Kim bilir, hangi akıllı “büyük” bu işi îcât etmiştir! Her 23 Nisan’da, devletin çeşitli kademelerinde görevli kişiler, makàmlarını kısa bir süre de olsa çocuklara terk ederek bir çeşit oyun oynarlar. Devlet ile vatandaşın bütün şifreleri, bu küçük oyunda açık - seçik gözler önüne serilmektedir.
Devlet’in o noktadaki temsilcisi, koltuğuna haşmetle kurulmuş; vatandaşın temsilcisi, yanında ceketini iliklemiş, esas duruşta dikilmektedir. Bu oyunda eski tâbiriyle hâkimiyet-i milletin, yânî demokrasinin noktası bile yoktur. “Hâkimiyet milletindir!” ibâresi de tıpkı “Milletin efendisi köylüdür!” gibilerinden bir aldatmacadan ibârettir. Ağlamasın diye çocuklara bir şeker vermek nev’indendir.
Çocuklarımız, daha bu çağlarda “devlet” denilen târifsiz büyüklükle karşılaştıklarında, “devlet adamlarından”, “yüce makamlar” karşısında nasıl mürâîce davranmak gerektiğini yaşayarak öğrenmektedirler. Evde ebeveyn, okulda öğretmen, sokakta güçlü hep emretmek, ezmek, dövmek, hakàret etmek, susturmak, îtirâz kabûl etmemek, haksızlıklar karşısında sızlandırmamak konusunda zihin ve rûhlardan silinmez dersler vermek sûretiyle çocuğu hayâta hazırlamaktadırlar.
Başında tartışmasız “millî” sıfatının bulunduğu eğitim, kültür, târîh, coğrafya gibi pek çok kurum ve bilim vâsıtasıyla kalınlık makinelerinden geçirilen fertler çeşitli görüş, fikir, inanış ve yaşayış kamplarında ihtisâslarını tamamladıktan sonra toplumdaki seçilmiş yerlerini alarak, kendilerini idâre edecek kişileri seçecek düzeye çıkmaktadırlar.
Bu arada kalmışsa, erkeklerin en son çıkıntıları da asker ocağında iyice törpülenip düzeltilerek; yarayışlı, itâatkâr, emre âmâde, ağzı var dili yok “mankurt”lar meydana getirilmektedir.
Artık kullanılabilecek şekle getirilen vatandaş ya devletin çarklarından biri olarak, altındakileri ezip öğütmek görevini alacaktır veyâ ezilip öğütülecek itâatkâr vatandaş olarak kalacaktır. Kendisine hizmetle mükellef me’murun karşısında ezile büzüle derdini anlatmaya çalışacaktır. Hastalığını anlatmak için doktorun kapısında saatlerce beklemeye, odaya girdiğinde – oradaki koltukları kirletmemek için – ayakta durmaya özen gösterecektir. Hakkını aramak için karakola, mahkemeye salavatla girecek, sâlimen kurtulduğu için adaklarla çıkacaktır. Vergisini yatırmak için banko banko gezecek, bugün gidip on gün sonra gelecektir. Çeşitli vaadlerle cezp edildiği bankaya para yatırırken gördüğü kolaylığı, parasını çekerken göremediğinden ifrit olacak - eli mahkûm - kuzu kuzu “matik”lerde sıra bekleyecektir. Nüfûs’tan Tapu’ya; Trafik’den Belediye’ye, hâsılı beşikten mezâra kadar vatandaşlığın doyumsuz hazzını tadacaktır.
Süslü sözlerle, mânâsız törenlerle insanları kandırmak kolaydır. İş, sözünü şahsında uygulamaktır. Meselâ: “Halkın hayırlısı, halka hizmet edendir.” Cümlesini söyleyen Zât (asm), Allâhu Teâlâ’nın en sevgili ve en yetkili kulu olmasına rağmen, sözü özünü desteklemiş; hayâtı boyunca söylediğini yaşamış, yaşadığını söylemiştir. Kendisini halktan üstün görmemiş; köle ve fakirlerle aynı lokmayı, aynı mekânı paylaşmaktan gocunmamıştır.
Kendisinden sonra yolundan bir milim ayrılmayı sadâkatsizlik sayan ashâbından (ra) biri olan Hz. Ömer, devlet başkanı iken, bal küplerinin dibinin çalkalanması ile elde edilen bal şerbetini, çoğunluğun içemediği gerekçesiyle içmeyi reddetmiştir. Örnekler, ciltler doldurabilecek kadar çoktur.
Halkın güdülecek bir sürü olduğu zihniyeti, insanlık târîhi kadar eskidir. Beşeriyetin ömründe anlık rüyâlar gibi, maalesef çok ender zamanlarda, idâreciler kendilerini yönetilenlerle eşit addetmişlerdir. Sâir vakitlerde halk, hiçbir hakkı olmayan, hâk ile yeksân edilmesinde bir beis bulunmayan mahlûkàt gibi görülmüştür.
Nice mücâdeleler, kıtaller, cinâyetler cereyân etmiş; oluk oluk insan kanı akıtılmıştır. Hürriyetin her rengi, çeşitli isim ve resimler altında takdîm edilmesine rağmen, insanlık, “Asr-i Saâdet”teki emsâlini, maalesef, hiçbir çağda yaşayamamıştır.
İhtiyar dünyâmızın, 21. yüzyılda bâzı ülkelerde hakîkî hürriyete, gerçek demokrasiye kavuştuğunu duyuyor, okuyoruz. Umalım ve dileyelim, bizim milletimizle birlikte, geri kalan bütün insanlık da bu güzel ni’mete kavuşmakta gecikmesin...