol, hak din yolu; İslâm dini, İslâm\'ın bütün hükümleri.
MEŞRÛTİYET : Bir hükümdarın başkanlığı altındaki millet meclisi ile idâre edilen devlet sistemi.
MİLLET-İ İSLÂMİYE : İslâm milleti.
SEBEB-İ SAADET : Mutluluk sebebi.
HAKAİK-I İSLÂMİYE : İslâmî hakikatler, gerçekler.
HAYAT-I İÇTİMÂİYE : Sosyal hayat, toplum hayatı.
SAADET-İ DÜNYEVİYE : Dünya mutluluğu.
ZİR Ü ZEBER : Paramparça. Alt üst, karma karışık, darmadağınık.
HASLET : Huy, tabiat, karakter, meziyet.
GALEBE : Üstün gelmek, yenmek, bozmak, çokluk.
DALKAVUK : Maddî ve şahsî menfaatleri için her türlü zilleti, soytarılığı yapan adam.
HÜCCET : Senet, vesika, delil; bir iddiânın doğruluğunu ispat için gösterilen belge.
NÜMÛNE : Örnek, misal.
NAZAR-I DİKKAT : Dikkat bakışı, dikkatli bakma.
SAHRÂ : Büyük çöl, geniş saha, kır, ova.
BEDEVÎ : Göçebe hayatı yaşayan.
EMR-İ İLÂHÎ : Allah\'ın emri.
ADÂLET-İ ŞER’İYE : Şeriatın gösterdiği adâlet.
TAACCÜB : Şaşkınlıkla karşılama, hayret etme.
SIR : Cenâb-ı Hakk\'ın isim ve sıfatlarına ait gizli hakikatlerin göründüğü kalpteki duygu.
MASLAHAT-I BEŞERİYE : İnsanın faydasına olan şeyler; insana faydalı yönde.
GARAZ : kötü niyet ve kin.
ZÂLÎMÂNE : Zâlimcesine.
TARAFGİRÂNE : Taraftarlık göstererek.
CEREYÂN : Akım, hareket; bir fikir etrâfında toplanıp faaliyette bulunma.
HADD-İ ŞER'Î : Şeriat kanunlarıyla verilen ceza.
İCRÂ : Tatbik etme, yerine getirme.
TAHATTUR : Akla gelmek, hatırlamak.
ARŞ-I İLAHİ : İlâhi yüce makam.
NÂZİL : İnen, nüzul eden, yukarıdan aşağıya inen, bir yere konan.
HASSAS : Duyarlı. Alıngan.
İTİKAD : İnanmak, inanç, gönülden tasdik ederek inanma.
HİSSİYÂT-I ULVİYE : Yüce hisler, duygular.
SİRKAT : Çalma, hırsızlık
MEYELÂN : Bir tarafa eğilmiş, ziyâde meyil gösterme, yönelme.
HÂLET-İ RUHİYE : İnsanın ruh hâleti, manevi ve iç durumu.
HADD-İ ŞER'Î : Şeriat kanunlarıyla verilen ceza.
ULVÎ : Yüce, yüksek.
ZECR : Menetme, engel olma.
TARD : Kovma.
TEMÂYÜLÂT : Meyiller, yönelişler, düşünceler, arzular.
TEBEYYÜN : Açığa çıkma, belli olma, sabit olma.
KUVVE-İ VÂHİME : Şüphe etme duygusu.
BATTAL : Bâtıl, boş, hükümsüz.
AHKÂM-I İLÂHİYE : Allah\'ın hükümleri.
SAADET-İ BEŞERİYE : İnsanlığın mutluluğu.