Her çiçek bir duyguyu özetler. En çok da aşkı söyler. Çiçek gelin, yıldız damattır. Gökyüzünde yeryüzündeki çiçek adedince yıldız vardır. Her çiçeğin kaderinde bir yıldız vardır. Ömür kısa da olsa beklemeye değer. Yıldızlara talip çiçek sabırla gecenin gelmesini bekler. Yıldızlar gece olunca çıkarlar, güneşin bıraktığı yerden dünyayı aydınlatırlar. Çiçekler güneşte, yıldızlar gecede açar. Çiçekleri zindana atmayın efendiler çiçekler zindanda yaşayamaz. Kadınlara dünyayı zindan etmeyin erkekler, kadınlar karanlıkta yaşayamaz. Her şey kaderde saklıdır. Dünyaya hükmedemezsiniz. Allah istemedikçe bir çiçeği bile koparamazsınız yıldızları yerinden oynatmadan.
Geceleyin gökyüzü çiçek açar, yıldızlar göğü kaplar. İnsan odur ki gece basınca yıldız, güneş açınca çiçek açar.
Gülün dikeni, insanın çilesi
Gülün dikeni var, hemen her çiçeğin yanında ot açar. Toprağa gül ekiyorsun, yanında diken de bitiyor. İnsan dikensiz gül, çilesiz ömür istiyor. İlla da dikeni olacaksa gül solunca dikeni de çürüsün istiyor. Bu dünya böyledir, güller gider, dikenler kalır. Yine de herkesin aklında diken değil gül kalır. Gülü seven dikenine, kulu seven derdine, dünyayı seven çilesine katlanır. Bakarsın dünya zindanında bir çiçek açar. Bir çiçekle bahar olmaz deme, bazen bir çiçek dünyaya bedel oluyor, dünya cennete dönüyor. Misal: Gül-ü Mustafa (sav). Biz Hz. Mustafa’ya (sav) gül deriz. Güle (sav) benzesin diye kızlarımıza bile Ayşegül, Songül diye gülden isimler veririz. Gülden terazi yapar, gülü gül ile tartar, dünyanın darasını alırız.
Vefa
El ile dil kardeştir. Çiçeğe dokunan el de, çiçek gibi insanlarla konuşan dil de çiçek kokar. Çiçeğe bakanın dilinden bal akar. Bilmeyen için el de, dil de, çiçek de, tüfek de birdir; el uzatsan dil, çiçek uzatsan tüfek sanır. Bilirim, çiçeklerin boyunları bir kez kırılır. Bir kez kırılmaya görsün kimse başını kaldıramaz. Kalp narin çiçektir. Bir defa kırılmaya görsün artık iflah olmaz, kıranın yüzüne bakmaz. Çiçeği solduran ölüme yakınlığı, insanı ihtiyarlatan dostların vefasızlığıdır. Çiçekleri fırtına, çiçek gibi insanları vefasızlık yıkar. Gıdalar mideye, vefasızlar kalbe, dünya yükünü çekemeyenler toprağa defnedilir. En zoru da nedir bilir misin? Nadide bir çiçek olduğunu bilirsin de açacak toprak bulamazsın. Bundan daha zoru açmayı umduğun, kendisine gönül bağladığın bahçenin hazan yaşatmasıdır. Sen, sen ol, çiçekleri koparma. Çünkü solunca ağlıyorsun, kurusuyla idare etmek zorunda kalıyorsun. Her çiçek senin olsun, herkes senin gibi düşünsün istiyorsun sonra da dünyayı da, dünyanı da cehenneme çeviriyorsun, çevirme.
Lale Devri: Çiçeğin kokulusu, kadının akıllısı makbuldür
Kimimiz dağda, kimimiz saksıda, kimimizde vazoda çiçektir. Gül Hz. Mustafa’yı (sav), lale Allah’ı söyler. Bir dönem Osmanlı laleye başka şeyler söyletmeye kalkar. Koca imparatorluğu yıkan Lale Devri başlar. Vazo ile saksı arasındaki farkı en güzel çiçekler bilir. Saray ile zindan arasındaki farkı en güzel hem sarayda hemde zindanda yaşayan Yusuflar bilir. Böyle zamanlarda saray vazosunda lale olmaktansa zindanda karanfil olmak yeğdir. Lale soğanı her yıl yalnızca bir çiçek verir, ille de laleye özendiysen bir çiçek vermeden gitme. Unutma dünya zindanında çiçek gibi yaşayana ahiret sarayda bahçe olacak.
Çiçek Mezarlığı
İçim çiçek mezarlığına döndü deme. Bende de oluyor bazen öyle şeyler. Ama sonra herşey yoluna giriyor.
“Sürgün verir bahar akşamları
Kanımda bin bir yara açarak
Ateşleyip hastalıkları
Azdırır çiçek açar gibi ağrıları…”
O zaman canım sıkılır. Bir denize, bir de karanfile bakarım.
“Ey deniz sen bana bir kıyı vermedin
Suyundan bir damla kanıma serpmedin
Ve ey karanfil sen de bana bir gölge vermedin
Bir ağaç gibi dayandığımda ardına bir gönül...
Oysa sevmediysem deliler gibi seni
Haydi koparsınlar bir çiçek gibi senden beni
Niçin güzeldir çocukların adları
Niçin yorucudur bu kadar çiçekler
Ve niçin boyun vurucudur bu kadar vefasızlar”
Neyse, derim, kaderime teslim olurum.
“Boynumu koyuyorum musalla taşına
Cellat öpüp duruyor çiçek saplı baltayı
Sanki sesim birikiyor bir çiçeğin koynunda
Sanki burcu burcu şiirler açıyor mezarlıkta
Belki bunun için boynumu koyuyorum musalla taşına
Belki bunun için cellat öpüp duruyor çiçek saplı baltayı
Belki bunun için sesim birikiyor bir çiçeğin koynunda
Belki bunun için burcu burcu şiirler açıyor mezarlıkta.”
Eskiden aşklar çiçek tadındaydı. Aşka gelince, cenazeye gidilince çiçek götürülürdü. “Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım” diye sevilene methiyeler dizilirdi. Çiçeğin ve aşkın yükü ağırdır, herkes taşıyamaz. Şimdilerde eline bir çiçek alan koşuyor sevdiğine. Bazen o bile zor geliyor. Plastik çiçek çağında çiçeklerin ruhu olduğunu unutuyor, sanaldan çiçek gönderiyor. Bazen cenazesine bile gelmiyor, çelenk gönderiyor.
“Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum” diyen Peygamber şairinin sesini duymuyor, duymuyor.
“Peygamber Çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi
Sırrımı söylüyorum vefakâr balıklara
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi
Koyverip telli pullu saçlarımı rüzgâra
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...”
Ah biz güneşe ve aşka perde çekmeye çalışıyoruz. Görmezden, duymadan geliyoruz. Oysa aşk, insanı önce deli, sonra veli eder. Yar güneştir, görmeye yürek dayanmaz.
“Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek”
Çiçek Hastalığı: Dünya Aşkı
Kâinat bir ağaçtır, ağacı çiçeksiz bırakmayan, kâinatı gül-ü Mustafa’sız (sav) bırakır mı? Papatyadan fal tutuyor, incir ağacından medet umuyorsun. Âlemi çiçek, kendini arı biliyor, hepsinin tadına bakmak istiyorsun. Dikkat et, hazer et, bazı çiçekler zehirlidir. Bir çiçekte batma, dünyaya gönül bağlama. Dünya kocaman bir çiçektir; pencerelerden seyret, içine dalma.
Çiçekleri sevdiğini söylüyorsun ama sulamıyorsun. Rabbini sevdiğini söylüyorsun ama O’nu dualamıyorsun. Sonra da çiçek hastalığına tutuluyorsun. Dünya aşkı çiçek hastalığı gibidir. Bir kez tutulmaya gör ömür boyu izini taşırsın. Eskiden çiçek hastalığına tutulunulurdu, artık tarihe karıştı. Fakat dünya hastalığımız devam ediyor. Biri bize bir çiçek verse hemen hastası oluyoruz. Sonra da ruhumuza çiçek aşısı yapacak birini arıyoruz.
“Ben sizin ruhunuza çiçek aşısı yapayım
Da çiçekler açsın ruhunuz
Hadi alkışlayın!
Biliyorum hala biraz safım
Keşfettim
Küçük ruhlarınızdaki büyük Amerika'yı
Hadi alkışlayın!
Bu sizin başarınız.”
Eskiden âşıklar aşkın bedelini öderlerdi, hasretinden vereme düşerlerdi. Derdini kâğıtlara dökerlerdi. Mektupla birlikte bir de çiçek koyarlardı zarfa. Dünya bir zarftır, insan sonsuzluğa gönderilen mektuptur. Mektubun yanına çiçek koymayı unutma. Bak ne diyor çiçeklerin Üstadı.
“Ey Zühre-misâl! Sen gidiyorsun. Fakat çiçek olarak git. İşte gittin. Terakkî ede ede tâ bir mertebe-i külliyeye geldin. Güyâ bütün çiçeklerin hükmüne geçtin.”