Etraftan ne çok şikâyet, ne çok serzeniş işitilir oldu. Hayatı memnuniyet tahtında yaşama, rıza göstererek soluklanma şöyle dursun, neye karşı direnç geliştireceğimizi, nelere muhalefet zırhını kuşanacağımızı kovalamakla günler kaçıp gidiyor. Zira bitmek bilmeyen bir mücadele ortasında buluveriyoruz kendimizi.
Bize hep böyle telkin edildi hani. “Yaşam dipsiz bucaksız bir mücadele geçidi” dendi, “hayat mücadelesinde duraksar isen kaybetmeye mahkûmiyetini kabullen”, tembihleri bilinçaltımıza iletildi.
Yönlendirilmeye müsait körpe çocuk dimağları hâlâ sıklıkla bu yaklaşımlarla karşı karşıyalar.
Peki, neler yazılı mücadelenin satırlarında? Yani ne için bu mücadele? Ve kime karşı, neye karşı mücadele?
Mücadelenin satırlarında “rekabet” var, “yarış” var, “haset” var, “kıskançlık” var, “kibir” var… Ve hakeza…
Müminlerin kardeşlik bağlarını unutarak birbirleriyle cehde veya rekabete girmeleri, zihinlerinde bir üst anlam tabakasında, bütün canlıların mücadele içerisinde oldukları vehminin bir yansıması esasında. Hayatı canlıların birbiriyle mücadele ettiği bir meydan olarak yorumlamak kaba, hoyrat ve hakikati inciten bir bakışın tezahürüdür ki, arka planda bu anlayışın materyalist düşünceden nemalandığı görülür. Bu yaklaşım insan-varlık- kâinat arasındaki muntazam bağları bir başıboşluk ve düzensizlik zeminine oturtur. Böylece yüksek gayeler barındıran hayatın anlamı merhametsizlik taşıyan bir yarış ve savaş hengâmesine indirgenir. Bu bakış, insan ruhunu nasıl da hırpalar…
Hakikatte kâinatta geçerli olan kanun ise yardımlaşma düsturudur. [1]Yüce Allah (cc), varlıkları muhteşem ve noksansız bir intizamla vücuda getirmiş ve küçük büyük her şeyi kuşatan külli kanunlar koymuştur. Bir atomun parçacıklarından galaksilere kadar varlık sahnesine çıkarılan her mevcut, bu baş döndürücü nizama tabidir. Bu külli kanunlar, varlıkların birbirleriyle yardımlaşması düsturuyla şekillendirilmiştir.
İnsan, bedbin ve hakikatten uzak bir nazarla baksa, kendisini eşyayla, varlıkla, diğer insanlarla ve hatta kaderiyle bile bir mücadele içerisinde görür. İnanç bunalımlarının küresel yayılımıyla geniş kitlelerin böyle düşündüğüne, böyle hissettiğine yaşadığımız dönem itibariyle bizzat tanıklık ederiz. “Hayat bir mücadeleden ibarettir” safsatasının insanın iç dünyasına, fertler arası ilişkilere, aile ve topluma bakan birçok yıkımları sayılabilir.
Hayata bir mücadele sahası nazarıyla bakmak, bütün fiiliyatın galibiyet amacına dönük olarak şekillendirilmesini beraberinde getirir. Hani şu kabaca ifade bulan balık, büyüklük ve yutma üzerine kurulu meşhur nakarat vardır. Büyük balık küçüğü yutar, diyerek insani ilişkileri bu öngörüyle sığıştırmak isterler. Bu yaklaşıma göre, her an bir mağlubiyet ile burun buruna gelmek mümkündür ve hayatın esası da kaybeden yahut yenilir yutulan bir konuma düşmemek üzerine kurulmuştur. Bu sebeple modern dünyanın pür ihtiras insanları mütemadiyen koşuşturur, yaşam gayesini daima ötekilerden öne geçmek üzere kurgularlar. Zira geçilecek, üstüne basılarak geride bırakılacak pek çok rakip vardır. Bu noktada kat edilen mesafelerin nasıllığı, yapılan işlerin keyfiyeti pek mühim görülmez. Ne de olsa hayatın bir mücadele olduğuna katiyetle inanılır. Bu tablo, hâlihazırda farklı görünüm ve biçimleriyle o kadar belirgin ve yaygın ki…
Çocuk, yetiştiği ortamın ikliminde sulanıp yeşereceğinden dolayı ve birincil muhatabı ailesi olduğu için, ilk ve gayet etkili tesir alanı elbette ailedir.
Sosyal medyada bütün şaşaasıyla sergilenen davet sofralarını, ikram masalarını görmüşüzdür. Bu yöndeki paylaşımların oldukça yaygınlık ve sıradanlık kazanması, nasıl bir rekabete işret eder? Anne “en gösterişli sofraları ben kurmalıyım, herkesi şaşırtmalıyım” ya da “en harika dekorasyon bizim evde olmalı, sıradanlıklardan uzaklaşmalıyız” yahut “bu sefer ona haddini bildireyim, altta kalamam” gibi muzır mücadelelere, kof rekabetlere kapılırsa, şahit olduğu hayat sahnelerindeki kareleri sünger gibi emen çocuklar etkilenmez mi hiç? Baba “arabamız falancalarınkinden daha eski düşüyor, bir an önce en yenisi bizim olsa keşke” veya “müdürün gözüne en çok ben girmeliyim” gibi hesapların peşinde koşuşturursa, etrafına menfilikler saçmaz mı?
Evladımızla birlikte gelişim sürecine uygun olarak tefekkür edebilir, muhakeme için zemin hazırlamaya çalışabiliriz. (Vücudumuzu düşünelim. Bu fabrikada bilimin çözüp çözemediği, hayale sığan sığmayan ne çok ince işler görülür. Biz bu işleyişlerden bihaber iken, organlarımız, damarlarımız ve hücrelerimizdeki tezgâhlar duraksamaksızın mütemadiyen çalışır. Hücreler, kanallar, damarlar arası alışverişler, hep bir yardımlaşma kuralıyla programlanır ve kendilerine verilen vazifeleri nasıl da ifa ederler… Ya atmosferdeki çeşitli gazların oranları ve birbirleriyle münasebetleri? Zerre kadar bir değişimin bütün hayat sahiplerini etkileyeceği, büyük felaketlere yol açacağı gerçeği, bu oranların kat’i mükemmelliğine, yer küreyle mükemmel ilişkisine ve memuriyetlerine işaret etmez mi? Topraktaki envaiçeşit elementler ve bunların bitkiye, hayvana ve insana uzanan yolculuğu, yine müthiş bir denge ve yardımlaşma kanunuyla izah bulur. Bu minval üzere örnekler nihayetsizdir. Demek hayat, başıboş, yaralayıcı bir cidal olmanın çok uzağında manalar ve yüksek hakikatler ifade eder.)
Hayatı bir mücadele sahnesi olarak anlamlandırmak ve bu bakışla nefsi –tam da onun arzuladığı gibi- mağrurane bir saltanatla taçlandırmak, asrımızda methedilen bir tavır üstelik. Henüz fıtratının bütün safiyetiyle olup bitenleri hissetmeye çalışan küçücük çocuklara “Sen birinci olmalısın, daima en başarılı olmalısın,” kabilinden telkinler, kapalı olarak veya açıkça yapılmakta.
Okul sıralarında öğrencilerin birçoğu, öğrenmenin hazzını, merak, bilme ve anlama süreçlerinin lezzetini alamayıp; yarıştığı ötekiler’in önüne geçmekle tatmin olmaktalar. Ya eğitim sürecindeki yarışmalarla yüklü çeşitli programlar acaba en çok kime, neye hizmet etmekte? Hayattaki amaçlarını başkalarına göre belirleyen, dışarıdaki kalıp konumlandırılışlar ile yönünü tayin etmeye çalışan bir çocuk veya genç, kendi safi fıtratını muhafaza edebilir mi? Kendisine emanet verilen ve özüne dercedilen türlü istidatları tam olarak gün yüzüne çıkarabilir mi? Dış dünyayla uğraşmak, arkadaşlarına galip olmak için hırsla dolan genç, kendi iç âlemine doğru bir seyr ü sefere çıkıp saklı cevherlere ulaşabilir mi? Bilakis, kendi kabiliyet ve öz mizaçlarına sırt dönen öğrenciler, kendilerini daim bir yarışın içinde gördüklerinden hırpalanabilir, üzülebilir ve bir şeylerden vaz geçebilirler. Bunun yanında onların amaçları samimiyetten ve gerçeklikten giderek uzaklaşır. Rekabetin verdiği hırs ile etraftakilere beslenen güzel duygular zedelenir ve yön değiştirebilir.
Evladımıza öncelikle arkadaşlarıyla bir rekabet içinde olmaması gerektiği, Rabbimizin bütün insanlara farklı farklı kabiliyetler verdiği ve bunların keşfedilip işlettirilmesinin önemi hissettirilmeli ve yaşına göre anlatılmalıdır. Mücadele edilmesi gereken yönün öncelikle dışarıda değil, içeride olduğu ifade edilmelidir. Yani tembellikle mücadele, sabırsızlıkla mücadele, zaman israfıyla mücadele, kıskançlıkla mücadele, istenmeyen yönelimlerle mücadele esastır. Sarf edilen gayretlerin ismi de hırs değil, azim olmalıdır.
Bu noktada tevekkülle beslenen bir bakışa evladımızı aşina eylemek de son derece önemlidir. Sonuçlara odaklanmadan gayret etmek; fiili duayı böylece yapmış olmak ve neticeyi Allah’ın tasarrufu altında bilmek, neticeye razı olmak gerektiğini misallerle somutlaştırarak anlatmak gerekir. Şayet fiili duada eksiklikler, hatalar var ise, bu yönde yumuşaklıkla teşvik etmek ve Rabbimizin kâinatın işleyişine koyduğu kanunlardan bahsetmek yerinde olacaktır. (Mesela tarlanın bakımı, sulanması, sürülmesi gibi faaliyetler, mahsulat yaratılması için sebepler tahtında birer vesiledirler. Fiili duaya müracaat etmek ve varsa eksikliklerimizi gidermek, her sonuçta nasibimize hamd etmek, bize düşen vazifelerdir.)
Öte yandan inananların Allah katında kardeş kılındığı, hatta birbirlerini sevmenin iman alâmeti olduğu evladımıza misallerle anlatılmalıdır. Bir arkadaşıyla problemi mi var? “O da kim oluyor? Gününü göster!” şeklinde çocuğunu yönlendiren ebeveynler hiç de az değil. Yine “Ahmet sınıfta soruyu bilemedi, ben bildim” diyen çocuğa “Ahmet’in soruyu bilememesi karşısında ne hissettin?” diye sorularak konuyla ilgili bir sohbet başlatılabilir. Rekabetin tetiklenmemesi kolay değildir; lakin gerçek başarının başkasının başarısızlığı üzerine bina edilemeyişi ifade edilmelidir. Örnekler, misaller çeşitlendirilebilir.
Mücadelenin yönünü yanlış tarafa çevirmek, telafisi olmayan kayıplara sebebiyet verebilir. İnsanın beşikten mezara kadar olan dünya serüveninde türlü merhalelerden geçebilmesi, terakki ederek varlığını anlamlandırabilmesi, yaratılış gayesine daha çok yaklaşabilmesi için evvela bizatihi kendi nefsiyle bir mücadele içinde olması elzemdir.
Modern zamanlarda çile çekmek için hücrelere kapanmıyoruz lakin ölüm öldürülmediğine göre, en mühim davamız kabre emin bir şekilde girebilmek ve bu yönde evlatlarımız için belirli hassasiyetler geliştirebilmektir. Yüce Rabbimiz bu davayı kazanabilmek, dünyanın çetrefilli yollarını selametle kat edebilmek, emanetini muhafaza ederek terk-i diyar eyleyebilmek için lüzumlu olan bütün teçhizatı Hakîm isminin iktizasıyla kullarına vermiştir. İşte mücadele yetisi de heybemizdeki teçhizattan gayet önemli bir vasıtadır ve doğru işlettirilebilmesi gerekir. Mühim olan, meselenin hakikatini okuyabilmek, mücadelenin suretini değiştirmemek, mahiyetini anlayabilmektir. Zira Yüce Allah (cc), ism-i Rahman ve Rahim’in akisleriyle bütün hayat sahiplerini sarmalamıştır. Demek mücadele damarını da türlü hikmetlere binaen vermiştir, zira o da her bir şey gibi ism-i Hakîm’in burcuna takılıdır.
https://www.facebook.com/cocukvemanevigelisim/?ref=page_internal
[1] Bkz. (Tarihçe-i Hayat/Kastamonu Hayatı s:457--Şuâlar/Yedinci Şuâ/Âyetü'l-Kübra/On Sekizinci Mertebesinde s:195--Asâ-yı Mûsâ/İkinci Kısım/Hüccetü'l-Bâliğa Risalesi s:173)