Rahmetli Barış Manço’nun sesi kulaklarımda yankılanıyor: “Dağlar, dağlar! Yol ver, geçem.” Yol vermeyen dağa çıkarız. O kadar basit. Her yıl Erciyes’e çıktığımız gibi çıkarız; kimse bize engel olamaz. Toroslar’a da çıktık nitekim! İlk hedefimiz Cûdî dağı, arkasından Kandil dağı, arkasından Ağrı dağı ve bize dağ mı dayanır! Artık, bakarsınız bir gün Andlar’a, bir gün Alpler’e, bir gün Apeninler’e, bir gün Himalayalar’a, bir gün dünyâdaki dağlar biterse, Ay var, gezegenler var…
Ben târihten anlarım, coğrafyadan pek değil… Arkadaşlara söyledim, atlasın dünyânın dağlarını gösteren sayfasını, şöyle büyükçe bir ölçekte, kopyalayın da masamın üstüne serin. Vakit vakit oradan bakıp dağ beğeneyim, çıkmak için… İnsanı çekiyor dağlar… Deniz de çekermiş derler; onu denizin çocuklarına sormalı; Rodos’a – modosa kadar yüzenleri duyuyoruz. Ama dağların câzibesi bir başka… Ben Cebel-i Bereket çocuğu olduğum için iyi bilirim. Bizim dağlar duman olur, ben dağa çıkmasam hâlim yaman olur!
Öyle: “Tutan mı var? İşte dağ, işte yol!” kabilinden efelik yapıp insanın âsâbını bozmasınlar! Dağa çıkmak bizim işimiz. Bu konuda kimseden akıl alacak değiliz. Biz istesek bütün tepelere çıkardık. Ancak, klasımız elvermiyor. İstanbul dediğin yedi tepe, Ankara beş tepe; siz oralara çıkın tepe tepe… Biz, Tanrı dağı kadar yüce, Hira dağı kadar ulvî dağlara alışmışız. Babamız bizi: “Ben bir Türk’üm; dînim, cinsim uludur./Sînem, özüm ateş ile doludur.” diye büyütmüş. Anamız bize: “Sütüm sana helâl olsun; hizmet eyle vatana.” diye ninni söylemiş. Hocamız bize: “Fermân pâdişâhın, dağlar bizimdir.” diye öğretmiş. Daha, kim bizi tutası!
Bizim atalarımız da Orta Asya’dan Anadolu’ya, Avrupa’ya nice dağlara çıkarak, nice ovaları geçerek, nice soğuk sulardan içerek erişmedi mi? Onların yaya ve atlı olarak yürüdükleri bu zorlu yolda, biz otomobil, tren, uçak, gemi kullanıp gitsek kime ne? Dağlarda ve yaylalarda yazlar; ovalarda, sâhillerde kışlarız. Bir konduk mu artık göçmesek de, yine damarlarımızda bin yılların göçebe kanı dolaşmaktadır. Sizin gibi akıncı gömleğini çıkarıp, gâvurun tişörtünü (sâhi, bunun Türkçesi yok mu?) giymedik. Sizin kalbinizi Amerikalı cerrah Dr. Barney mi değiştirdi? Kanınızı Rh negatiften, AB pozitife mi çevirdiler?
Amerikalı dedim de aklıma geldi. Hani, meşhûr aktör Spencer Tracy’nin ihtiyar dağcı Zahary rolünde oynadığı o muhteşem film vardı: The Mountain! Ben Amerikalıları pek sevmem ama, Ernest Hemingway’in Klimanjaro’nun Karları isimli romanı da unutulur gibi değil. Klimanjaro’yı da, karlı manzarayı da severim. Hep onun gibi, zirvesi buzlarla kaplı dağlara çıkmak istemişimdir. Ama, göreceksiniz, bir gün bunu başaracağım. Size de tavsiye ederim. Tepeleri bırakın, dağlara çıkın!
Mesut Mahrûtî
Dağcılar ve Dağdağacılar Derneği Has Başkanı