Barla! Bir İman ve Kur’an aksiyonu olan Risale-i Nur hizmetinin başlatıldığı mübarek bir mekândır. Barla! Saadet Asrında Kur’an ve İman hizmetinin yayılmasında benzer olayların yaşandığı ve sahne olduğu bir yerdir. Barla, Mekke dönemindeki Müslümanlara yapılan baskı ve zulmü çağrıştıran ve sembolize eden önemli bir misyonu haiz stratejik bir yerdir..
Barla esprisini anlamak için hayalen Kur’anın ilk nazil olduğu zamana giderek orayı görmek ve yaşamak gerekir. İslam’ın hangi şartlar altında yayıldığını ve Müslümanların maruz kaldıkları baskı ve zulümler karşısında Mekke’deki Erkam bin Ebi’l Erkam’ın evinde yaşananları hatırlamak gerekir. Erkam bin Ebi’l Erkam, iman ettiğinde henüz 18 yaşlarında bir gençti. İman edince İslam’ın daha emin bir ortamda tebliğ edilmesi için evinin kapısını Allah’ın Resulüne açarak bağışta bulundu. Peygamber Efendimiz (asm), evini iman ve Kur’an hizmetine açmak isteyen bu gencin teklifini kabul etti, vakit kaybetmeden hemen gerekli hazırlıkları yaparak tebliğe başladı. “Darü’l İslam” yani İslam’ın davet edildiği ve anlatıldığı yer olarak isimlendirildi bu ev… Peygamberliğin 6. yılına kadar İslam’ın yayılması için, gerekli eğitim, plan ve programların temeli burada atıldı. Bir okul ve medrese görevini yaptı. Böylece İslam’ın yayılmasına münbit bir zemin oldu. Diğer bir ifadeyle İslam’ın bir merkezi ve üssü görevini yaptı.
Barla’nın ve Bediüzzamanın bu olayla yani “Darül Erkamla” olan ilintisi nedir ve buraya neden sürgün edildi? Sorusuna gelince:
Bediüzzan Hazretlerini İnsanlarla olan bağlarını tamamen koparmak, “Kalabalık şehirlerden uzaklaştırıp, böyle ücra bir köye atılarak ruhunda mevcud hamiyet-i İslâmiyenin feveran etmesine mani' olmak, onu konuşturmamak, söyletmemek, İslâmî imanî eserler yazdırmamak, âtıl bir vaziyete düşürüp imansızlıkla mücahededen ve Kur'ana hizmetten men'etmek idi. ” Bediüzzaman ise, kurulan bu planların aksine “bir an bile boş durmayarak, ‘kuş uçmaz kervan geçmez’ Barla gibi tenha bir yerde Kur'an ve iman hakikatlarını ders veren Risale-i Nur eserlerini ‘sırren tenevveret’ düsturuyla te'lif ederek neşrine” muvaffak oldu. Bu muvaffakıyet ve muzafferiyet, akılları hayrette bırakan muazzam bir galibiyet idi. Çünkü “o öyle bir dönemdi ki, din adamlarının yok edilip susturulduğu ve bir tek dini eserin yazdırılmadığı, hatta olanların imha edilip yakıldığı” bir dönemdi. Fakat uyuşmuş kalb ve akılları ihtizaza getiren Bediüzzaman'ı ve telif ettiği İslâmî ve imanî hakikatlere mani' olamamışlardı. ” Böylece 8, 5 yıl gibi bir zamanda Risale-i Nurların yazıldığı, yayıldığı ve bütün âleme duyurulmaya çalışıldığı bir merkez haline geldi.
Sanki “Kader, Anadolu’da, muhteşem bir yıkılıştan sonra Nuh Tufanında olduğu gibi insanlığın ikinci varoluş ve uyanış destanının yazılmasına karar vermişti. Bu destanın nüveleri selâm ve barış mânalarına gelen Isparta’nın Barla Kasabasında ekiliyordu. ”
“Barla, ehl-i imanın manevî imdadına gönderilen Risale-i Nur Külliyatı'nın te'lif edilmeye başlandığı ilk merkezdir. Barla, Millet-i İslâmiyenin, hususan Anadolu halkının başına gelen dehşetli bir dalalet ve dinsizlik cereyanına karşı, Kur'andan gelen bir hidayet nurunun, bir saadet güneşinin tulû' ettiği beldedir. Barla, rahmet-i İlahiyenin ve ihsan-ı Rabbanînin ve lütf-u Yezdanînin bu mübarek Anadolu hakkında, bu kahraman İslâm Milletinin evlâdları ve Âlem-i İslâm hakkında, hayat ve mematlarının, ebedî saadetlerinin medarı olan eserlerin lemean ettiği bahtiyar yerdir. ”
Onun için Barla’nın Risale-i Nur hizmetinde ayrı bir yeri vardır. Barla, Bediüzzaman’ı misafir etmekle değer kazanmış ve bir cazibe merkezi haline gelmiş, Türkiye’nin ve dünyanın bir çok ülkelerine ismini duyurmuş. Bu nedenle Barla dendiğinde ilk etapta Bediüzzaman ve Risale-i Nur akla gelmektedir. Çünkü Barla; Bediüzzaman ve Risale-i Nurla bütünleşen bir sembolü olömuştur.
Barla; Kur’an’ı Kerimin bu asra bakan ayetlerinden süzülen Nurların, katreler halinde Kevser-i Kur’anî ismine lâyık büyük bir havuzda biriktiği, “elmas kalemler ve kevser mürekkeplerle yazılıp, satırlara döküldüğü, oradan da sadırlara, sinelere, gönüllere ve ruhlara Hızır Çeşmesinin mâ-i zülâli gibi gıda, aşk ve şevk bahşedildiği” bereketli bir yerdir. Buradan nebaan eden âb-ı hayattan içenlere, adeta Saadet Asrını yaşatan nurani ve ulvi bir hava teneffüs ettiriyordu.
Çünkü “Kalb-i umûmî ve vicdan-ı umumî” yaralanmıştı... Bu asrın her şeyi maddede arayan bir hastalığı olan materyalist anlayışı ile hesaplaşacak, iman esaslarını akla, mantığa, kalbe kabul ettirecek müeyyidelere ihtiyaç vardı. “Dağlar büyüklüğünde taşlardan inşa edilmiş, İslamiyeti içine alan muazzam bir kaleye ihtiyaç vardı…” Ta ki, burada imanlar korunsun, yaralara merhem sürülsün, kalbî hayat açısından büyük inkişaflar sağlansın. Âdeta Zülkarneyn Aleyhisselamın seddi gibi inkâr-ı Ulûhiyete karşı bir set inşâ edilsin. İşte Bediüzzaman Hazretlerinin Barla’da başlattığı İman ve Kur’an hareketindeki temel espri bunları ifade ediyordu.
Bediüzzaman Hazretleri Barla’ya, 1926 Baharında Eğirdir’den jandarma nezâretinde bir kayıkla sürgün ediliyordu. Darül Erkam’ın evini hatırlatan Muhacir Hâfız Ahmed’in evine misafir oluyordu. Bu ev, asrın müceddidi olan Bediüzzaman ile şerefyab oluyordu. Daha sonra Ebu Eyyübel Ensari hazretlerinin evini peygamberimize (asm) tamamen bıraktığı gibi, Muhâcir Hafız Ahmed de, evini Bediüzzaman Hazretlerine bırakacaktı... Artık bundan sonra bu ev, İman ve Kur’an hizmeti olan Risale-i Nurlar’ın yazılmasına ev sahipliği yapacaktı.
Evet, Barla ve Isparta civarındaki bahadır, fedâkâr, cefâkâr ve kahramanlar heyeti, çağımızı ve gelecek çağları cihan çapında aydınlatacak eserleri büyük bir aşk ve şevkle yazıyor, çoğaltıyor ve her tarafa neşrediyorlardı. Herkesin sus pus olduğu ve ümitsizliğe düştüğü böyle sıkıntılı anlarda bile zerre kadar hiç bir tereddüt eseri göstermeden “Merak etmeyin kardeşlerim! Bu Nurlar parlayacaklar!” diyordu.
Artık Ona Erkam Bin Ebil Erkam gibi evini açan Muhâcir Hafız Ahmedler ve Ebubekir-i Sıddık’ın sıddıkıyeti gibi sadakat gösteren Sıddık Süleymanlar gibi arkadaşları ve talebeleri vardı.