Bilgisayarla faresini kim tanıştırdı?

ÇOCUKLAR İÇİN MESNEVÎ-İ NURİYE

Selamün aleyküm arkadaşlar. Güzeller güzeli muhabbet kuşu Cikcik yeni bir macerasıyla daha karşınızda. Aman canım, tevazuya gerek yok, Allah beni güzel yaratmış. Hı-hııı... Güzelliğin asıl sahibinin O olduğunu itiraf ettikten sonra söylemekten neden çekineyim? Kibirlenmek için demiyorum ki. Değil mi ama arkadaşım? Yaaa... Güzelliğime bakıp Rabbimizi daha iyi tanıyasınız diye söylüyorum. Hem de sevesiniz. Çünkü beni yapan ben değilim.

Evet. Ben de Allah'ı tanımanın bir aracıyım arkadaşlar. Kitap gibi düşünün beni de. Okunulacak birşey gibi bakın. İnceleyin. Şu güzel kanatlarımı yapabilmek için nasıl bir mühendislik lazım bir hayal edin! Öyle ya! Bir savaş uçağı yapmak için yıllarca çalışıyor devletler. Yüzlerce mühendis, emek, mesai... Ben yumurtadan 'Hooop' diye çıkıyorum. Böyle kolay oluyor diye tesadüfen oluştuğumu düşünmeyin sakın. Onlardan daha fazla emek lazım bana.

Öhöm. Övünmek gibi olmasın ama ben canlıyım bir de. Nefes alırım. Neşelenirim. Üzülürüm. Yaralansam Rabbim şifa verir bana. Tamirci görmezsiniz. Savaş uçakları bunları yapamaz. Hem başımda çalışan mühendisleri görmüyorsunuz diye kendi kendime oluştuğumu düşünmeyin. Zira elbette bendeki sanat birçok ustalık ister. Evet. Öyledir. Benim üzerimde de Cenab-ı Hakkın güzel isimleri çalışıyor. Herbiri kendi ölçüleriyle bana birşeyler katıyor. Güzelliğim Cemîl isminden geliyor mesela. Renklerimse Mülevvin isminden. Şu şirinliğime bakıp Vedud ismini görmemekse hata olur. Hele bir de şakımam var ki, bu güzel ötüşü yaratan, ancak herşeyi duyan birisi olabilir. Kulakların nelerden hoşlanacağını bilmeyen böyle bir sesi yaratamaz. Geldik mi Semî ismine! Hadi bakalım. Bir de içimdeki nakışlarda dikkat edilmesi gerekenler var. Oy, oy, oy... Bendeki sanat anlatmakla bitmez. Yorulur kalırsın.

Ama benim güzel arkadaşım, Salih Kayracığım yani, bu sıralar güzelliğimi takdir edemiyor. Benimle yeterince ilgilenmiyor. Neden mi? Çünkü bilgisiyarda yeni oyunlar keşfetti. Onlarla oynamaktan bana vakit ayırmaz oldu. Çok kırılıyorum. Benim adım 'Muhabbet Kuşu' yahu. Muhabbet kuşu muhabbet etmeden durabilir mi? İlla birisiyle iki lâfın belini kırmamız lazım. Yanlış anlamayın. Bir deyim bu. Yoksa kimsenin bir yerini kırmıyoruz. Yani konuşmam lazım. Konuşmak da kendi kendine pek güzel olmuyor. Eskiden Salih Kayracığımla ne güzel konuşurduk. Birbirimize komik şeyler anlatırdık. Şimdi bir gözü ceptelefonundaysa diğer gözü bilgisayarda. Çok bozuluyorum ha! O yüzden geçenlerde klavyesinin üstüne konup tuşların üzerinde zıpladım. Ve bütün gücümle bağırdım: "Ciiiiiikkk. Ciiiiiiikkk."

Salih Kayra oyunu bozulunca küplere bindi:

- Ne yaptın Cikcik? Tam bir üst seviyeye geçiyordum. Tuşlara basıp yapacaklarımı karıştırdın. Oyun bir anda bitiverdi. Böyle terbiyesizlik olur mu ama ya?

- Yaaa... Demek öyle Salih Kayra Bey. Hatam için özür dilerim o zaman. Fakat sizin de bana karşı birçok hatalarınız var. Ne zaman özür dileyeceksiniz bakalım?

- Ne hatasıymış?

- Daha ne olsun? Oraya kondum. Buraya kondum. Oraya uçtum. Buraya uçtum. Yapmadığım şaklabanlık kalmadı. Lakin beyefendinin dikkatini bir türlü üzerime çekemedim. Ötmekten sesim kısılacak neredeyse. Artık benimle oynamak yok mu? Bütün gün böyle bilgisayarın başında mı geçecek? O zaman bana da bir tane robot Salih Kayra al da ben de onunla muhabbet edeyim bari. Şöyle konuşkan bir model olsun da yokluğunu hissetmeyeyim.

- Özür dilerim Cikcik. Ne yapayım? Çok heyecanlı birşey bu oyunlar. Bana da abim öğretti. İnsan başlayınca ne kadar oynadığını anlamıyor. Kaptırıp gidiyor. Tamam. Haklısın. Hadi seninle de oynayalım. Peki ne oynayacağız?

- Bu defa oyun yok. Muhabbet etmeye geldim. Konuşacağız. Konuşacak bir konu bul bize.

- Komşumuz Hüseyin amcanın muhabbet kuşu kaçmış evden haberin var mı?

- Zaten bütün gün benim sesimi bastırmak için cırcır ötüp duruyordu. Kıskanıyordu herhalde. Sonunda başedemeyeceğini anlamış demek ki. Doğrusunu yapmış. Cikcik varken başka kuşlara ne gerek var? Gitsin buradan.

- Öyle olur mu? Arkadaşlık ederdiniz belki. Benimle oynayamayınca onunla oynardın.

- Hımm. Hakikaten olabilirdi. Fakat hiç ziyaretine götürmediniz ki beni. Ancak sesini duydum. Kuşlar bile birbirilerini tanımazlarsa arkadaş olamazlar. Arkadaş olamazlarsa beraber yaşayamazlar. İki şeyin birbirine uyum içinde hareket edebilmesi için öncesinde aralarında 'ülfet' olmalı.

- Ülfet ne demek?

- Yani bir tanışıklık olmalı.

- Aaa, bak bu dediğin bana ilginç birşeyi hatırlattı. Geçenlerde Ahmed amcam yine Bediüzzaman Dede'den birşey okuyordu. Tam bu dediğinle ilgili gibi geldi bana.

- Neymiş? Anlat bakalım. Merak ettim.

- Bediüzzaman Dede diyormuş ki: "Evet, bir tarlaya tohum ekilmesinden anlaşılıyor ki, o tarla tohum sahibinin mülküdür. Ve o tohum da tarla sahibinin malıdır. Yani, o buna, bu da ona şehadet ediyorlar."

- Bunun benim dediğimle ne ilgisi var?

- Bir saniye... Devamında da şöyle birşey söylüyor yine Bediüzzaman Dede:

"Eğer birşeye temellük etmeye niyetin varsa, meydana çık, kendini tecrübe et, bak ne söylüyorlar: En cüz'î bir fert, 'Ancak nev'imi yaratan beni yaratabilir' diyor. Çünkü efrad arasında misliyet vardır. Ve arzın her tarafında dağınık bir surette bulunan en küçük bir nevi, 'Beni yaratabilen ancak arzı yaratandır!' söylüyor. Arza bak, ne söylüyor: Sema ile aralarında alışverişi bulunduğu için, 'Beni halk edebilen, ancak mecmû-u kâinatı halk eden Zâttır!' diyor. Çünkü aralarında tesanüt vardır."

- Haaa... Şimdi anladım. Yani birbiriyle beraber çalışan herşeyin arasında bir 'tanışıklık' olması gerektiğine mi dikkat çekiliyor burada?

- Aynen öyle. Mesela: Bir tarlayı ektiğinde tarlanın yetiştirmesi gösteriyor ki, tohum tarlayı tanıyor, tarla da tohumu tanıyor. Yoksa beraber çalışamazlardı. Çok mu karışık geldi? Dur o zaman klavyesinde zıplamakta olduğun bilgisayar üzerinden anlatayım: Bir bilgisayara taktığın parçanın çalışması için iki özelliğin bulunması gerekir: 1) Bilgisayar kendisine takılacak olan parçayı tanıyabilmelidir. 2) Takılacak olan parça bilgisayarı tanıyabilmelidir.

- Aaay, kafam iyice omlete döndü Salih Kayra, ben ne anlarım bilgisayardan?

- Biraz dikkatini ver sadece... Eğer bilgisayar yapılırken parçaların takılacağı hesap edilmemiş olsa o parçaları bilgisayara takamazsın. Mesela: Tuşlarını pençelerinde çizik içide bıraktığın klavyeyi ele alalım. Veya şuradaki fare.

- Aman! Ne faresi! Hiç hazzetmem onlardan.

- Yahu sahici fare değil. Bilgisayarın faresi. Şu elimin altında olan.

- Haa, tamam, anladım.

- İşte, eğer bilgisayar yapılırken böyle bir parçanın takılacağı hesap edilmemiş olsa, bu parça takılamaz. Eğer, parça üretilirken bir bilgisayara takılacağı hesap edilmemiş olsa, parça bilgisayara uyum gösteremez. Yani bilgisayar üreten amcalar, ta sürecin en başından bunları hesap ettikleri için, birbirine takabiliyoruz onları. Ve beraber görevlerini yerlerine getirebiliyorlar. İşte, bu misali alıp, Bediüzzaman Dede'nin 'toprak ile tohum örneğine' taşı...

- Hımmm. Harika! Şimdi anladım. Süper birşey bu. Demek benim de senden öğreneceklerim varmış. Evet. Hakikaten onların birbirlerini tanıyor olmaları lazım beraber çalışmaları için. Eee, bunlarda tanışacak, beraber karar alacak, "Bundan sonra birlikte bilgisayar olalım!" diyecek akıl, irade, kuvvet bulunmadığına göre... O halde bunları birbirlerine tanıttıran üreticiler olmalı. O üreticiler de ikisini birden bilmeli ki uyum içinde çalıştırılabilsinler. Yoksa...

- Aynen öyle. Yoksa olmazdı. Kainatta da öyle bir uyum var ki, herşey o kadar beraber ve ahenkle çalışıyor ki, ancak hepsini yaratan 'bir' olursa bu 'uyum' açıklanabilir. Tohumu yaratan Allah, toprağı da yaratan O olmalı ki, tohumla toprak birbirlerini tanıyarak çalışmalarını sürdürebilsinler. Tohum parçasını toprak bilgisayarına taktığın zaman randıman alabilesin. Tıpkı birbirlerini çok iyi tanıyor gibi çalışıyorlar çünkü. İşte o yüzden hiçbirşeyin Allah'tan bağını kesemeyiz. Aşağıdaki paragraf da onu anlatıyor. Neyi tutsan başka şeylerle birlikte varlığını sürdürebiliyor. Tohumu tutsan toprağa ihtiyacın var. Toprağı tutsan gökyüzüne ihtiyacın var. Gökyüzünü tutsan güneş sistemine ihtiyacın var. Ve böyle sürer gider... En sonunda sadece bir elma sahibi olmak için bile koskoca bir evren gerekiyor.

- Vaay be. Küçük gagamı yuttum resmen. Bugün çok güzel şeyler öğrettin bana Salih Kayracığım. Teşekkür ederim. Gel de o güzel yanaklarından öpeyim. Mucuk, mucuk ve de mucuk...

Evet, arkadaşlar, bugün de ders alma sırası bendeymiş meğer. Tohum ve toprak örneği üzerinden ne güzel şeyler öğrendim. Vay be. Helal olsun Salih Kayracığıma. Hem de bilgisayara küslüğüm geçti artık. Yoksa, dostumu benden ayırdığı için, başına kötü şeyler getirecektim. Neyse. Şimdi barıştık. Allah'ın yaratışındaki uyumu anlamama yardımcı olduğu için küskünlüğüm yok artık. Geçti. Sizinle de sohbetimiz sona eriyor şimdilik. Çünkü uyumam lazım.

Bu maceramı aktarırken Ramazan'a yeni girmiştik. Hepinizin Ramazan'ını tebrik ederim. Ben kuş olduğum için bana oruç farz değil. Fakat siz ebeveyninizle konuşarak küçük denemeler yapabilirsiniz. Oruç tutmak çok önemli birşeydir akıllım. Hem bedeninizi hem iradenizi güçlendirir. Hem de Allah'ın katında değerinizi arttırır. Hepinizi 'Merhametliler Merhametlisi' olan Rabbimize emanet ederim. Başka bir macerada tekrar görüşmeyi de çok isterim. Fakat zorlamak istemem. Keyfiniz yerinde olduğunda beni yine burada bulabilirsiniz. Anlatılacak o kadar çok şey var ki. Benim gibi gevezenin de gevezesi bir muhabbet kuşu bile şakıyarak bitiremez. Ve's-selamün aleyküüüüüüm!

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.