Şu varlık âleminin ilim ve hikmetle âdeta kaynaştığını hepimiz biliyor ve görüyoruz. Göz hakkında kütüphaneler dolusu kitap yazılmış olması gözdeki mânâ zenginliğinin en güzel bir ifadesi olduğu gibi, o kitaplar da sanki göze yerleştirilen ve onda kendini gösterin ilmin kitaplaşmış hâli gibidir.
Göz, kâinat kitabından sadece bir kelime yahut bir harf. Onun penceresinden âleme baktığımızda her şeyin bir lafz-ı mücessem yani cisim giymiş bir söz, mânâ dolu bir kelâm olduğunu daha rahat görebilir ve okuyabiliriz. Nur Külliyatı’nda geçen mektubât-ı Rabbaniye ve kelimat-ı kudret gibi ifadeler de aynı mânâ zenginliğini akıllara sunan rehber ifadelerdir.
Cisim denilince aklımıza hemen ruh gelir. Buna göre her bir sanat eserinin ifade ettiği mânâlar onun ruhu gibidir. Çok mânâlı ifadesi bizi bu yaklaşıma götürür. Öte yandan bu mânâların ne olduğu sorusunun cevabı ise cümlenin devamında ifadesini buluyor: Sâni-i Zülcelâl’in esmâsı. Yani, o eserde okunan İlâhî isimler. Bu noktada bir başka hakikat dersini hatırlıyoruz: “Her eser-i Samedanî, bir mektub gibi, bir Sâni’-i Zülcelal’in esmasını bildirir. Nakıştan mânâya geçsen, esma yoluyla Müsemmayı bulursun.” (Sözler)
Bir meyveyi düşünelim. Onda Hâlik, Musavvir, Müzeyyin, Rezzak, Kerim gibi nice isimleri okuyabiliriz. Bu isimler onda okunduğuna göre o meyve bir surettir bu isimler ise onun manaları gibidir. Sanki bu isimlerin tecellileri cisimleşmiş de o meyve vücut bulmuştur. Her mahlukun bir sureti bir de hakikati var. Suret, hakikatin cisimleşmiş, görünür hale gelmiş şeklidir. Yunus Emre, “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.” mısralarıyla bize bu inceliği, ince bir üslupla ders veriyor.
Mânâların cisim giymelerinin bazı küçük misallerini insanoğlu da Allah’ın izniyle yakalamış durumda. Bir teyp bandı, bir disket yahut bir CD içlerinde ne kadar mânâları taşıyorlar. Bir ömrün mahsulü olan binlerce sayfalık eserleri ince bir levhaya yerleştirebiliyorsunuz. O küçük levhayı bilgisayar nedir bilmeyen birisine verseniz hiçbir şey anlamaz. Buna “Yirmi kitap kaydedilmiş.” deseniz aklına sığıştıramaz. Ama bir başkası, CD’yi bilgisayarına yerleştirir ve ondaki bütün manaları ekranda, bir bakıma, seyreder.
Bu kâinat ve içindeki her varlık, kitaplar dolusu ilim ve hikmet yüklü. Bu varlık âlemini donuk bakışlarla seyreden ve onlardaki engin manalardan uzak yaşayan insanlar için İlâhî bir irşat hareketi başlatılmış. Bu hareketin ilk temsilcisi Hz. Adem (as.) İnsanların kalpleri iman ile ışıklanmadıkça bu kâinat kitabını okumaları mümkün değil. Okuma cihazı, fertlerin kalplerine ve dimağlarına yerleştirilecek. Hidayet nuru Allah’ın hazinesinde. Biz, insanları o nura çağırmakla görevliyiz. Bundan ötesine gücümüz yetmez. O nura kavuşanlar, şu sessiz zannedilen varlık âleminin, “Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tespih etmesin.” (İsrâ Suresi, 44) ayetiyle haber verilen tespihlerini, zikirlerini, tekbirlerini işitmeye başlarlar. İnsanlık âlemine yapılacak en büyük hizmet budur. Böyle olmasaydı insanların en büyükleri, ömürlerinin tamamını bu yola fedâ ederler miydi?