Röportaj: Kemal Benek-Risale Haber
Barla yaz mevsiminde dünyanın dört bir yanından gelen Bediüzzaman misafirlerini ağırlıyor. Günün her saati özellikle de hafta sonları yoğunlaşan ziyaretlerde Risale-i Nur'ların telif edildiği mekanlar ziyaret ediliyor. Normal nüfusu 2 bin civarında olan Barla, ziyaretler nedeniyle kalabalık bir şehir haline geliyor.
Süleyman Karlıdağ, Bediüzzaman'ın Barla Lahikası adlı eserinde geçen "Çoban Ahmed"in torunu.
Bediüzzaman Said Nursi'nin ilk sürgün edilidiğinde 8 yıl kaldığı, önündeki çınar ağacıyla birlikte hafızlarada yer edinen evin karşı çaprazında oturan Süleyman Karlıdağ, evinin önünde oturmuş ziyaretçileri seyrediyordu. Selamünaleyküm deyip yanına oturduk. Fazla konuşmayı sevmeyen bir yapıya sahip olan Süleyman Karlıdağ, Barlalıların o hoş şivesi ile 3-4 yaşlarındayken gördüğü Bediüzzaman'ı anlattı.
-Bediüzzaman'ı hiç gördünüz mü?
Gördüm. Ben 1933 doğumluyum. 3-4 yaşındayken hatırlıyorum.
-O günlerden hafızanızda neler kaldı?
Damlarda beklerlerdi. Hocaefendi bir yerden geldiğinde "nereden geliyorsun?" diye sorarlardı.
-Kim bekliyordu?
Jandarmalar burdaydı. Bekçisi, müdürü vardı. Hepsi burdaydı.
-Hepsi Bediüzzaman'ı mı bekliyordu?
Onu sürekli izliyorlardı. 2-3 çocuk bir arada gezsek hemen bağırırlar, "Len ne geziyorsunuz buralarda." Bizi korkutuyorlardı.
-Ne düşünüyordunuz ilk zamanlar?
Böyle olacağını bilmezdik. Buraya gönderenler "burda kimse bakmaz, biz horozumuzu öttürürüz" diyorlardı herhalde.
-Bediüzzaman'la irtibatınız nasıldı?
Bize şeker ve para verirdi. "Şu gördüğünüz kaç para" derdi. Mesela 25 kuruş. "Bu 25 kuruşu 50 kuruş yerine harcayın" derdi.
-Çocuklar o zaman hep Onu beklerdi?
Beklerdik tabi. Ama terbiyemiz vardı.
-Hiç evlere gider miydi?
Yok hiç kimsenin evine gelmezdi.
Bize "git bana biraz yoğurt getir" derdi. Götürürdük. Ondan ancak 3-4 kaşık alırdı. "Babam hepsini verin dedi" dediğimizde "beli beli beli" derdi.
-Karşılığında bir şey veriyor muydu?
Parasız hiç bir şey almazdı zaten.
-Ne diyordunuz bu işe?
Bu parayı nerden buluyor derdik. Rahmetliyi zehirlemişlerdi. Tee nerelerden sürgün gelmiş. Onu buraya getiren Allah.
-Çınar ağacına çıkışını hatırlıyor musunuz?
Hatırlamam mı canım.
-Nasıl çıkardı?
Bak orda pencere var. (İşaret edip gösteriyor) Orası biraz daha aşağıdaydı. Ağacın çatalı var ya tahta ile oraya yetişir. Pencereden çıkardı. Zaten böyle kapalı değildi. Tıpır tıpır çıkardı mübarek.
-Çocuklar da tırmanır mıydı?
Çıkmak isteyen olursa hemen "inin inin düşersiniz" derdik.
-Bediüzzaman ordayken çıkar mıydınız?
Yok çıkmazdık. O bazen evdeyken çağırırdı. "Beni falan yere bırakıver" derdi. Bir merkep veyahut at bulup getirir bindirirdik. O bindi mi deli at olsa uslanırdı. Neler gördük biz neler.
-Burdan ayrıldıktan sonra görüştünüz mü tekrar?
Aradan zaman geçmişti. "Şemi bu delikanlı Çoban Ahmet ağanın torunu değil mi" dedi. "Evet" dedi. "Beli beli, gel bakayım" dedi. Hemen vardım. "Eğil" dedi. Eğildim. Öptü. "Hadi bakalım" dedi.
-Dünyanın her tarafından insanların buraya ziyarete geleceğini tahmin ediyor muydunuz?
İmkanı var mı ya. Ne bilcem ya. Kimse demezdi bu adam buraya gelecek, zaman gelecek böyle olacak diye.