Kendi halinde "müslümanca" yaşamaya çalışan, İslam'ı kendi aile hayatında bile yaşatmayı dert edinmeyen Müslümanlara "islamcı" demiyorum. İslam'ı en yakınından başlayarak en uzaklara kadar yaymayı, sahih İslam'ı bozulmaktan ve hayatta eksilmekten korumayı dert ve dâva edinen, bu dert ve dâva uğrunda maddi ve manevi fedâkârlıklarda bulunan kimselere İslamcı diyorum.
Türkiye'de cumhuriyet devrimi din ve medeniyet olarak İslam'ı karşı cepheye koydu, dini hayatta asgari sınırlar içine çekmek, medeniyetimizi de Batı'nınki ile değiştirmek için -Adliye vekili M.Esad Bozkurt'un deyişiyle- kan ve barutu dahi kullandı.
Bu devrim karşısında islamcıların tavır ve tepkileri farklı oldu; ama tamamı ictihad ürünü ve ictihadlarına göre meşru idi. İki Saîd'i örnek olarak hatırlayalım: Şeyh Saîd isyanı tercih ediyor, Nursî imkanların izin verdiği ölçüde tebliğ (eğitim-öğretim) yolunu seçiyor.
İsyanlar daha ziyade, isyan ihtimallerini yok etmek için tertiplerle beraber yürümüş ve tenkil ile sonuçlanmıştır.
1951-52 ders yılında İmam Hatip Okulları açılıncaya kadar silahlı isyan yolunu seçmeyen islamcılar davalarını şu vasıtalar ve faaliyetlerle yürütmüşlerdir:
Doğu'da Tillo medreseleri ve benzerleri, Erzurum'da Sakıp Efendi, Karadeniz'de Dursun ve Salih Efendiler, Konya'da Hacıüveyiszade Mustafa Efendi, Hacı İsa Ruhi Efendi, İzmir'de Hacı Salih Efendi, İstanbul'da Süleyman Efendi, Hüsrev Efendi gibi (Allah cümlesini rahmetine daldırsın) zevat, her türlü eza ve cefaya göğüs gererek medrese derslerini devam ettirdiler (İslamî ilimleri okuttular).
İlim, ahlak ve izin (hilafet, icazet) bakımlarından ehil olan tasavvuf mürşidleri gizli olarak islâmî eğitimi sürdürdüler.
Eli kalem tutan islamcılar kitap ve yazı yazarak, becerebilenler gazete ve dergi çıkararak dâvaya hizmet ettiler. Kitaplar ve dergilerin muhtevaları yazan ve çıkaranların ictihadlarına göre kimi zaman, bedeline katlanarak sert ve isyankâr, kimi zaman yasakları çiğnemeden "iman, ibadet, ahlak çerçevesinde" İslam'ı anlatma ve yaşatmaya yönelik oldu. Demkrasi yolunda ilerlemeler oldukça -karşılıklı etkileşim içinde- bu faaliyetlerin muhteva ve üslubu da değişti.
İmam Hatip Okulları açılınca yukarıda sıraladığım faaliyetleri yürütenlerin büyük çoğunluğu bu okullara ilgi gösterdi, ümit bağladı, gelişip amaca uygun hale gelmeleri için önemli katkılarda bulundular. Şüphe ile bakanlar da zaman içinde korkularından emin olarak destekleyenler safına katıldılar. Bu okulları açan devletin maksadı ne olursa olsun gerçekleşen sonuç şudur: İmam Hatip Okulları ülkemizde islamlaşmaya müspet katkısı olan okullar olmuştur.
Çok partili demokrasiye geçilince ve İmam Hatip Okulları mezun verince ülkemizdeki okumuş yazmışların, siyasetçilerin, üst düzey yöneticilerin de tabanı değişmeye başladı; taşradan merkeze ömenli bir yürüyüş/katılma gerçekleşti. Sermayenin rengi çoğaldı (yeşili de devreye gidi), İslam'ın siyasi, sosyal, ekonomik, hukuki kısımlarını da hayata sokmayı amaçlayan siyasi ve sivil toplum faaliyetleri başladı.
Bütün bu faaliyetleri yürütenlerin şuur ve niyetlerinde "İslam'ı yaşamak ve yaşatmak" var oldukça yapılan her şey "islamcılık" içinde görülmelidir. Yani "Bu İslamcılara ne oldu, nereye kayboldular, değiştiler" gibi iddia sahipleri meseleye bir de buradan bakmalıdırlar. Kemale yolculuk gereklidir, ama adım adımdır ve beşerin her işinde eksiklikler vardır; bardağın hem boş hem dolu tarafını görmemiz gerekiyor.
Yeni Şafak