İnsanları sınıflandırmak, rengine, diline, toprağına göre ayırmanın artık modası geçmiştir. Yanlış ve tehlikeli olduğu, yaşanan acılardan sonra anlaşılmış bir dünya gerçeğidir.
Nur camiası, ruhunu ve aklını Nur’lardan besleyenler için de tehlikeli ayrıştırmalara gitmek hem yanlış, hem vebaldir.
Herkesin hissesi, aldığı lezzet, kabiliyeti farklı farklıdır.
Kişi hizmet alanını kendi tercihleri, gücü, kabiliyeti nisbetinde seçme hakkını kullanmakta serbest olmalıdır.
Sesi güzel olmayan birini zorla bağırtmaya kalkışırsak, onun kaçmasına zemin hazırlarız. Ya da, bed sesine övgüler yağdırırsak, kendini bülbül zannetmesine sebeb oluruz…
Nur talebeleri, Risale-i Nur dairesi haricinde nur aramaya ne ihtiyaç duyar, ne de harice çıktığında tatmin olur.
Samimi dostluk ve arkadaşlık meşrebinden istifade etmek, dileyen herkesin hakkıdır.
Bu hak, birileri tarafından sınırlandırılamaz, kayıt altına alınamaz, telkin ya da zorla değiştirilemez.
‘Risale-i Nur’un dairesi çok geniştir, şakirtleri pek çoktur.’ (Lâtif Nükteler sh.33) Dolayısıyla bu geniş dairede gezinmek, çok kardeşlerle hasbihal etmek, hususi ya da umumi diyaloglarda bulunmak gayet keyiflidir. Bu hissiyat aslında hizmetin uhrevi neticelerinin dünyadaki minicik mükafatlarıdır.
Eğer bir kardeşimizi bu dairenin dışına çıkma meyli içerisinde görüyorsak, belki de biz bir yerlerde yanlış yapmışızdır. Hemen tenkit silahını kullanma yerine, dostluk ve kardeşlikle kucaklayıcı olmak görevini devreye sokmalıyız.
Kim bilir… Belki de bir derdi, bir sıkıntısı vardır. Bizimle paylaşamadığı, ya da paylaştığı taktirde ifşa edileceğinden korktuğu acısı vardır.
Bu geniş dairede kendine bir yer bulamadığını düşünmesi, bizim eksikliğimiz olabilir mi diye kendi kendimize sormalıyız.
Madem ki mesleğimizin esası kardeşliktir. Madem ki dostluk ve muhabbet meşrebimizin temel taşlarındandır. O halde bu lafta kalmacasına alaka ve irtibat içine girilmelidir.
Hani ‘müfritane irtibat’ içinde olmalıydık…
Bu geniş ve kutsi dairede her kardeşin rolüne ve görevine ihtiyaç vardır.
Yeter ki bu rolleri ve görevleri biz tayin etmeyelim.
Ya da yapılanlara ‘not’ verme hakkını kendimizde görmeyelim.
Gerçi; Üstadımız, “Fena söz ve hareketleri üstüme alıyorum” diyor ama. Bu sözleriyle bizim birbirimize kırıcı söz ve fiillerden uzak durmamızı istiyor.
“Bin haysiyetim olsa, kardeşlerim mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim” diyorsa Bediüzzaman, biz kim oluyoruz ki, “damarıma dokundu, kırıldım vs” diyerek bu geniş dairenin dışına kaçmaya çalışıyoruz.
Bu geniş daire artık o kadar genişledi, o kadar genişledi ki, dünyayı içine alacak kadar büyüdü… O genişlik içerisinde bizim egolarımız, zanlarımız, dargınlıklarımızın o nisbette küçülüp kaybolması gerekir.
Bizdeki haysiyet, Üstadımızın haysiyetinden daha mı âli?
Ne küsen, kırılan, dairenin dışına çıkan olalım…
Ne de kardeşlerimizi inciten, yaftalayan, ocu, bucu diye sınıflandıran…
Bu geniş dairede hepimize yer var…
Derdimiz burası değil, ahiret olmalıdır.