İslam’da “mukabele-i bilmisl”i sınırlandıran kuralları vardır. Bunların başında, kadınlar, çocuklar, savaşma gücü olmayan yaşlılar ve hayatını inzivada ibadete adamış olduğu için savaşla bir alakası olmayan ehlikitabın dindarları gelir. Bu gibi insanlar, sözlü veya fiilî, maddî veya manevî olarak, savaşan düşmana yardım etmedikleri sürece öldürülemezler. (bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 6/421-422)
Bu konuda bir çok hadis-i şerif vardır. Misal olarak bir-iki tanesini arz ediyoruz:
Hz. Enes’in bildirdiğine göre, Peygamberimizin (a.s.m) savaşçılarına şu talimatı veriyordu:
“Allah’ın adıyla, Allah’a dayanarak, Allah’ın Resulünün milleti olarak hareket edin. Pir-i fani olan yaşlıları, bebekleri, küçük çocukları, kadınları asla öldürmeyin. Ganimette hıyanet etmeyin, ganimetlerinizi iyice toplayın, yapıcı olun, iyilik edip iyi davranışlarda bulunun, şüphesiz Allah iyi davrananları sever.”(Neylu’l-evtar, 7/246).
Abdullah b. Abbas’tan gelen rivayete göre, Peygamberimiz (a.s.m) askerlerini savaşa gönderirken, “İnzivaya çekilmiş, mabetlerde ibadetle meşgul olan kimseleri öldürmeyin.” talimatını veriyordu(Neylu’l-evtar, 7/247).
Bu sebeple, zalimlerin yaptığı zulmün bir benzerini uygulayarak, İslam’ın “dokunulmaz” kabul ettiği masumların kanına girmek, ayrı bir zulüm olur. Bu sebeple, “Bir kafir bir Müslüman beldesine saldırsa, çoluk çocuk 100 Müslümanı şehid etse, Müslümanlar da aynıyla mukabele edip bir kafir köyünü bombalayabilir.” yorumu isabetli bir yorum değildir.
“Ecdadımız da kuşattıkları yerlere mancınık atmamışlar mı?" şeklindeki sorunuz haklı ve doğrudur. Bu konu, savaşın mecbur ettiği durumlardır. İcap ettiği takdirde, içinde Müslümanlar da olsa, -kâfirlerin öldürülmesi kast edilerek- mancınıklı veya bombardımanlı bir kuşatma caizdir. Bunları birer istisna hali olarak değerlendirmek gerekir. (bk. el-Fıkhu’l-İslamî, 6/423)
Hukukun en mükemmelini ortaya koyan İslâm, işlenen suçlara verilen cezaların tatbikinde çekimser ve merhametli davranılmasını (Nisa, 4/2) ve yapılan zulme fazla değil ancak misliyle mukabele edilmesi (Bakara, 2/194) gerektiğini, geçmiş kavimlerden İsrailoğullarına da cana karşılık can; göze göz; buruna burun, kulağa kulak ve dişe karşı diş ile kısası (Maide, 5/45) emretmiştir. Bakara 194. ayeti hakkında Hasan el-Basri insanın burun, kulak ve dudağının kesilmemesi, kadın, çocuk ve savaşamayan kimselerin öldürülmemesi hükmünü çıkarmıştır. "İnsanların kulak, burun ve dudaklarını kesmeyiniz. Çocukları, kilise ve havralarda ibadet eden rahipleri öldürmeyiniz." (İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azim: 1/226).
Savaş esnası, gerçekten çetin bir hengamedir. Ölmek veya öldürmek yeridir. O esnada pek çok insan, itidalini kaybeder. Akıl bir köşede kalır, hisler ön plana çıkar. İşte, böyle bir halde iken ne yapılacağını şu ayetten öğreniyoruz:
"Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez." (Bakara suresi, 190)
"Sizinle savaşanlarla" kaydı, "savaşamayacak olan yaşlı, çocuk, ruhban ve kadınlarla savaşmayın" mesajını verir. (Beydavi, I, 108) Ancak, kadınlar savaşıyorsa, onlarla da savaşılır. (Sabuni, Revaiu'l-Beyan, I, 217)
"Aşırı gitmeyin" ifadesi ise, kulak-burun kesmek gibi taşkınlıkları, yağmalamak gibi aşırılıkları yasaklar. (İbnu Kesir, I, 328; Beydavi, I, 108; Sabuni, Revaiu'l-Beyan, I, 216-217)
Sorularla İslamiyet