Banu Yaşar'ın Yazısı
Büyürken öğreniriz hayata tutunabilmeyi, sorunlarla baş edebilmeyi ve tekrar ayağa kalkıp devam edebilmeyi... Kimisi öfkeyle karşılar yaşadıklarını, kimisi yakınır sürekli, kimisi ise, yola devam eder acısıyla... Yol durmaz, bekleme de kabul etmez, transit yollar üzerinde acele kararlar vermemiz gereken zamanlar yaşarız. Kaldığın yerde kaçırırsın, hayatı da, öğrenme gücünü de... Herkes kendince bir yürüyüş sergiler yol üstünde. Zamanla değiştiririz yürüyüşümüzü, bazen koşarız, bazen de yavaşlarız. Her zaman bilinçli değildir tepkilerimiz, bazen öyle otomatikleşir ki, fark edemeden kararlar alırız. Neden yaptığımızı ya da niye öyle davrandığımızı kestiremediğimiz zamanlar olur. Büyürken öğreniriz, savaşmayı, sevmeyi, gitmeyi ve kalmayı... Kadın ve erkeğin, yaşadıklarını algılayışı ve yorumlayışı o kadar farklıdır ki, yaradılışımızın bir sonucu olarak tepkilerimiz de, yorumlarımız da, çözme metodumuz da ayrı ayrıdır. Peki çocuklar nasıl yaşarlar sorunlarını, nasıl ifade ederler ve nasıl sararlar yaralarını?
Çocuklar yaşadıklarını, şahit olduklarını ve hissettiklerini sözcüklere dökmekte zorluk çekerler. Özellikle okul öncesinde bu durum daha fazladır. Aslında etrafta olup bitenin farkındadırlar, yanlarında konuşulmasa bile genel havayı hissederler. Anne babanın sıkıntısını, öfkesini masum yürekleriyle anlarlar. Daha küçük, anlamaz diye düşünmemek lâzım. Çünkü anne karnındaki bebeklerin bile annenin psikolojisinden etkilendiği ispatlanmıştır. Stresli bir hamileliğin ardından bebek de huzursuz, gazlı ve uyku sorunları yaşayabilmektedir. Özellikle de ilk çocuklarda, bu daha yaygındır. Evliliğin ve aile ilişkilerinin oturtulmaya çalışıldığı yıllarda doğan ilk bebekler, annenin ve ailenin bütün elektriğini ve ortamın gerginliğini hissederler. Huzursuz olan durumlarda, daha tutturucu ve inatçı olurlar. Söz dinlemek istemezler ve sürekli olarak bir mızırdanma halinde isteklerini söylerler. Uyku ve yeme problemleri de sağlıksız ortamlarda büyüyen çocuklarda daha sık görülür.
Annelerle çocukları hakkında görüşürken, çocuklarının son zamanlarda huysuz ve huzursuz olduklarını söylediklerinde, genelde onlara şu soruyu sorarım; bu günlerde siz nasılsınız, sizin psikolojiniz nasıl? Aldığım cevap çoğunlukla, “Bu sıralar ben de kötüyüm, aslında daha sabırsız ve sinirliyim, onu çok fazla uyarıyorum” olur.
Çocuğun duygu durumu ile bizim duygu durumumuz genellikle paralellik gösterir. Biz o günlerde tahammülsüz ve sıkıntılı isek, o da büyük ihtimalle öyledir. Fakat çocukların bunu ifade ediş biçimleri bizden oldukça farklıdır. Bazı çocuklar daha çok oyun oynayarak sorunlarıyla baş etmeye çalışırlar. Oyun oynarken yaralarını sarmaya çalışırlar. Meselâ, çok sevdiği birini kaybeden çocuk dışarıdan bakıldığında sanki üzülmüyormuş gibi durur. Fakat kelimelere dökemediği acısını, korkularını oyun oynayarak ve resim yaparak azaltmaya çalışır. Anne babası boşanan bir çocuk, resimlerinde anne babasını bir arada resmederek yüreğindeki korkuyu azaltmaya çalışır. Oyun sırasında sorularına cevaplar arar, resimlerinde olanı ya da olmasını istediklerini çizer. Ailedeki duygusal dengeleri resminde sergiler, anne babanın ve kendisinin yakınlığını ya da uzaklığını çizgilerin diliyle anlatır.
Bu sebeple, davranışlarının dilini doğru okuyabilirsek, onları daha iyi anlayabiliriz. Duygusal ihtiyaçlarını fark edebilir ve daha kolay yardımcı olabiliriz. İyi gözlem yapmak, nasihat etmeden konuşmak ve birlikte oyun oynamak, onları tanımak açısından çok değerli ipuçları sunar anne-babaya...
Ne mutlu çocuklarının farkında olanlara, davranışlarıyla anlatmak istediklerini anlayanlara ve anlamaya çalışanlara...
Yeni Asya