Dünya değişirken İsrail değişmeden kalacak mı? İşte İsrail'in temel sorunu budur.
Eski dünyada, İsrail'in işi oldukça kolaydı. İki kutuplu dünyada, güçlü olanı arkasına alıp, dünyanın her ülkesine dağılmış, o ülkelerde ezilmiş psikolojileriyle yaşayan Yahudiler'in desteğiyle hareket ederken, neredeyse hiçbir engelle karşılaşmadan bütün Ortadoğu'yu yaklaşık yarım yüzyıldır istediği gibi yönlendirdi.
Arap dünyasının o dönemki perişanlığı, bu dünyanın yönetimine egemen olmuş siyasal rejimlerle doğrudan doğruya bağlantılıydı. Halklarına düşman olan siyasal rejimler, iki kutuplu dünya politikası içerisinde bir yere tutunarak ayakta kalmaya çalışırken, Filistin sorunu ve İsrail'le ilişkileri onlar için hayati bir önem arz etmekten uzaklaşıyordu.
Eski dünyanın İsrail'i
Türkiye ise zaten Sovyet tehdidi karşısında Batı ittifakına girmek durumunda kaldığı için, İsrail'in birçok insanlık dışı saldırısı karşısında, resmi düzeyde yapılan çoğu içi boş, anlamsız cümlelerden oluşan kınamalardan öteye bir şey söyleyecek durumda değildi. Hatta öyle ki, bir yönüyle kendisini İslam dünyasının dışında gördüğü için böyle bir tavır takınmak, Türkiye için ve Türkiye'nin Batıcı yönetim anlayışı için bir çelişki olarak dahi algılanmıyordu.
Bugün İsrail'in eski politikalarını sürdürülemez hale getiren, yeni bir uluslararası sisteme doğru giden, ciddi bir değişim yaşanmaktadır. Artık eski yapıyı ve ilişkileri üreten anlayışın, İsrail'de bile yaşama ihtimalinin giderek zayıfladığı bir döneme girilmiştir.
Küreselleşme, bir ağ gibi bütün ülkeleri belli fonksiyonlar etrafında, hem birbirleriyle hem sistemin bütünüyle etkileyecek yeni bir ilişki biçimi üretmiştir. Bu ağda yer alan ülkelerin bölgesel etkinlikleri ile sistemin bütününe yönelik etkilerinin karşılıklı olarak birbirinden beslendiği bir uluslararası düzen söz konusudur. Önceki kapalı ulusal yapıların güçlü olanlarının, bütün dünya üzerindeki egemenliğine dayanan ilişki biçimi, bir anlamda yerini hegemonik bir yapıya bırakmıştır.
Bu "ağ teorisi"nin ifade ettiği şey, dünyanın her bir ülkesinin kendi ekonomik, siyasal, teknolojik avantajlarına göre bölgesel işbirliği alanları yaratması ve ilişkilerden ürettiği 'politik fazla'nın, uluslararası sistemde kendisine yeni bir statü imkânı yaratmasıyla ilgilidir.
Arap baharıyla daha çok görünür hale geldi ki, Arap coğrafyasında eski rejimlerin değişmesi, bölgede Türkiye'nin bu ülkelerle kurduğu ilişkilerin güçlenmesi, Türk dünyası denilen coğrafyanın her geçen gün kendi kaynaklarını daha iyi yöneterek, ileriye doğru adım atmalarıyla birlikte düşünüldüğünde, bütünüyle bölgenin uluslararası sistem içindeki statüsünü harekete geçirecek potansiyel yaratmıştır.
Sistem içi statü değişimi
Benim 'küresel etki ağı' dediğim bu süreçte, Türkiye'nin yürüyüşü her geçen gün hızlanmaktadır. Bir başka ifadeyle Türkiye küresel değişimi hissedip, bunu yönettikçe, bölgeyle beraber kendisini de sistem içinde bulunduğu konumunu da değiştirmeyi başarmaktadır.
Bu değişimin en fazla algılandığı yer neresidir, sorusunun cevabının ABD olduğunu sanırım herkes bilmektedir. Şüphesiz ki, bunun en çok farkında olan da ABD'nin kendisidir. İsrail bu durumu anlamamakta ısrar ettiği müddetçe, hem yaşadığı sorunlar yoğunlaşacak hem de Batı'nın, başta ABD olmak üzere, dünyanın birçok yerinde yaşayan Yahudiler'in desteğini kaybetmeye başladığını görecektir.
İsrail'in politik araçları, yükselen yeni dünya sisteminin kabul edeceği araçlar değildir. Devlet politikası haline getirilmiş şiddet, yeni yerleşim alanları açmak üzere örgütlenmiş işgal ve her türlü insan hakkını ihlal eden uygulamalar, bugün artık hiçbir uluslararası platformda meşru görülme durumunda değildir.
Bugün