Halk oyuyla Cumhurbaşkanı seçimine sayılı günler kaldı. Seçime katılan üç aday, mutabakatla belirlendiği için, seçimde bütün toplum kesimleri temsil ediliyor.
C.Başkanlığına ilişkin analizlerin, adayların dayandıkları siyasi arka plan ışığında yapılması gerçekçi yöntem olsa gerektir. Buna göre,
1 – Barış ve Demokrasi Partisi(BDP) Eşbaşkanı sayın Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı, Türkiye için hem bir yenilik, hem de bir kazanım olarak görülmelidir. Yakın zamana kadar etnik ve bölgesel bir parti imajı veren ve bu özelliği ile siyasi alanda yer tutmaya çalışan bu parti, C. Başkanlığı seçiminde bir “Türkiye partisi” kimliği kazanıyor.
Sayın Selahhtin Demirtaş’ın, parti lideri olarak zaman zaman ifrat ve asabi söylemlere başvurması ve bazı seçimlerde, PKK unsurlarıyla işbirliği yaparak, tehditle sandıkta sonuç alma çabaları dileriz geçmişte kalmış olsun. Sayın Demirtaş’ın toplumsal bütünleşmeye katkı sağlayabilecek bir sağduyunun temsilcisi olduğu söylenebilir. Bu özelliğe sahip olduğunu zaman zaman gösterdi. Barış sürecine verdiği destek kayda değer bir örnektir. Sayın Demirtaş’ın, ülkenin her yerinden oy isteyen bir yarışın içinde olması demokratik açıdan önemli gelişmedir. Sayın Demirtaş’ın adaylığı, etnisite temelli , Fransız İhtilalinden miras ve “içimize atılmış Frenk illeti” ile malul görüşlerden kopuşun, İnşallah habercisi olsun. Bu ülkede insanca yaşayabilmek için hepimize yetecek bir gelecek bulunduğunu görmemizi sağlasın.
“Türkiye hepimize yeter” duygusunun zihinlerde uyanması, sayın Demirtaş’ın şahsında, C. Başkanlığı seçim sürecinin toplumsal bütünleşmeye hatırı sayılır bir katkısı olarak karşılanmalıdır.
2 – “Çatı aday” kavramıyla seçime katılan Prof. Dr. Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu, genelde kurumsal muhalefetin adayı olarak ortaya çıktı. Saygın bilim adamı kimliği ve dingin kişiliğiyle yarışa katılıyor. Muhafazakar kimliği sebebiyle CHP’nin patronajlığında gelen bu adaylığı, “keşke kabul etmeseydi” duygusu zihinlerde uyanmıştır ve yadırganmıştır. Sayın İhsanoğlu, tercihini “çatı aday”lıktan yana yaptığına göre, tercihine saygılı olmamız ve sonucunu beklememiz gerekecektir.
Şu kadar var ki, Cumhurbaşkanı adaylarının kimliği, demokratik ortamda nasıl bir misyon üstlenecekleri ile yakından ilgilidir. Sayın İhsanoğlu’nun, ciddi tercih noktalarında “demokratik değişime” ne kadar açık olacağı henüz bilinmiyor. Açık söylemek gerekirse, bu konuda güven de vermiyor. Demokratikleşme açılımlarını ihanet olarak gören muhalefet çevreleri tarafından aday gösterilmesi, değişime karşı bir “bariyer” olması beklentisi ile aday yapıldığı şüphesi uyandırıyor. Adaylığının bir diyeti olabileceği, bunun da demokratikleşmeyi akamete uğratacağı endişesi zihinlerde ciddi kaygı sebebidir. Bu varsayımların kısmen bile doğru çıkması halinde, ülkede yönetim krizleri yaşanması kaçınılmaz olabilir. Sayın İhsanoğlu’nun, mükemmel demokrasi manifestosu mahiyetinde konuşmalarıyla dikkat çeken, seçildikten sonra iktidarlara köstekliğe soyunan sayın A.Necdet Sezer’e benzer bir C.Başkanı profili çizeceği yönünde ciddi istifhamlar var. Adaylık sürecinin başlamasından bu yana geçen iki aylık sürede, aday ile onu aday gösterenlerin, henüz birbirinin ismini bile tam telaffuz etmede gösterdikleri zorluk ve yabancılık gözlerden kaçmıyor. Sanki bir adayla değil de, acaba vesayetçi güçlerinin bir projesi ile mi karşı karşıyayız tedirginliği, zihinlerde henüz ikna edici cevabını bulabilmiş değil. Fakat bilinen bir şey varsa, “eski hal muhal “ gerçeğidir. Eski Türkiye’ye dönüş artık mümkün değildir. Herkesin hesabını buna göre yapması, yol arkadaşını buna göre seçmesi , yola buna göre düşmesi gerekir.
3 – Cumhurbaşkanlığının bir diğer adayı, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Adaylık sürecinde on iki yıldan bu yana iktidar olmanın tecrübesiyle ve ülkenin ihtiyacı olduğu inancıyla “irade” ve “güç” kavramlarını merkeze koyan bir propaganda yapıyor.
Halkı yok sayan vesayetçi yönetim anlayışı, şüphesiz güçlü bir irade ile bu dönemde geriletildi. Bunda sayın Erdoğan’ın kişisel dirayeti inkar edilemez. Önemli mesafeler alınmasına rağmen, vesayetin tam tasfiye edildiğini söylemek için henüz erkendir. Henüz Anayasasını yapmayı başaramayan bir ülkenin vesayetten tam kurtulduğu söylenemez.
Eski Türkiye’nin, çok sözünü ettiği halde hep lafta kalmış, “kalkınma” anlamındaki modernleşme tasavvuru, hakperestçe kabul edilmelidir ki, sayın Erdoğan döneminde önemli ölçüde hayata geçmiştir. Özellikle özgürlükler, insan hakları başta olmak üzere, eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim, imar ve savunma gibi bir çok alanda son on yılda kayda değer boyutlarda ilerlemeler sağlanmıştır. Ekonomik refahı tabana yaymanın yolu önemli ölçüde açılmıştır. Bölgesinde enerji yollarının kavşağında bulunması sebebiyle Türkiye, artık farklı bir cazibe merkezidir. Bu gelişmeler, ister istemez uluslararası bir rekabeti ve kıskançlığı beraberinde getiriyor. Hatta Türkiye, bu yönden biraz frenlenmesi amacıyla gizli-açık bazı uluslararası operasyonların konusudur.
Bölge ülkeleri olabildiğince paralize edilmiş ve istikrarsızlaştırılmıştır. Savaş yoluyla doğrudan işgali riskli ve masraflı görülen ülkelerin, asimetrik mücadele yöntemleriyle yani istikrarsızlaştırılarak “içten çökertilmesi”, son yıllarda uluslararası bir yöntem haline gelmiştir. Ukrayna’da uygulanan budur, Mısır’da uygulanan budur. Türkiye’de uygulanmak istenen de budur. Bu açıdan Türkiye’nin son bir yılda yaşadıkları, iyi düşünülmüş, ince hesaplanmış ve ileriye dönük uluslararası bir projenin adım adım hayata geçirilmesi olarak okunmak gerekiyor. Siyaset ve ekonomide sağlanan istikrara rağmen, bölgedeki gelişmelerin , ülkeyi , dış dinamiklerin tehdidine açık hale getirdiği açıktır. Herkes bilmelidir ki, “Biz ferec ve sürur isteriz, fakat düşmanın kılıcıyla değil” dememiz gereken, çok kırılgan bir süreçten geçiyoruz.
Cumhurbaşkanlığı seçimi, sadece adaylardan birsinin seçimi değildir. Asıl seçim, vesayet tortularından kurtulma ve değişimden yana yapılması gerekenlerin önünü açma seçimidir.
Bu toplumun, sekiz seçimden beri, yüzde 45 -50 oranında buluştuğu “dindar, demokrat ve muhafazakar” bir çoğunluğu terk etmek , öncelikle aldığımız dersin ilkelerine sadakatsizlik ve geçmişte savunduklarımızı inkar olur. Herkesi bağlaması gereken “ölçüleri”, hissiyatımıza ve keyfimize göre eğip bükemeyiz. Uyulması tavsiye edilen “Sevad-ı Azam” demek, “masum çoğunlukla beraber “ olmak demektir. Unutmayalım: Seçim bitecek, herkes asıl “işine” dönecek.