Eğer bir hocanın öğrencileri, o hocanın öğrencisi olmaktan şeref duyarak, “Ben falan hocanın öğrencisiyim” diyorlarsa, işte o hoca gerçekten çok değerli bir hocadır. “Hocaların hocası” nitelemesine hakkıyla layık olan çok değerli hocam Prof. Dr. Sabahaddin Zaim hoca da işte böyle bir hocaydı. Her nereye gitsem Sabahaddin hocanın öğrencisi olmaktan şeref duyduğumu ve iftihar ettiğimi izhar etmişimdir. Peki, Sabahaddin hoca nasıl bir hocaydı ki, böylesine çok sevilmekte ve onun öğrencisi olmaktan şeref duyulmaktadır?
Sabahaddin hoca tam bir Osmanlı beyefendisiydi. Nerede, nasıl konuşulacağını ve kimlere nasıl davranılacağını çok iyi bilir ve asla kimseyi kırmazdı. Ancak dine, imana bir saldırı olursa işte o zaman celallenirdi. Hatta din ile ilgili olarak zırvalayan birisine, “Zırva tevil götürmez” diyerek çok sinirlenmişti. Şahsına karşı ise böyle değildi. Her zaman şefkatli davranır ve af etmeyi severdi.
Beni asıl ilgilendiren kısım, Sabahaddin hocamın derslerde bize karşı takındığı tavırlardı. Yüksek lisans ve doktora derslerini, Sakarya Üniversitesi İİBF’deki dekanlık odasında yapar ve öncelikle hal hatır sorar ve bizlere içecek bir şeyler ısmarlardı. Sonra derse geçer ve işlenen konu ile ilgili sırayla hepimizin fikrini alırdı. Bilahare kendisi söze başlar ve öylesine komprime bilgilerle bizi donatırdı ki, ufkumuz ve vizyonumuz genişler ve dersinin hiç bitmemesini arzu ederdik. Bazen profesör hocalarımızdan gelenler olur ve kendisinin dersine iştirak ederek istifade ederlerdi. Bazı arkadaşlarımız derse geç gelince hiç kızmaz, “Efendim, hoş geldiniz; biz bir şeyler içtik, size ne ısmarlayalım?” der ve hangi konuyu işlediğimizi, konunun neresinde kaldığımızı açıklar ve hatta onların da fikrine başvururdu.
Hoca insanların bilgilerinden önce dürüstlüğüne önem verirdi. “Bilgi telâfi edilir, önemli olan dürüstlüktür. Bizler fidan yetiştiricisiyiz; amacımız güzel insan yetiştirmektir” diyerek bizim güvenilir ve dürüst insanlar olmamız için öncelikle kendisi örnek olur ve bize de telkinde bulunurdu.
Hoca bizlerin yükselmesi için elinden gelen her şeyi yapardı. Bizim akademik kariyerdeki seyrimizi takip eder, elinden geleni ardına koymazdı. Yaptığımız çalışmaları çok önemli bir çalışmaymış gibi takdir eder ve överdi. Hatta bir seferinde Konya Ticaret Odası’nın basmaya karar verdiği yüksek lisans tezim için bir önsöz yazmasını istemiştim ve tezimi alıp götürmüş incelemiş ve hiç de layık olmadığım tasvirlerle eserimi anlatan çok güzel bir önsöz yazmıştı.
Ben Konya Selçuk Üniversitesi’nde görev yaparken, hoca zaman zaman Konya Ticaret Odası tarafından düzenlenen konferans ve seminerlere gelirdi. Ben hocayı karşılar ve onun bu etkinliklerine iştirak ederdim. Bize çok değer verir ve üst kademedeki insanlarla bizi tanıştırarak çevre kazanmamıza katkı sağlardı. Zaten tezimin basılması da onun sayesinde olmuştu.
Şu anda çeşitli üniversitelerde görev yapan çok değerli hocalarım olan Prof. Dr. Cihangir Akın, Prof. Dr. Sedat Murat, Prof. Dr. Adem Uğur gibi çok sayıda değerli hocalar, Sabahaddin hocamın rahle-i tedrisinden feyiz almışlar ve aynı duyarlılıkla onlar da Sabahaddin Hoca geleneğini sürdürmektedirler.
Hocamız din âlimlerine çok değer verir; bilhassa Bediüzzaman’ın iktisadi görüşlerini hayranlıkla anlatırdı. Hatta 3. Bediüzzaman Konferansı’nda bu konuda bir de bildiri sunmuştu.
Bizler hocaya tam layık olamadık. Ancak en azından onun ruhaniyetini rencide etmemek için elimizden geldiğince onu taklit etmeye ve misyonunu sürdürmeye çalışıyoruz. Zaten hiç kimse onun gibi olamaz ve onun yerini dolduramaz. Artık bir daha Sabahaddin Hoca gibi değerli bir hoca bu dünyaya çok zor gelir. Allah mekânını Cennet etsin.
Sabahaddin Zaim hocamız, akademik kariyer yapanlara çok yardımcı olurdu. Hele bir de temiz ve dürüst insan olduğunu anlarsa, onu profesörlüğüne kadar takip eder ve yardımcı olurdu.
Akademik camiada insan yetiştirmek oldukça zor ve uzun bir süreçtir. İnsanın iflahını söker. Zihinsel ve ruhsal açıdan insanı oldukça yıpratır. Karşılığında ise çok şey vermez. Yani emeğinizin karşılığını asla alamazsınız. Ancak akademik kariyer bir aşktır, bir idealdir, bir vizyondur. Asla para için yapılmaz. Asıl amaç, faydalı olmaktır. Kâinatın Efendisi (SAV) “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” buyuruyor. Faydalı olmanın en güzeli de önce örnek olmak ve sonra da bu doğrultuda “güzel insan” yetiştirmektir. İşte bunu en güzel yapan insanların başında değerli hocamız Sabahaddin Zaim hoca gelirdi.
“Güzel insan yetiştirmek” ideali değerli hocam Prof. Dr. Sabahaddin Zaim beyefendinin önemli bir projesidir. O şöyle derdi, “Bilgi bir şekilde telâfi edilir. Önemli olan bilginin nerede olduğunu bilmektir. İnsan okuduğunun yaklaşık yüzde 20’sini aklında tutar. Ama okuduğu yerin konusunu aklında tutarsa, ihtiyaç hasıl olduğunda tekrar o yere müracaat edebilir.” Bu kısım teknik kısmı oluşturur ancak asıl önemli olan kısım insani olan kısımdır. İşte hocamız bu kısma çok daha fazla önem verirdi. Bu bağlamda “güzel insan” yetiştirmek düşüncesini ön planda tutardı.
Onun idealinde güzel insan demek dürüst insan demekti. Dürüstlük en önemli önceliğiydi. Sonra güvenilir olmak, başkalarına faydalı olmak, güzel eserler vermek ve sürekli çalışmak gibi faktörlere önem verirdi.
Bizim doçent olmamızda büyük emekleri olan hocalarımız vardı. Değerli hocam Prof. Dr. Sabahaddin Zaim beyefendiden sonra Prof. Dr. Cihangir Akın, Prof. Dr. Adem Uğur, Prof. Dr. Sedat Murat vs. Bir gün Sedat Murat hocama, “Hocam sizin hakkınızı nasıl öderiz?” diye bir soru sordum. Sedat hocam, “Sabahaddin hocama ben de aynısını sormuştum. Hocam da ‘Benim sizi yetiştirdiğim gibi, siz de başka güzel insanları yetiştirmek suretiyle hakkımı ödemiş olursunuz. Ben de sizlere hakkımı helâl ederim’ demişti.” Yani olimpiyat halkaları gibi iç içe, el ele, gönül gönüle bağlanıp sürüp giden bir silsile oluşturmak ve bu silsileyi gelecek nesillere ulaştırmak düşüncesi hâkimdi değerli hocamda.
İşin en önemli kısmı da böylesine güven veren insanları hocamız sürekli takip ederdi. Akıllara hayret verici bir şekilde arşivci olan Sabahaddin hocam, sevdiği ve desteklediği tüm öğrencilerinden haberdardı. Kim nerede ne yapıyor, kimler yüksek lisansı veya doktorayı bitirdi, kim doçent oldu, kim profesör oldu, bütün bunlar onun için merak konusuydu. Onun elinden tuttuğu akademisyenler hep başarılı olmuştur. Asıl başarıları ise onların parmakla gösterilen, sevilen ve sayılan insanlar olmasıdır.
Evet, dostlarım bizim için hazinelerden bile değerli olan şey dürüst olmaktır. Çevremize güven aşılamaktır. Yoksa allâme-i cihan olsanız ne önemi var ki? Eğer profesör olsanız ama “ya adam profesör olmuş ama insanlıktan nasibini almamış, baston yutmuş gibi dimdik yürüyor, bir selâm bile vermiyor” diye çevrenizden tepkiler alıyorsanız, böyle bir profesörlüğün ne önemi olabilir ki?
İnsan ölünce “Ooo profesörüm hoş geldiniz, size bir kürsü açtık, ruhlar alemine ders vereceksiniz!!!” demeyecekler. Önce, “Rabbin kim, nebin kim gibi temel sorulardan sonra dürüstlük testinden geçeceğiz. Bediüzzaman’ın da dediği gibi, “Bize her şeyden önce ne lâzım?” El cevap: “Dürüstlük”. Eğer bu yoksa yani sahtekârın biriysen, onun bunun hakkını gasp ediyorsan, namaz kılmışsın, oruç tutmuşsun, bunlar bir kıymet ifade eder mi? Yani, “Dürüstlük hazinelerden daha değerlidir, güzel insanlar ise dürüstlük mayasıyla yetişirler.”