Genelkurmay dün, bazılarının “darbe belgesi” olarak da değerlendirdiği “AKP’yi ve Gülen’i bitirme planı” hakkında iki ayrı açıklama yaptı.
Birincisi Genelkurmay Başkanlığı Askerî Savcılığı tarafından yapıldı.
O açıklamadan kısa bir süre sonra da Genelkurmay Başkanlığı’ndan ikinci bir açıklama geldi.
Öncelikle şunu söylemeliyiz ki Genelkurmay o eski “tehditkâr” ve suçlayıcı üslubundan vazgeçmiş.
Bu, olumlu bir gelişme.
Genelkurmay’ın üslup değişikliğindeki hakkını teslim ettikten sonra işin özüne gelelim.
İşin özü doğrusu biraz çetrefilli.
İki ayrı açıklamada da, “bu belgenin Genelkurmay’ın herhangi bir biriminde hazırlandığına ilişkin bir kanaate varılmadığı” söyleniyor.
Bu epeyce muğlak bir ifade.
“Genelkurmay’ın herhangi bir birimi” ifadesi, bu belgenin Ankara’daki karargâhta hazırlanmadığını mı söylüyor yoksa “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin herhangi bir birimi tarafından hazırlanmadığı” anlamına mı geliyor, onu kavramak pek kolay değil.
Ama net olarak anlaşılan şu:
Genelkurmay Başkanlığı, “bu belge için ben emir vermedim” diyor.
Bu belge, Genelkurmay Başkanlığı’nın “emri ve bilgisi” dışında hazırlanmış.
Bu, hem iyi bir haber, hem de kötü bir haber.
İyi haber çünkü Genelkurmay, “ben darbe planları yapmıyorum” diyor ve bunun “suç” olduğunu kabul ediyor.
Kötü haber çünkü orduda “emir komuta dışında” darbe belgeleri hazırlayan birilerinin bulunma ihtimali ortaya çıkıyor.
Dün, çok başarılı haberlere imza atan Mehmet Baransu ile konuşan bir emekli orgeneral, ordu içindeki bir “ekipten” söz ediyordu.
Ordu içindeki “ekiplerin” dünyanın her yanında adı aynıdır.
“Cunta.”
Bir cunta mı var ordunun içinde?
Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklama, bu sorunun ciddiyetle sorulması gerektiğini ortaya koyuyor.
Zaten Genelkurmay da, “Türk Silahlı Kuvvetleri, daha önce de ifade edildiği üzere, demokrasi ve hukuk ilkeleri ile bağdaşmayan davranış ve düşüncelere sahip personeli bünyesinde barındırmaz,” diyor.
Bu da, olumlu bir açıklama.
Ama gene bir sorun var.
Bizim yayımladığımız belge, bu belgenin altında imzası bulunan Albay’ın dönem arkadaşı olan Ergenekon sanığı eski bir subayın ofisinde bulundu.
Ve, devlet kayıtlarına girdi.
Bugün bir başka haberimizde göreceğiniz gibi “anaokullarını, devlet dairesindeki peruklu kadınları, Kuran kursu olduğundan kuşkulanılan evlerdeki Kuran’ı” takip eden “Jandarma İstihbarat”, devlet kayıtlarına geçen bu belgeyi nasıl görmedi?
Askeri bu kadar yakından ilgilendiren bir belgenin, askerî istihbarat tarafından fark edilmemesi, fark edildiyse “komutanlara” rapor edilmemesi ne anlama geliyor?
Bir gazetenin eline geçebilen belge, Genelkurmay İstihbaratı’nın eline geçmedi mi?
Geçmediyse, nasıl geçmedi?
Geçtiyse, niye komutanların bundan haberi yok?
İncelemenin başlatılması için bir gazetenin bunu yayımlaması mı gerekiyordu?
Şu anda devlet dosyalarında bulunan böyle bir belge karşısında Genelkurmay nasıl bu kadar habersiz yakalanabiliyor?
Neredeyse ülkenin yarısını fişlemek için çalıştığını daha önce belgelerle açıkladığımız Silahlı Kuvvetler, kendi işi dışındaki meselelere fazla daldığı için mi kendisini böylesine ilgilendiren işlerin farkına varamıyor?
Yoksa...
Ordunun istihbarat birimleri bu “belgeyi” çoktan biliyorlardı da “o belgeyi hazırlayanlarla” işbirliği yapıp bunu komutanlarından mı sakladılar?
Yoksa...
Komutanlar bunu zaten biliyorlardı da bugün “bilmiyormuş” gibi mi yapıyorlar?
Hangisi doğru bunların?
Genelkurmay’ın sanırım bunları da açıklaması gerekiyor.
Bu konuda “yayın yasağı” getirmek yerine bu konuların üstüne açıkça gitmek Genelkurmay için de ülke için de daha hayırlı olur.
Bu belgenin altında, daha önce bir başka “andıçın” altında da imzasına rastlanan bir albayın imzası bulunuyor.
O “imzanın” gerçek olup olmadığını anlamak o kadar zor olmasa gerek.
Eğer o belge, bazılarının ima etmeye çalıştığı gibi “sahte” ise bunu kimin yaptığını bulmak da çok güç değil.
Ofisinde o belge bulunan Ergenekon sanığı ile o belgeyi bulan polislere bunu sorarsınız.
Bu, niye bugüne kadar yapılmadı?
Şu anda görev başında olan “imzacı” albaya gerekli sorular soruldu herhalde ama Genelkurmay’ın kesin bir dille “bu belge sahtedir” diyememesi, sanırım bu belgenin gerçekliğinin kanıtlanmasının mümkün olduğunu görmelerindendir.
Türkiye uzun bir süredir bir karanlığın içinde yaşıyor.
Susurluk ve Ergenekon bize devletin içinde çeteler bulunduğunu, bu çetelere subayların da katıldığını gösterdi.
Darbe Günlükleri, ele geçen planlar, lahikalar, orduda darbe hazırlıkları yapıldığını açığa çıkardı.
Eleştirilemeyen, denetlenemeyen ordunun içinde tuhaf işler yaşandı.
Artık bunlara bir son verilmeli.
Bunun yolu ise belli, açıklık.
Yayın yasağı koyarak bunları çözemeyiz, Genelkurmay “ben yapmadım” diyorsa yapanı bulsun ve toplumun gözü önünde yargıya havale etsin.
“Kol kırılır yen içinde” anlayışını sürdürmenin kimseye yararı yok, o yenin içinde sadece kol değil bu ülkenin beli kırıldı çünkü.
Taraf