“Çıkageldi” ruhların kalitesi, “intihab”/seçilmiş olmalarıdır. Barla Lahikası ve içindeki kahramanların nurani halkaya dahil olmave Risale-i Nur’un inşa sürecinde yaşadıklarının tamamı buna yakındır. Sonrasında ise, saff-ı evvelin saflığında, riyasız ihlasında ve hilesiz hallerinde ilerleyenlerin asli ruhları, risalenin ruh-u aslisine tevafuk etmiş ve birbirine sarılmışlardır. Şahıs manaya hamlederken varlığını, mana şahsı şahsilikten kurtarmış. Sonuçta şahs-ı manevi böyle teşekkül etmiştir.
Şahs-ı manevi kurumsal bir temsile dönüştüğünde ve tesanüdü sağlayan taksimüla’mal idrak edildiğinde,her fıtrat kendi fıtri seyrinde görev almakta ve görevini en iyi yapma hususunda sadakatle çalışmaktadır. Böylece yek diğerine müzahir olmaktadır. Kooperatif üyeleri gibi maddi bir çatının şahs-ı neviye münhasır olacak maddi bir yapı ve dikey bir örgütlenme,hakikati inciten bir iktidarlaşma ve kolonileşme Risale-i Nur geleneğinde çok şükür olmamıştır.
Çıkageldi ruhların teşkil ettiği şahs-ı manevi sisteminde, müspet bir yansıma olarak; faaliyete engel teşkil eden sınırları, tamimleri,telkinleri ve tahditleri/tahsisleri kabul etmeyen bir ortak aklın/vicdanın/havuzun içinde erime söz konusudur. Bu havuzun suyu/enerjisi, durağan olmayan,yeknesaklıktan çıkmışve ülfet perdesi altındaki gafletin rutinleştiren mantığından uzaktır. Bir hareket/bereket meydana gelir.
Müteharrik-i bizzat/aksiyon olan bu hareketler; Sürekli akan, dolan,boşalan,devir daimle yenilenen ve her daim “çıkageldi” si bol olan kaynak takviyesine dönüşür.
Böylesi çıkageldi ruhlar,hakikati yüceltir,manayı kuvvetlendirir,zaferi perçinler. Tam bu noktada insan kabına sığmaz,yeni fikirler kabul görür,insanlar görevlerini bir başkasına huzurla devrederler, yeni kabiliyetlere fırsat doğar, yeniden cevelan, cazibe ve mahviyet pınarları oluşur.
İşte bu hal içinde kalbin kalbe ayna olduğu,zahiri olanın batına teslim olduğu, formun fonksiyona dönüştüğü, takdirin tecelliye zemin hazırladığı fütuhatlar çağı başlar. İnsan kendini ve yaptıklarını yetersiz görme noktasına gelir. Tekamülün basamaklarına tırmanma arzusuna girer, teşebbüs eder. Tevekkül ve teslimiyetle yol alır yada yolunda sebat eder, ilerler. Şevk verir, teşvik eder, dua eder, zafiyetlerini telafi ve rıza dairesinde eksikliklerini tamamlamak için istinat arar, tesanüt ister, medet ister, böylece muvaffakiyet kapıları açılır.
İsterseniz yukarıda izah ettiğimiz manalar zincirinin ve sırların keşfi sadedinde kaderin yüksek tecellilerine ve hikmetine akıl erdiremeyecek noktada durup,bunun pratik ve beşeri olabilecek tarifi sınırlarında birkaç müşahede ortaya koyalım:
“Çıkageldi ruhu”yla bakmak nasıl olacak? diyeceksiniz? Birkaç örnekle açalım mevzuyu;
-Öncelikle,risale eksenli duyduğumuz veya gördüğümüz bir projeye/fikriyata sevinmek, teşebbüslere hüsn-ü zan etmek, teşvik ve tebrik etmek,
-“Yapan yaptıran Allah’tır.” prensibinden hareketle kıskançlığa girmemek ve kıskançlığın tedavisi olarak insanlara/sebeplere fazla anlam yüklememek ve sadece sebep olduklarını bilmek,bu çerçevede takdir etmek, dua etmek,
-Kemalizm’in seküler mantığının ve dünyevi akıl olan zahirperest nazarın münekkit anlayışının, kıyas-ı binnefs yapan anlayışın dışına çıkmakla euzuyu okumaktır. Sonra Bismillah sadedinde Kur’ana hizmet merkezli her hayırlı teşebbüsün sadece mahiyetini doğru öğrenmeye çalışmak,kalben/aklen/hissen taraftar olmak,
-Müspet taraftan bakmak, teşvik etmek, empati ile ona zaman ayırmak, onun derdine derman olacak en azından teselli vermek ve takdir etmekle Haliliye mesleğinin şuuruna ermek,
-İttihad-ı İslam’a giden yolu açık tutmak ve bu yolda karınca kararınca bütün kainat organları/canlıları/cansızları/insanları/grupları/cemaatleri ile inkişafa açık olmak ve müspet olan her şeyi desteklemek,
İşte Çıkageldi’ye inanmak, hesapta olmayanın elde olduğunu bilmekten öte inanmakla olduğunu idrak etmektir.
Bediüzzaman Hazretlerinin inşa ettiği çıkageldi kültüründe, minnetsizliğin zirvesi vardır. Dağ başında,soğuk günlerde,karlı yamaçlarda, kimsesiz doruklarda ve acı çektiren “müteessifane” hallerde derinleşirken Rabbine sığınmanın lütfettiği ikramlar vardır.Çamdağında,üstadın sadık ve mübarek iki Süleymanı vardır. Bizzat yaşadığı ve “Çıkageldi” ile ihtiyacının ikramla karşılandığıve teselli bulduğu hadise, binlerce çıkageldi hikayesinden/hakikatinden sadece bir tanesidir.
Çıkageldi ile düşünenler, meşru olmayanla ve menfilikle uğraşmadığı gibi hayaline bile getirmez. Çünkü faaliyet halindedir, “çıkageldil”eri beklemektedir ve hedefi ile maksadını düşünmektedir. Başka şeyleri düşünemeyecek kadar çıkageldi kültürünün ahlakına sahiptir.
Çıkageldi, öncelikle bilmek değil, inanmaktır, yapmak değil idrak etmektir, teşebbüs değil niyet ve ihlastır, görünen değil görünmeyendir.
Peki, dünyanın sebepler ülkesi olduğu, darülhikmet prensiplerine göre “Çıkageldi”yi nereye koyacağız?
İşte bu ikinci kısım birinci kısım olan idrak ve iz’andan sonra çok gerekli ve elzemdir. Biri mülk diğeri melekuttur. Biri manay-ı ismi diğeri harfidir.
Çıkageldi,yol hikayeleri gibidir. Çıkar,gelir,sizi bulur,kaybolur gider. Yeter ki siz yolda olun, yolunuzda ilerleyin. Farkında olmadan dahaönce hayal bile edilememiş/kurgulanmamış/planlanmamış bir lütfa mazhar olursunuz, tahdis-i nimet yaşarsınız. Ve ruhunuz bu ikram altında lezzetlenir. Bir daha belki de yaşayamazsınız böyle bir nasibi. Çünkü tekrarı yoktur,şartların ve sıkıntının ikramıdır. Talep edilerek ve kalben dahi müntazır kalınarak elde edilen bir şey değildir.
Eğer idrakin politize düşüncelere kayma riski oluştuysa,bir yandan hubb-u cah girdiyse,hasretle yine öyle bir şey bekler durursunuz. Ama nafile. “Çünkü ihlasa niyet, ihlası bozar.” Zaten istihdam olunmak bunu gerektirir. Kendinden bilen yanılır ve yanıltır. Rabbinin fazlı olarak görmek ise şükür vasıtasıyla nimeti ziyadeleştirir. Zaten, “çıkgeldi” ruhları,beraberce bir sırrın parçasıdırlar ve asla şahsileştirilemez ve beklenmedik anda vücuda gelir. Ve insan imtihanını verircesine ı ızdırar/ızdırap/talep diner,sükunet bulur. Planlanarak olmayan hallerdir bunlar.
Risalenin hizmet tezahürlerine bakılırsa, “çıkageldi” risale-i Nur’un formatıdır, değişmeyen sistemidir. Beklentiye girmeden kadiülhacata ihtiyaçlarımızı arz etme makamıdır.
O isterse verir, vermezse de takdiridir. Debelenmek değil,değerlendirmek lazım her takdiri ve tekdiri. Anlamaya çalışmak ve anlamadığımızda da teslim olmak, ayrı bir lütfa mazhar edebilir.
Evet,her sıdk, sıddık-ı ekber ister. Bediüüzaman’da kendi sıddıkını arar. İşte bunlardan biride Sıddık Süleyman’dır. Bir ihtiyaç anında çıkagelir. Ve üstadını mesrur eder. Çarasizliğin çağı/dağı Çamdağı bir bağ olur. Kanbağı olur adeta kardeşlik/arkadaşlık sadedinde.
Ve Haliliye mesleği terfi eder, İsar hasletiyle taçlanır.