Ömer Özcan’ın haberi:
RİSALEHABER-Merhum Muzaffer Arslan, 1954 yılından itibaren, bütün Türkiye’yi il il; kasaba kasaba; köy köy dolaşarak tek başına onlarca kargonun yapabileceği bir yükü omuzlarında taşımaya başlar. Seyyar olarak Risale-i Nur dağıtma işinde istihdam olunur Muzaffer ağabey. O, gittiği her yerde Risale-i Nur’u neşrediyor, mahiyetini insanlara anlatarak dağıtıyor, bugün mahsulâtını aldığımız nuranî tohumları Anadolu’nun topraklarına ekiyordu. Bütün bunları Bediüzzaman Said Nursi veya Üstadın yanındaki talebelerle sık sık görüşerek, istişareyle yapıyordu.
Hepimizin üzerinde hakları olan Muzaffer Arslan ağabeyimiz 2 Ağustos 2007 tarihinde vefat etmiştir… Merhum ağabeyimizi rahmet, minnet ve şükran duygularıyla anıyoruz…
MUZAFFER ARSLAN’IN RÖPORTAJINDAN…
Nurları daha ilk tanıdığınızdan beri gittiğiniz yerlerde Beşini Şua’yı çok okuduğunuzu biliyoruz. Şimdi bile sizi beşinci şua uzmanı olarak görüyor çok kimse. Bunun sebebi neydi?
Üstad Hazretlerinin şahsı üzerinde çok durmuşumdur Anadolu’da. Kitapları nazara verdiğimiz kadar; bilhassa Üstadın makamı üzerinde ve Ahirzaman’daki eşhas-ı mühimme üzerinde duruyordum. Bu sebeble 5. Şua’yı çok okuyordum. Aslında 5. Şua en evvel okunacak mesele değildir, ama ben 1950–60 arasında o zaman her gittiğim yerde onu okuyordum. Zaten baş tarafında da, “Akide-i avam-ı mü’mininin imanlarını vikaye ve şübehattan muhafaza etsin diye…” yazılmış. Bu istikbal meseleleri hakkında avam-ı müminin ve bazı hocalarımız da dâhil, yanlış malûmat sahibiydiler. Çünkü bu istikbale aid hadisleri okuyanlar muhkem gibi kabul edip, yanlışlığa düşüyorlardı. Hâlbuki müteşabih hadisler tevil ister. Bunları da ancak ilimde vukufu bulunanlar tevil edebilirler. Yoksa Riyaz-üs Sâlihin gibi kitaplara bakıyorum, olduğu gibi nakletmişler. Hâlbuki bunlar müteşabih hadislerdir.
Üstadın izahlarına baktığımız zaman: Hadislerde geçen, “alnında yazılı bir kişi” veya “eli delik bir kişi”yi aramak değil de, ondan murat nedir onları anlatıyor.
Peygamberimizin huzurunda işitilen bir gürültü duyulduğunda, Resulullah ne diyor, “Yetmiş senedir yuvarlanan bir taş, Cehennemin dibine yuvarlandı.” Biraz sonra, “Yetmiş yaşındaki filân münafık öldü, Cehenneme gitti” diye haber geliyor. İşte bunun gibi müteşabih, yani benzetmeli hadislerdir bunlar. Ben çocukluğumdan beri bu Mehdî-Deccal meselelerini, Muhammediye, Ahmediye kitaplarından okumuştum, bunları bekliyordum. Âl-i Beyt’ten birisini bekliyordum ben. Şunu da bilin ki, onları okuduğumda daha üçüncü sınıftaydım.
Öğretmenimiz kadındı, Bir gün bana 23 Nisan hakkında bir şiir verdi, “bunu okuyup ezberleyeceksin” dedi. Çocuklar içinde biraz görüntülüydüm ben. O şiiri bir okudum, fakat ezberleyemedim onu. Çünkü benim itikadıma, inancıma aykırı şeyler vardı içinde. Bu sebeble okula gitmedim ve o şiiri de okumadım. Daha üçüncü sınıftaydım, o yaşta bizim inancımız buydu. Bu halimle ve yaşımla ben hep bu meseleleri bilirdim. Ahirzamanda kim nedir anlardım, anlatırdım. Oysa ailemden böyle bir terbiye de almamıştım. Çünkü daha altı yaşımda babam, onaltı yaşımda da anam vefat ettiler. 1948–1950 arası Davutpaşa’da askerliğimi yaptım. O zaman bölüğün yarısına Kur’an ve ilmihâl öğrettim. O zamanda bile ilgilenirdim bu meselelerle. Daha 5. Şua’yı da okumamışım henüz. Vakta ki 22 yaşında İzmir’e geldim…
Duyduğuma göre, 5. Şua gibi yerlerden çok okuduğunuz için bazı ağabeyler sizi üstada şikâyet etmişler?
Evet… Zübeyir ağabey anlatmıştı… Birileri Üstada gelerek, “En son okunacak mahrem eserleri en evvel okuyor…” tarzında anlatmışlar. Fakat Üstad gülmüş, bir şey dememiş…
(Ömer Özcan Ağabeyler Anlatıyor–2)