Yaşantımızın en büyülü anları hangi zamanlarımız diye sorulsa; düşünmeden çocukluk yıllarımız derim. Çocukluk ki nasıl yaşandığı bilinmeyen bir rüya alemi, neler olduğunu anlamadığımız bir sis bulutu, dünyayı tek elimizle kaldıracağımızı sandığımız bir masal dünyasıdır. Çocukluk bu yüzden geçiştirilecek bir zaman dilimi değildir. Kendi yaşayamasa da insan, çocuklarına bu coşkulu zamanları doya doya yaşatmak ister. Aslında şimdilerde yapmaya çalıştığımız bütün uğraşların temelinde de bu yatmakta. “Biz göremedik, biz yaşayamadık, çocuklarımız yaşasın.” düşüncesi günümüzün en çok rağbet gören çocuksu cümlesidir.
Artık hepimiz mutsuz çocuklar büyütüyoruz. Her şey parmaklarının ucunda olan, her istediğine anında ulaşan ama mutsuz çocuklar. Beklemek, istemek denen o inanılmaz hazzı yaşayamadan büyüyor çocuklarımız. Dolu dolu yaşıyorlarmış gibi görünen fakat bir nakaratı tekrarlar gibi yaşayan çocuklar. Günleri okulda, dershanede ve bilgisayar başında geçen çocuklar. Ayakları toprağa değmeden büyüyen, üstleri başları toza toprağa belenmeyen çocuklar. Reklâmlarda her ne kadar “Kirlenmek güzeldir.” dense de kirlenmeden, toza bulaşmadan büyüyor çocuklar.
“Biz ne güzel çocuklardık.” sözü abartı değildir. Bizim çocuklarımız da yıllar sonra bu cümleyi kuracaklar mı bilmiyorum ama şu bir gerçek ki biz çok güzel çocuklardık. Az şeyle mutlu olmasını bilir; dağ, bayır, ova gezmekten mutluluk duyardık. Cebimizdeki misketlerimizin şıkırtısıyla coşar, uçurtmamızla aklımızın almayacağı hayallere yolculuk yapardık. Benim çocukken iki büyük dünyam vardı. Birisi misketlerim diğeri de uçurtmalarım. Bunlarla büyüdüm ben. Rengârenk misketleri cebimde taşımak, onları yere dizip ya da bir üçgenin içine doldurup oyunlar oynamak, her oyundan sonra misketlerimin artmasıyla sevinip azalmasıyla büyük hayal kırıklıkları yaşayan bir çocukluğum vardı.
Aza kanaat etmesini bilen çocuklar vardı bu coğrafyada. Gazoz kapaklarıyla oynamayı dünya nimeti sayan, bir söğüt dalını at yapıp en çıkılmaz seferleri hayal eden, televizyon nedir bilmeden kitapları su gibi okuyan çocuklar vardı. Tahta kılıcıyla küffarın üstüne hücumlar yapan, birkaç leblebiyi lokumla yemeyi en tarifsiz tat bilen çocuklar vardı. Sınav nedir bilmeyen, sınav stresinin anlamını bile kavrayamayan, tatili tatil gibi yaşayan, yaz tatillerinde bağrına bastığı Elif Bâ’sıyla camiye giden çocuklar vardı.
“Çocukluk” özlem duyulacak bir dönemdir. Neler yaşanmış olsa da çocukluğunu özler insan. Ondandır ki büyükler buldukları ilk fırsatta kendilerini çocukluğun o tarifsiz kucağına bırakırlar. Salıncakta göklere savrulan, lunaparkta oradan oraya koşuşturan, bir uçurtmanın ipine sımsıkı tutunan, kumsalda kumdan kaleler yapan bir büyük gördüğünüzde şaşırmayın lütfen. İçindeki sese kulak veren her büyüğün aslında arzusudur çocukluk yapmak. Çocuklaşmak, içindeki çocuğun sesine kulak vermek, kendini bir anda çocuklar gibi özgür hissetmek ne zaman olursa olsun tarifsiz bir mutluluktur.
Çocuğuyla birlikte uçurtma yapan babaların uçurtmanın ipini çocuğa vermek istememeleri, lunaparkta en coşkulu kahkahaları babaların atıyor olması çocukluğa duyulan özlemden başka bir şey değildir.
Çocuklar çocukluklarını bilmeden büyümeye başladı. Bir koşuşturmaya onları da dahil etti bu çağ. Bir anda büyümeye başladı çocuklar. Bir bakıyorsunuz büyük adam gibi konuşan, düşünen, yürüyen, cümleler kuran çocuklar sarmış dört bir yanımızı. Bir anda hayata atılmış, ellerlinde testler olan, okul, dershane, ev arasında koşturan ve çoğu zaman çocuk olduğunu unutan çocuklar koşuşuyor sokaklarda, okul bahçelerinde, dershane koridorlarında.
Biraz büyüyen çocuğumuz kendini oyuna kaptırdığında hemen çıkışıyoruz çocukluk yapma diye. Çocukları rahat bırakıp bol bol çocukluk yapmalarına fırsat vermeliyiz. Büyüdükten sonra fırsat bulup da yapamayacakları ne kadar çocukluk varsa bırakalım yapsınlar. Evden dışarıya, taşa, toprağa değsin ayakları. Değsin ki çocuk olduklarını biraz daha iyi anlasınlar. Her ne kadar Sezai Karakoç “Büyüyüp de çocuk kalmak / İşte bu en büyük tehlike” dese de çocuk kalmak iyidir. İçinizdeki gizli yerlerde kıvrılıp yatan bir çocuk varsa onu ara sıra salın sokaklara. Salın ki sokak, cadde, mahalle çocuğa doysun.