Darbeden bugüne artılar-eksiler

Safa MÜRSEL

Üçüncü yılını bitiren 15 Temmuz darbe teşebbüs süreci, insani ve mali kaynaklar bakımından ülkeye ağır bedeller ödetti ve ödetiyor.

Darbe teşebbüsünün toplum dokusundaki, maddi-manevi tahribatı tahminlerin çok üstündedir. Fakat, sadece iç barışımızı korumuş olmak, hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kazancımızdır.

Darbe’nin en onulmaz sonuçlarından birisi, dindarlık ve cemaat kavramlarını vicdanlarda sorgulanır hale getirmesidir. Cemaatler hak etmediği bir töhmetin altındadır.

Daha kötüsü, cemaatler hakkındaki bu negatif algı, toplumun dindarlığa mesafeli durmasında, vicdani meşruiyete kaynaklık ediyor. Yani bazı çevreler, birilerinin dini siyasete alet etmesini, dini hayata mesafeli durmanın mazereti yapıyor.

Koç başlığına soyunarak 15 Temmuz’da çıktığı kanlı iktidar yürüyüşü, hamiyet maskeli bir örgütün ülkenin işgaline servis vermesinden başka bir şey değildi. Uluslararası alanda gördüğü itibara bakılırsa, örgütün utanç verici bu misyonu hala devam ediyor.

“Cemaat” kavramının böyle bir darbe operasyonunun failini tarifte kullanılması, bu kavramın masumiyetine vurulmuş talihsiz başka bir darbedir. İslam tarihinde en itibarlı kurumlar olan cemaatler, her türlü hayri ve insani faaliyetin kaynağı idi. Gücünü, etkinliğini bu özelliğinden alıyordu. Bu sebeple cemaat kavramı, darbe teşebbüsü ile üzerine sıçrayan kan lekesinden ve her türlü şaibeden kurtarılmak gerekiyor. Bu görev, kamu-özel hepimize düşüyor.

Gayrı meşru bir amaçta kullanması sebebiyle cemaat kavramına “güvenilmez” yaftası vurulması kabul edilemez. Resmi alanda sahibi belirsiz raporlar yayınlayıp cemaatleri etkisiz kılmaya çalışmak, bu milletin manevi hayatını sabote etmektir. En az FETÖ darbesi kadar, İslami hizmetlere zararlı bir tavırdır.

İman hizmetine çıktığı 20. asrın ilk çeyreğinde din adına siyasetin istismar boyutlu sakıncalarını müşahede eden Bediüzzaman, “din adına” iktidar hedefli siyasi arayışların hep karşısında oldu. “Şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçmayı” sakıncaları sebebiyle hizmetinde etkili bir ilke haline getirdi. “Siyaset topuzunu atarak” iman derslerine sarılmak, hep net tercihi oldu. Takiyye ve saklı gündem arayışında hiç olmadı.

Nur hizmetinde kişi ve topluma yönelik dini hizmetlerin, siyaset ayağıyla değil, sivil alanda, fikri planda yapılması esas idi. Çünkü, “siyaset cereyanlarında, hem muvafık- hem muhalif” çevrelerde iman dersine muhtaçlar vardı. Tebliğ kapısını kimseye kapatmadan herkese açık tutmak gerekiyordu.

Cemaat yapısı içinde din adına hareket eden herkesin benimsemesi gereken en sağlıklı bakış açısı bu idi. Dün geçerli olan bu ilke bu gün de geçerlidir. Ne var ki, günümüzde İslamiyet’i, terör başta olmak üzere uluslararası operasyonların yedeğine koyan odaklar var. Bunlar, İslam’ı sevimsiz gösterip, etkisiz kılmak için, var güçleriyle dindarların kimyasını bozmaya çalışıyorlar. FETÖ, böyle bir çabanın sonuçlarından sadece birisidir.

Darbe teşebbüsünün üçüncü yılında, dinin siyasi amaçlara alet edilmesine karşı daha sağduyulu mücadele edileceği yerde, toptancı bir yaklaşımla cemaatleri yıpratma arayışları devam ediyor. Halbuki, dünyevileşmenin ve ahlaki aşınmanın ağır baskısı altında yıpranan değerleri ihyada, öncelikle başvurulacak kurum cemaatlerdir. Bu yapıların tahribi, siyasete belki dikensiz gül bahçesi açabilir, fakat büyük bir gaflet olur. Zira, resmi ve ücretli hizmetlerin tesiri oldukça sınırlıdır.

Şu gerçeği unutmuş olamayız: İşi, kanlı darbe teşebbüsüne vardıran yapının aşındırdığı değerlerin, cemaat kavramında temsil edilen ulviyet ve kutsiyet ile çok ilgisi yoktu. Kendisi dışındakilere karşı hak, hakkaniyet, insaf ve merhamet duygularının kaybetmiş, bankası, sigortası olan bir yapı, zaten “cemaat” değildi.

Sınav sorusu çalan, devletin her kademesine torpille sızan, amaçladığı sonuçlar için yargıya yalan delil üretebilen, gerektiğinde bürokratını kullanarak, mobbing ve hatta  şantajla menfaat sağlayan bir yapı, “cemaat” kavramın masumiyetini temsil edemez. Bu gerçeklerin farkında olduğu için “cemaat” etiketini kendileri de kabul etmedi. Siyasi bir komite diyemedikleri için, kendilerini “camia” kavramıyla tanıttılar. Yargıda yaptıklarıyla yüzleşiyorlar.

Üç sene sonra geri dönüp baktığımızda, 15 Temmuz darbe teşebbüsüne karşı alınması gereken tedbirler konusunda ilk günlerin tehevvürü artık aşılmış olmalıdır.

Soruşturmalarda, göz altıların, sorgulamaların, iddianame ve dava süreçlerinin daha bir usul içinde, hukuk ve adalet kriterleri ışığında yürütülmesi sağlanabilmelidir. Bazı ihmallerin siyasi bedeli olabileceği öngörülmelidir.

Soruşturmaya tabi olanların kişisel olarak maruz kaldığı süreç, yakın çevresinde anlam verilemediği ölçüde memnuniyetsizliklere yol açıyor. Son mahalli seçim sürecindeki oy dağılımları bu açıdan analiz edilmelidir.

Son yerel seçimlerde, seçmenin siyasi iradeye “mesaj verme” konusunda ısrarlı olduğu ve bunun gereğini yaptığı anlaşılıyor.

Seçimler sonrasında “seçmene küsülmez, kızılmaz” şeklindeki beyanlar, takip edilecek uygulamalarda dikkate alınacak ve belirleyici olacaksa, seçmen tavrı fazla mesafe almadan, yargıda, idarenin KHK uygulamalarındaki beklentilerin gereği yapılmalıdır. Bu, siyaseten bir taviz değildir. Halka dayanan bir yönetimin, hukuk devletinin gereklerini yapma konusundaki duyarlılık göstergesidir.

Bir yıl sonra, içinden geçtiğimiz darbe sürecinin bugün konuştuğumuz konularını aştığımız bir kutlama yapmak hepimizin amacı olmalıdır.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.