Risale Haber-Haber Merkezi
Bahaeddin Sağlam'ın yazısı:
Risale-i Nur’da Mehdiyet Haritası
Risale-i Nur’da; 5. Şua, Kastamonu Lahikası, Emirdağ Lahikası, 1. Şua, 14. Şua, 24. Söz, 15. Mektup dışında Mehdiyetle ilgili en geniş ve stratejik işaretler içeren bu 29. Mektup’un 7. Kısmıdır. Bu kısım üç sualin cevabı olarak yedi işarettir. Birinci sual mehdiyetin lüzumunu izah edip gerekçelerini gösteriyor. Yani “ümmetin fesadı hengâmında mehdiyet, içtimai bir hakikat olarak tecelli eder” mealindeki ifadede geçen “fesad”ın ne demek olduğunu açıklıyor. Burada dört işaretle ümmeti ifsad edenleri susturmaya çalışırken aslında anahtar kelimeler ile bu fesadın sebeplerini ve ıslah çarelerini anlatıyor. (1) Bu kısmın başına konulan iki ayette de bu fesadın ıslahı için 10 adet çareye işaret ediliyor. Bu notların sonunda bunları tefsir etmeye çalışacağız.
Hemen hatırlatalım ki; bu mehdiyet meselesini yani ümmetin fesadının sebeplerini; müsbet ve güzel bir şekilde o bozulmayı gidermek çarelerini bilmek, ciltlerce kitap ve araştırma ister. Onun için biz burada müstakil bir yazı veya şerh yazamayız. Sadece bu 7 İşaretin anahtar kavramlarını bir miktar açmaya çalışacağız. Ki Müslümanlar bu karanlık ve karışık dönemde yanlış yollara ve yöntemlere başvurmasınlar. İşte Birinci İşaretin Anahtar Kelimeleri:
1) “Şeair-i İslamiyeyi tağyir..” “Şeair” insanın geçmişini, kültürünü, sağlam inancını bilinçli ve doğal olarak ona hatırlatan ve yaşatan ritüeller, mabedler, kelime ve kavramlar gibi yüzlerce sosyal, dinî ve kültürel hakikati içeren geniş bir hakikattir. Bunların hiçbiri tarihte yapay olarak oluşmamıştır. Bunlar sosyolojik, psikolojik realiteler olarak gayet doğal verilerdir. Karşı düşman taraf, önce hedef aldığı toplumdan bunları kaldırmaya çalışır; beceremezse değiştirmeye veya içlerini boşaltmaya uğraşır. Böyle bir bozulmanın sosyolojik ismi “yabancılaşma”dır. Yabancılaşan biri varlığının can damarı olan o şeairi kendine düşman ve zararlı olarak görür. Pusulasını kaybetmiş asker gibi düşman tarafa katılır. İşte bu bahsin ikinci kelimesi bu yabancılaşma hastalığının ifadesidir.
2) “Bütün olumsuzluklarda yabancıları körü körüne taklid etmek.”
3) “Şeriat yabancı memlekete dar-ı harp, der.” Yani İslamiyetin yaşanmadığı, İslam şeairinin olmadığı memleket dar-ı harptir. Yoksa bazılarının sandığı gibi dar-ı harp ille de kendisiyle savaşılan memleket demek değildir.
4) “Diyar-ı İslam..” Diyar, dar kelimesinin çoğuludur. Yani İslam memleketi bir tane olmak zorunda değildir. Farklı İslam devletleri olabilir.
Hulasa: Yabancılar için dinî metinler sonuna kadar tercüme edilebilir. Çünkü onlar o kelimelerin kutsallığını bilmediklerinden onlara o kutsal kelimelerin manaları gerekir. Fakat şeairin yaşandığı müslüman toplumlar için o kelimelerin kutsal ritüel özellikleri, bin kat o kuru tercümelerden daha önce gelir ve daha faydalı olur. Burada Bediüzzaman böyle diyor. Fakat son Lahika mektuplarında, Türkiye’nin yabancılaştığını; dindar bir ailenin çocuğunu imana getirmek, bir gayr-i müslimi imana getirmekten daha çok zorlaştığını söylüyor. (Emirdağ Lahikası)
5) Bu 7. kısmın 2. sayfasında şeairin bir kısmı izah ediliyor: “İslami gelenek, İslam Tarihi, mabetler, mezarlar, ibadet ve inanç ile ilgili konuşmalar (Gündem.)”
6) Yine bu sayfada yanlış yabancılaşmanın önemli bir şeklini veriyor: “Basit bir dünyevi gelir için her gün Fransızcadan (2) elli kelime ezberleyen ve elli sene ömründe namazın kutsal kelimelerinden beş tanesinin manasını öğrenemeyen, insanlıktan çıkmış kadar yabancılaşmış bir hayvandır.”
7) Böyle bir ortamda o kutsal lafızları tercüme etmek, ya tahriftir (yani yanlış anlamalara sebep olur) veya tehcirdir (yani o kutsal kelimeleri toplumdan sürgün etmektir.)
Toplumu imha eden bu ve benzeri saldırıların iki ana sebebi vardır:
a) Toplum içinde dinsizlik akımı var. Bunlar kendilerini açıklayamadıklarından bu şekilde dine saldırıyorlar. İlmini dünya ile satan bazı hocaları kullanıyorlar. Kuru ruhsuz mealler sunuyorlar.
b) Irkçılık insanda tahripkârlığı doğurduğu gibi, imanı da zayıflatır. Ayrıca kendi kimliğine yabancı gördüğü Arapçaya karşı da düşmanlık besler. Böyleler kültür ve ilimden ziyade İslamî literatürü dışlamak için tercümelere girişiyorlar.
İkinci İşaret:
Birinci işaretten anlaşılan şudur: Toplum ve ümmetin fesadı, önce kültürel ve literal olarak gerçekleşiyor. Bunun da iki temel sebebi var. a) Gizli dinsizlik; b) Irkçılık. Bu ikinci işaretin gösterdiği sebep ise, Avrupa’daki bozulma ve fesadın İslam dünyasına yansımasıdır. Meselenin özü şudur:
Avrupa’da Kilise sosyal hayatın, bilimin ve özgürlüklerin önünde beş yüz sene boyunca engel oldu. Halk, fakirler, bilim adamları ve en mühimi de bu kesimleri organize eden Mason locaları Avrupa’yı önce sekülerleştirdiler, sonra laikleştirdiler. Sonra mutlak bir materyalizm ortalığı kavurdu. Bu akım iki sefer büyük dünya savaşının çıkmasına sebep oldu. Yani Avrupa 1789 tarihli Büyük Fransız İhtilalinden ta 1920’lere kadar böyle bir süreci yaşadı. Bu süreç, bu tarihten sonra, önce İslam Dünyasını sonra Uzak Doğu’yu, daha sonra 3. Dünyayı sardı.
Üstad Bediüzzaman, bu dalganın İslam Dünyasını sarmasının sebebinin, İslam dinini Hristiyan dinine kıyas yapmaktan kaynaklanan yanlış bir uygulama olduğunu söylüyor. Ve farklılık noktalarını açıklıyor. Fakat bunu izah eden hakikatleri anlatırken, meselenin izahından şöyle bir netice çıkarabiliyoruz: İslam Dünyası, kendi elindeki zengin kanun ve prensiplerin manalarını bilmediğinden veya kullanamadığından, Kilisenin içine düştüğü bütün yanlışların içine düşmüştür. Neticede insanlık âleminde deccal görevini gören bu emperyalist, materyalist ve dinsiz akım, İslam Dünyasını da yutmuştur. İşte bu çok başlı deccale karşı Mehdiyetin uygulayabileceği şifre kavramlar şunlardır:
1) İslamiyet, avamı ve fakirleri ezmemeli idi. Ki İslamın özünde asıl olan da budur. 2) Bilime ve düşünceye sonuna kadar kapılarını açmalı idi. Ki Kur’anın emri budur. 3) Benliğe, üst sınıfların oluşmasına, burjuvaziye müsaade etmemeli idi. Ki Peygamberin hayatının yani sünnetinin amacı budur. Hulasa: İslamiyet pratikte Katolikleştiği için bu gibi sorunlar onun da başına gelmiştir. Ve eğer bu yanlışını düzeltmezse galiba mehdiyet, ya hiç gelmeyecek veya gelirse de başarılı olamayacaktır.
Üçüncü İşaret: Bu işaretten anlaşılan; anarşizm, dinsizlik ve kanunsuz yaşamak asla doğal değildir. Doğa ve ilahî sistem son derece düzen ve kaliteye dayanır. Dolayısıyla bu gibi geçici hastalıkları bir gün mutlaka dışlayacak veya sistem ölecektir. Küresel sermaye dahi bu gerçeği fark ettiğinden artık yasal yaşayan dindar medeni tüketiciler istiyor. Dolayısıyla dünyamızda büyük zararları olan ve geçen 200 yüzyılda etkin olan dinsizlik, despotizm ve ahlaksızlık mutlaka ya temizlenecek veya mağlup duruma getirilecektir. Demek Mehdiyet ve ıslah meselesi alâküllihal hangi şekilde olursa olsun mutlaka gerçekleşecektir. (Bu 3. İşaretin metnini kitaptan okuyun!)
Dördüncü İşaret:
Birinci işaret kültürel yönden gelen fesad ve bozulmayı anlattı. 2. işaret siyasi yönden gelen ifsad akımını gösterdi. 3. işaret ekonomi ve kalkınma uğruna başımıza gelen manzarayı bildirdi. Bu dördüncü işaret ise, sosyolojik yönden gelen kırılmayı gösteriyor. O da şudur:
Uzun bir dönem yaşayan medeniyetlerde, din bir kuru araç ve vasıta haline gelir. Toplumsal bir yaşlanma ve cehalet görülür. Böyle bir toplumda bir kısım insanlar, cahil ve dindardır. Ama onun için millet ve medeniyet dinden önce gelir. Yani dini milliyetine feda eder. Böylelere “Mümin-i gayr-ı Müslim” denilir. Bu kısım, dünyacı hocalardan ve cahil sofilerden oluşur. İkinci kısım insanlar ise, bilgili ve dinsizdirler. Fakat bunlar sosyolojik ve medeniyet olarak dinin fonksiyonunu çok iyi bilirler. Dini, milliyete ve medeniyete bir araç olarak sever ve ona göre bakarlar. Yani inandıkları için değil; sadece ihtiyaç olduğunda dine sarılırlar. Bunlara “Müslim-i gayr-ı mümin” denilir. Bunların çoğu, ırkçılık adrenalini ile sarhoş olmuş siyasilerdir. Bu iki akım, din için tahripçi oldukları gibi, toplum için de asla kapanmayacak şekilde bölünmelere sebep olurlar.
Bu 4. bölümde temel bir kavram olarak vurgulanan “bid’alar” zahiren güzel, gerçekte yapay ve sahte olan meseleler ve işler demektir. Ve din özellikle İslamiyet alternatifi olmayacak bir şekilde evrensel, doğal bir hakikattir. Bu gibi yapay meseleler onun yanında bölücü ve tahribatçı (yıkıcı) olmaktan öteye geçemezler.
Seksen sene önce yazılan, Türkiye’nin bugünkü bölünmüşlüğünü haber veren bu işaretteki uyarıları bugün gözlerimizle görebiliyoruz. Çünkü samimi dindarlar mehdiyeti ve ıslah hareketini oluşturacak niteliklere henüz gelemedikleri gibi; çoğunlukla da bu milliyetçilik hastalığından kurtulmuş değiller.
2. Sual: Bu gibi bozulmaları önleyecek mehdiyet ve ıslah hareketi nasıl gerçekleşecektir?
El-Cevap: Beşinci İşaret: Bu beşinci işarette 15 anahtar kavram var; şöyle ki:
a) “Fesada girmiş âlemi ıslah edecek Mehdi…” Demek ahir zamanda bozulma sadece âlem-i İslama has kalmayacaktır. Bütün dünya, dinî ve manevî değerlerinden soyunmaktan dolayı bozulmuş olacaktır. Mehdi sadece Müslümanlara değil; bütün dünyaya hitap edecektir. Onun için 19. sure olan Meryem suresinde Hz. Zekeriya (bugünkü İslamiyet) kemiklerinin (maneviyatının) ve saçlarının (bilim birikiminin) çok çok zayıfladığından dolayı kendine bir varis ister; bana (dine) ve Al-i Yakuba (insanî birikime) varis olsun; diye dua eder. İşte bundandır ki; Mehdi’ye Halifetü Resulillah değil de Halifetullah denilir. (Meryem suresi ile ilgili tefsirimize bakabilirsiniz.)
b) “Mehdi hakkında birçok sahih rivayet var..” Peki, buna rağmen neden bazı hocalar ve bir kısım muhaddisler, Mehdinin geleceğini inkâr ediyorlar. Cevap şudur: Emevi sultanları bu gibi rivayetler karşısında bir nevi deccal gibi göründüklerinden bu rivayetlerin yayılmasını yasak ettiler.
c) “Cemaat-ı beşeriyenin büyük ifsatları…” Yani olumlu veya olumsuz ahirzamanın bütün akımları bütün beşeriyeti kuşatacak şekilde yayılacaklar ve lokal kalanlar eleneceklerdir.
d) “Mehdinin bütün işleri harika (mucizevî) olsa hikmet-i ilahiyeye aykırı olur..” Demek her yönden harika bir Mehdi tasavvuru dinî ve ilmî olamaz; avamî bir hurafe olur; ehl-i ilmi ve ehl-i hakikati umutsuzluğa sevkeder.
e) Mehdinin vasıfları: “En büyük bir müçtehid, en büyük bir müceddit, hem devlet adamı (hâkim) hem manevî bir mürşit, hem Mehdi…” Yani iki açıdan bu vasıflar gereklidir. Çünkü ümmet ve insanlık hem çok büyük bir bozguna uğramıştır. Hem de bu yıkılışı önlemek için ıslah niyetiyle fakat çok daha zararlı hareketler ortaya çıkmıştır. İşte bu iki nevi temizlik için bu vasıflara sahip bir mehdiyet zorunlu, sosyal bir ihtiyaçtır. Ayrıca ümmetin moral bulması için umut kaynağı ve manevî bir çaredir.
Müçtehid demek, yeni bir hukuk anlayışı ortaya koyacak demektir. Bu vasıf, Emirdağ Lahikasında “mürur-ü zamanla zedelenmiş olan şeriat-ı Muhammediyeyi ihya edecek” ifadesi ile geçiyor. Müceddit.. Yani dinî literatürü ve dinî anlayışı yenileyecektir. Devlet adamı (hâkim) olması, yeni bir siyaset anlayışı getirecek demektir. Mürşit, arınma ve maneviyat alanında yeni bir yol ve yöntem gösterecek demektir. Gerçek Mehdi... Yani yeryüzündeki bozguncu hareketleri temizleyebilmeli...
Demek eğer bu beş temel vasıf birisinde yoksa o Mehdi değildir. Veya bu vasıfları icra edecek olan mehdi, şahıs değil de bir cemaat olacaktır. Ki bu 5. İşaretin başındaki sorudan da bu anlaşılıyor. Maalesef Ortaçağın skolastik bataklığından çıkamayan birçok zevat Mehdiyet iddia etmekle dünya büyüklüğündeki bir meseleyi kirletmiş oluyorlar.
f) “Mehdi Al-i Beytten olacak…” Ya neseben veya manen.. Yani İslamiyet ailesi içinden, İslama çok yakın bir çevreden olacaktır.
g) “İsmi Muhammed Mehdi olacaktır.” Yani Hz. Muhammed gibi başta ilim ve inanç olmak üzere bütün zıtları istikamet ve denge dairesinde birleştirecektir.Ve bu sayede yani bu mucizevî tılsım ile âlemin ifrat ve tefritini yani fesadını izale etmiş olacaktır.Yoksa zahiren ismi “Muhammed Mehdi” olsa, bu da hikmet-i ilahiyeye ve imtihan sırrına ters olur.
h) “Mehdi hakkında hiç rivayet yoksa da esbap dairesi açısından onun gelmesi Allah’ın hikmetinin gereğidir.” Çünkü kâinatta her zıt mutlaka eşit ayarda zıddını çağırır. Yani eğer büyük bir ifsad olmuşsa büyük Mehdi yani büyük ıslahatçı da mutlaka var olacaktır. Bu gerçeklik, diyalektik sürecin en temel kanunudur. Hikmet-i İlahiye denilen müsbet ilimler, daima bu kanun üzere çalışırlar ve ona göre çerçevelenirler.
i) Sosyoloji bilimi açısından bu realite şöyle gerçekleşecektir: “Başta seyyidler olmak üzere İslamın yakın çevreleri bu evrensel bozgunculuğa bir gün elbette tepki göstereceklerdir.”
j) Fakat bütün siyasi hareketler gibi bu kutsal birikim ve enerjinin israf edilmemesi için, yani ifrat ve tefrite ve teröre bulaşmaması için, manen onların lideri olan Mehdi, kendisindeki derin ilim, hikmet ve anlayışla, o birikimi ve kutsal kuvveti hak ve hakikat yoluna yönlendirecektir. Diğer menfi güçler genellikle enerjilerini uygunsuz şekilde harcadıklarından seyyidler cemaatinin bu müsbet ve yapıcı gücü ile temizleneceklerdir. Yani herkes bencil, hedonist, sarhoş olduğundan ve kuru katı meseleler için uğraştığından, bütün kâinatı dahi kendine hedef için küçük gören, ilim ve maneviyat kanatları ile donanmış az bir kuvvet dahi çok mucizevî işler yapmaya sebep olabilir. Şöyle ki:
Altıncı işaret:
Bu işaret, o kadar kapalı ve özet bir şekilde verilmiş ki, ondaki şifreli bilgileri anlamak için diğer altı işaretin bilgisini ve anahtar kavramlarını göz önünde bulundurmak gerekir. Şöyle ki:
2. İşarette açıklandığı üzere güzellikleriyle, bozuklukları ile bu asrın yapılanmasının aslı ve çekirdeği olan Büyük Fransız Devriminin (1789) üç ana gücü vardı: İhtilalciler, inkılâpçılar ve feylesoflar (yani bilim adamları.) 5. Şua’nın 15. Meselesinde anlatıldığı gibi, ihtilalcilik başka bir tabir ile devrimcilik birçok sosyal ve kutsal değeri yıktığından önce Sosyalizme, sonra Bolşevizm’e, en sonunda da Anarşizme vardı. Hıristiyanlıkta Papa Allah’ın vekili olarak toplumun ve devletin başı sayıldığından, başsızlık manasına gelen anarşizm, gerek bu özelliğinden ve gerek materyalizm felsefesinin egemenliğinden inkâr-ı ulûhiyete (yani bütün soyut ve manevî değerleri inkâr etmeye ve dışlamaya) dönüştü.
[Bu kötü sonuç, sol blokta o kadar çok önem kazandı ki, eşitlik, kardeşlik ve özgürlük değerlerine dayanan Fransız Devriminin zerresi bile solcu devletlerde kalmadı. İnsan yığınları dengesiz ve hırsız olan kapitalizmi arar oldular. Onun için 1920’lerde İslam Dünyası için dindar sosyalizmi hoş karşılayan B. Said Nursi bütün gücüyle inkâr-ı ulûhiyet ve küfr-ü mutlak dediği şu deccalane cereyanı durdurmaya çalıştı.]
Bu Fransız Devriminde ikinci büyük güç olan inkılâpçılar (reformcular) ise, hiçbir sınır tanımayan, ırkçı ve son derece gücü kutsayan liberalizme dönüştü. Bu liberalizm, en sonunda çürümeye yani hedonizme vardı. İhtilalcilerden de eline imkân geçirenlerin son hedefi yine hedonizm oldu. Çünkü insanoğlu belli bir kutsal inanç ve ideal ile donatılmazsa, nefsin sınır tanımayan isteklerine esir olur. Üçüncü grup olan bilim adamları ise, gerek Kilisenin çaresizliğinden ve gerek hızlı teknolojik gelişmelerden dolayı mutlak bir materyalizm akımına dönüştü. Marks ve Freud’un felsefeleriyle bu akım daha sonra bütün dünya eğitim kurumlarını sardı. Haliyle soyuta ve sonsuza âşık olan insanoğlu bu materyalizm çukurunda boğuldu. Mason liderler (3) bu üç akımın içinde önemli yerlere sahiptiler. Denilebilir ki, bütün maddi gelişmelere rağmen bugünkü sorunların ve çıkmazların sebebi onlardır. Suç onlarındır, diyoruz. Fakat asıl suç, alternatif oluşturamayan Kilise ve İslam din adamlarınındır.
Bediüzzaman bu 6. İşarette; evrensel, çağdaş, başta eğitim hayatı olmak üzere bütün alanları verimsiz ve bozuk bir hale getiren bu 200 yıllık Devrimin tahribatını önce iki yarım ve bir derece lokal iki çare ile tamir ediyor. Sonra 7. İşarette çok köklü evrensel ve gerçek bir çare öneriyor. Daha doğrusu böyle bir çareyi bulduğunu; Müslümanlar ve Hristiyanların (Mehdi ve Mesihin) bunu geliştirmesi gerektiğini söylüyor.
İşte 1. Geçici Çare:
İslam Dünyasında gerek sol akımların etkisiyle ve gerek materyalist bilimin tasallutuyla ve gerek siyasi gizli komitelerin faaliyetleriyle bütün zamanlara hitap eden İslam dinini ve İslam şeriatını inkâr eden, devletçi ve halkçı geçinen aslında burjuvazice yaşayan devletler olacaktır.
Mehdinin kurduğu aydın bir cemiyet, bu devletleri yıkmadan tamir edecek; ihtilalcı, inkılâpçı ve materyalist bilim adamlarından oluşan süfyan komitesini dağıtacaktır. Tamir şu demektir: Devlet dinsizdir. Fakat o aydın cemiyet devlete kutsal değerler katacaktır. Devlet burjuvazi ve süfyaniyete (israfa ve rüşvete) dayalıdır. Fakat o nuranî cemiyet ona adalet ve istikamet verecektir.
Bu 6. İşarette önemli bir kavram şudur: Fransız Devriminin İslam Âlemindeki devamı olan bu süfyanî (israfçı, dünyacı) komite, aslında İslamiyeti değil de İslamiyetin kutsal, semavî, ilahî bir düzen olduğunu inkâr ediyor. Başka bir tabir ile bu komitenin bir kısmı müslim-i gayr-ı mümindirler. Yani kültürel olarak müslümandırlar. Ama kutsal ve gaybi boyuta imanları yoktur. İman olmayınca insanda ve toplumda tek geçerli değer, nefis, bencillik ve hedonizm kalır. Böyle insanlara dinin literatüründe Yecüc-Mecüc denilir.
Mehdinin bu aydın cemiyetinin elinde mucizekâr manevî kılıç var: Bunun da iki muhtemel manası var: 1- Din ve kutsallık, başlı başına manevî bir kılıçtırlar. Gerçek manada alternatifi yoktur. 2- Bu aydın cemiyet, bilim ve dil sayesinde dinin mucizeliklerini gösterip, dini hurafe sanan ve dolayısıyla dine karşı cephe alan çevreleri imana getirecektir. Yani âlem-i İslamdaki gizli dinsizlik akımı durdurulsa, âlem-i İslam ıslah olur. Mehdi gelmiş sayılır. Evet, İslam dini özgün yapısıyla böyle bir yeteneğe sahiptir.
2. Geçici Çare:
“İnkâr-ı ulûhiyet (bütün kutsal değerleri) dışlamak niyetiyle, medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi (başta ticaret, ibadet ve hürriyet olmak üzere 10 bin yıllık insanî birikimi) yıkan komünizmi ve anarşizmi dağıtacak ve onların enkazını temizleyecek şöyle bir hareket Avrupa’da görülecektir: O hareketin ve cemaatin nitelikleri şunlardır:
a) Hz. İsanın din-i hakikisini, (yani şefkati, kardeşliği, ruhaniliği) esas alacak.
b) O din-i hakikiyi İslamiyet’in hakikati (yani başta madde-mana ve ilim-inanç bütünlüğü gibi değerler ile) birleştirmeye çalışacak.
c) Hamiyetkâr ve fedakâr olacak.. (Evet, her şeye rağmen bütün insan hakları örgütleri yine Batıdan çıktı.)
d) “Müslüman İseviler” ismine layık. (Yani bunlar Kilisenin hurafeleri dışında olacak.)
e) Hz. İsanın riyaseti altında.. Yani onların tüzüğü ruhanilik, fedakârlık, antimateryalizm gibi değerlerden oluşacak. Veya Kilise bunları yönlendirecektir.
Evet, özünde İncil ve İslam medeniyetine dayanan bugünkü olumlu BatıMedeniyeti, insanlığı komünizm belasından kurtarmıştır. Fakat kendi içinde gizli olan aşırı liberalizm ve sözde bilimsel materyalizm deccallerine karşı henüz savaşı kazanmış değildir. Çünkü Batının başta Kilise olmak üzere bütün müsbet kurumları ve İslam dininin önemli yazarları bu iki düşmana karşı savunma refleksinden gerçek cevap ve hamle girişimine geçemiyorlar.
7. İşaret:
Onun için Bediüzzaman Said Nursi, bu savunma refleksini bırakıp, hayat alanında, felsefede ve bilimde bu iki akıma karşı gerçekten alternatif olabilecek Risaleler yazdığını söylüyor. Burada üç Risalenin ismini zikrediyor.. 30. Söz ile Sosyolojide ve Psikolojide (1. Mebhas;) Kimya ve Fizikte (2. Mebhas); 24. Mektub ile Ontolojide ve Teolojide; 29. Söz ile Biyolojide ve Ruh-beden bütünlüğü konusunda birçok çare gösteriyor. Dindarların bunları geliştirmelerini bekliyor. Bu vazife, Emirdağ Lahikasında “Eğer beşer bütün bütün bozulmazsa ve vaktinden evvel Cenab-ı Hakk bir kıyameti koparmazsa; Mehdi, çok uzun tetkikat isteyen Risale-i Nurun ilmi hazırlıklarını kendine program yaparak nev-i beşeri felsefe-i maddiye ve tabiiyye tasallutundan kurtaracak.” şeklinde geçiyor.
Burada bazı okuyucular ilk etapta kendisinin müsbet ilimleri eleştirdiğini anlayabilirler. Fakat durum kesinlikle öyle değildir. Muhakemat kitabı bu dediğimizin yüzlerce delilini gösteriyor. Bu 7. İşarette eleştirilen Avrupa’nın materyalist felsefesidir. Ve haksız olan bu felsefeye müsbet ilim nazarı ile bakıştır.
Evet, maalesef Avrupa Kilisesi de İslam Diyaneti de Evrim, Sosyoloji ve Antropoloji ve madde-ruh konusunda henüz materyalist Batı felsefesine alternatif oluşturacak bilgi ve veri tabanına sahip değiller. Alternatif bir varlık ve bilim anlayışını bilmiyorlar. Mağlubiyet psikolojisi içinde sadece savunmaya girişiyorlar. Hâlbuki Avrupa biliminin hiçbir verisini feda etmeden, dinin anlattığı bütün değerleri o çerçevede gösterebilirler. Savunma yerine bütün dünyayı ıslah edecek bir aydınlanmaya sebep olabilirler. Fakat dil, fen ve özgürce düşünce olmadığından, taassuptan kurtulamıyorlar. Çare bulanları da sapık ilan ediyorlar. Hâlbuki tek bu bakış açısıyla kısa bir zaman içinde bütün dünya aydınlanabilir. Onun için rivayetlerde Mehdi çok küçük bir hareketle bu ıslah işini becerecektir, denilmiş.
Bütün bu belirsizliklere rağmen son dönemlerde Ekolojide, DNA’da ve Kuantum Fiziğinde dindarların işini kolaylaştıracak sonsuz bir bilinç keşfedilmiştir. Fakat dindarların kendine has epistemolojik bir altyapıları ve birikimi henüz yoktur. Eğer bu handikap aşılırsa dünya yeni bir çağa girmiş olur.
Kaynaklar:
1-29 ve 4 sayıları, maddi bilimleri gösterdiği gibi; 7 sayısı da sosyal ve siyasi hadiselerin sisinden dolayı insanların dinin gerçek manasını kaybettiklerini, kesret ve maddiyat içinde boğulduklarını sembol ve remiz diliyle hatırlatıyor. Bu yedinci kısmın isminin de “İşarat-ı Seb’a” olması, insanların materyalizm ve dağılmaktan dolayı stratejik davranamayacaklarını bildiriyor.
2-O zaman Fransızca moda idi. Veya Avrupa dilleri demektir.
3-Masonlar bugün için eskisi kadar etkin olmasalar da; ekonomide, siyasette ve bilimde onların zihniyeti çok büyük çapta egemendir. Onlar adeta muhteşem yüzyıllarını yaşıyorlar. (Bakara Suresi, 94–106. ayetler hakkında yazdığım tefsir notlarına bakabilirsiniz.) Masonlar Allah’a inanmakla beraber ve kendilerine has bir inisiyasyonları olduğu halde deisttirler. Yani vahye, peygamberliğe ve ahirete inanmazlar. Onun için semavî dinlere karşıdırlar. Bu 7. kısımda bu işaretleri bu şekilde tanzim eden Üstad B. Said Nursi Kastamonu Lahikasında onlar veya benzeri dinsiz komiteler için şu tarifi kullanmıştır:
“Ve aynı senede, perde altında bilinmeyen ve küre-i arzın ekserini ve nev-i beşerin kısm-ı âzamını istibdadı altına alan bir müthiş cereyanın düğümü ve düğmesi ve manen binler başından bir başı ve en müthişi olan o göçüp giden adam, tokat yediği aynı zamanda, daha sene tamam olmadan, o müthiş cereyanın bütün başları ve taraftarları öyle semavî müthiş tokatlara ve şiddetli fırtınalı musibetlere tutulmaya başladılar; kıyamete kadar azabını çekecekler ve çekiyorlar. Ve edyân-ı semaviyeye ve İslamiyet’e ettikleri cinayetlerin cezasını, çok geniş bir dairede gördüler ve görüyorlar. Mimsiz medeniyetin pisliği ile dünyayı mülevves ettikleri için…”
Burada sözü edilen umumi bela ve cezadan maksat 2. Dünya Savaşının yıkım ve tahribatıdır. Burada sözü edilen din düşmanı şahıslar, tamamıyla dinsiz olduğundan, Masonlar ise deist olduklarından 5. Şua’da İslam Deccalı için “Masonları aldatıp onların desteğini alır.” ifadesi geçiyor.