Cuma günü ikindi namazından sonra mihrabın önüne masa yine kuruldu ve hocalar çağrıldı. Cami içindeki kalabalıkta bir problem yok cemaat bir hayli yoğun, fakat homojen değil. Yani insanlar adeta bir vazifeyi ifa sadedinde orada olduğu anlaşılıyor. Konu Peygamberimiz (a.s.m) olunca ona olan muhabbet ve hürmetten insanlar oturup bilgilerini tazeleyebiliyor. Konuşmacılar tebliğlerini sunduktan sonra akşam namazından sonra Türklerin tebliğ sunacağı anonsu yapıldı.
Çad’da tanıştığımız Cezayirli bir hocamıza Akşam namazından önce Risale-i Nurları oturan ilim adamlarına tanıtmasını istedik, o da “olur” dedi ve tam ayağa kalkmışken Ezan-ı Muhammedi okundu. Artık vakit kalmamıştı. Zaten kapı açıldı ve bizi caminin içine aldılar. Akşam namazından sonra sempozyum düzeni tekrar sağlandı. Fakat kalabalık daha da artmıştı. Oturumu yöneten Cezayir üniversitesinden Prof. Muhammed Bin Aşor, Said Özadalı’dan başka ilk olarak nurları 1982’de tanıyan Said İyadi var. Ayrıca Fas’tan Prof. İdris el-harşafi ve Libya’dan Muhammed Ebu İceyle de davet edilen ilim adamlarındandı.
Said Özadalı son konuşmacı idi. Bütün konuşmacılar konuşmalarında mutlaka bir şekilde Türkiye’ye atıfta bulunuyorlardı. Nihayet sıra bize geldiğinde yönetici Türkiye’yi çok sevdiklerini, kalplerinin bir parçası ve numune-i imtisalleri olduğunu fakat geç kalındığı ve yatsı namazı kılınacağı için 20 dakikalık süreye sadık kalınması için ricada bulunduğunu söyledi. Said bey, “insanlar buradan uyumaya gidecekler 500 senedir Müslümanlar uyuyor. Bu yeterli. Artık Kur’anın sabahında uyanmamız gerekiyor” deyince cemaat bir ihtizaza geldi ve pür dikkat kesildi.
Euzu billahi ve salavattan sonra Mucizat-ı Ahmediye’de on dört reşhanın birincisini okumaya başladı. Rabbimizi bize tarif eden üç büyük, küllî muarrif var. Birisi: Şu kitab-ı kâinattır ki, bir nebze şehadetini onüç lem'a ile Nur Risalesinden Onüçüncü Ders'ten işittik. Birisi: Şu kitab-ı kebirin âyet-i kübrası olan Hâtem-ül Enbiya Aleyhissalâtü Vesselâm'dır. Birisi de Kur'an-ı Azîmüşşan'dır. Şimdi şu ikinci bürhan-ı nâtıkî olan Hâtem-ül Enbiya Aleyhissalâtü Vesselâm'ı tanımalıyız, dinlemeliyiz.
Evet o bürhanın şahs-ı manevîsine bak: Sath-ı Arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber... O bürhan-ı bahir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatib, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkeb bir halka-i zikrin serzakiri.. bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya taravettar semereleri bir şecere-i nuraniyedir ki; herbir davasını, mu'cizatlarına istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimad eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar. Zira o, "Lâ ilahe illallah" der, dava eder. Bütün sağ ve sol, yani mazi ve müstakbel taraflarında saf tutan o nuranî zakirler aynı kelimeyi tekrar ederek, icma ederek manen "Sadakte ve bilhakkı natakte" derler. Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesabsız imzalarla teyid edilen bir müddeaya parmak karıştırsın? (Mektubat (197)
Gerçekten cemaat pür dikkat kesilmiş adeta nefes almadan dinliyorlardı. Said bey birinci reşhayı okuyup bitirince “tamam” dedi ama bu sefer oturumu yöneten hoca “çok az oldu” diyerek Bediüzzaman’ı anlatmaya başladı. En az 10 dakika kendisi konuştu, sonra Said İyadi ve daha sonra Faslı alim El-harşafi sıra ile mikrofonu alarak “Bediüzzaman kimdir, ne yapmaya çalışmıştır ve çektiği zahmet ve meşakkat” anlatıldı. Risale-i Nur’un nasıl bir tefsir olduğu ve dünyadaki tesiri anlatıldı daha sonra mikrofon tekrar Said Özadalı’ya verildi. Said bey en az bir on dakikada irticalen Risale-i Nur’u ve tesir sahasını anlattı. Yani 20 dakikayı çok görenler en az 40 dakika vermişlerdi. Fakat en güzel tarafı da dinleyicilerin dikkatinin çekilmesi idi. Bu fırsat iyi değerlendirilmeli idi ve öyle oldu. Said bey; Cezayir’e gelince yanımızda bir hayli kitap getirdiğimizi ve yarın inşallah bu kitapları cemaate dağıtacağımızı söyledikten sonra oturum bitti. O gün başkentten Mustafa Gazi ve Cezayir’de iş adamlarına yatırım danışmanlığı veren ehli hizmet bir kardeşimiz Nurullah beyler de sempozyumu takip için aramızdaydılar. Oturumun bitmesi ile beraber halkın bize teveccühü görülmeye değerdi. Ayrıca gazeteci ve radyocuların program yapma teklifleri ve ricaları da vardı.
Hocalar ve misafirlerle beraber devlet erkanı caminin toplantı salonu bölümüne geçtik. Hediye olarak götürdüğümüz Risale-i Nur külliyatı sehpanın üzerinde duruyordu. Bizim Cezayirli Abdulhalim hocayı bulamayınca, Said İyadi’den külliyatı hocalara tanıtmasını istedik. İyiki de ondan istemişiz. Talikattan tutun ta Zülfikar’a kadar Risale-i Nur külliyatının bütün kitaplarını tek tek adını nerden aldığını tutun kaç tarihinde telif edildiğine ve neden bahsettiğine, yaptığı tesire kadar en ince detaylara kadar vukufiyet sahibi olduğunu bize ve bütün herkese gösterdi.
Biz Türkler şaşkınlıkla biribirimize bakıyorduk. Muhteşem bir tanıtım olmuş ve mutluluktan ne yapacağımızı bilemez durumdaydık. Yaklaşık yarım saatlik bir tanıtımdan sonra Cezayir üniversitesi İlahiyat Fakultesi tarih anabilim dalı başkanı ve dekan yardımcısı Prof. Muhammed El-emin Belgis de 15 dakikalık Risale-i Nuru ve Bediüzzaman’ı anlatan bir konuşma yaptı. O saadetle camiden çıkıp otelimize gittik ve arkadaşlarımızla Cezayir’deki hizmetleri konuştuk.
Yarın inşallah Cezayir’deki kardeşlerimizle birlikte Kostantin şehrine yaptığımız geziyi anlatacağım.
Saadet ve muhaabetle kalınız...