Yavuz Sultan Selim Han’ın dönemi kargaşa içindedir. Anadoluda mezhep istilaları, İslam dünyasının idare edilememesi, Osmanlıya düşman devletlerin istila etmek maksatları... Allah bu zeminlerde bir mehdi ve müceddidi olağanüstü görevlendirmelerle İslam ümmetlerini yenilemek, tecdid etmek için gönderir. İslam tarihindeki müceddidler veya mehdiler hep bu ihtiyaçla doğmuştur. Yavuz Sultan bir müceddiddir, büyük bir coğrafyayı, ümmetleri bir araya getirmiştir, tevhid etmiştir.
Yahya Kemal Beyatlı Selimname yazmak geleneğine bir örnek olarak Selimnameyi yazmıştır. Eser yedi bölümlük bir kasidedir. Yahya Kemal bu büyük hükümdarın büyüklüğünü yadetmek için bir roman olacak kadar tafsil edilebilecek eseri yazar. Orada padişahın semada, arşta görevlendirilmesini büyük bir kurmaca kabiliyetiyle anlatır. At sırtında geçen ömrü yatakta geçen ömründen çok olan bu büyük insan bir görevlendirmeyle vazifesine atanmıştır. Yahya Kemal’in muhayyilesinin ortaya koyduğu bu olay aynen gerçekleşmiştir.
Bediüzzaman da bir müceddiddir, hatta daha ileri boyutta bir mehdidir. Müceddid yenileyen demektir. Bediüzzaman İslami temaları anlatmada kullandığı teknikler ile bir büyük anlatım, tecdid ustasıdır. Haşir Risalesi, öldükten sonra dirilme konusunu bir roman anlatımı gibi şahıslara bölüştürüp tedrici bir şekilde anlamakta zorlanan kahramanını ahirete inanır hale getirir. Ayet'ül Kübra’yı kendisi tanıtır.
"Âyetü'l-Kübrâ Şuâı, otuz üç icmâ-ı azîmi ve küllî hüccetleri mevcudatın heyet-i mecmuasında gösterip, her bir hüccet-i külliyede hadsiz burhanlara işaret ederek başta semâvât, yıldızlar kelimeleriyle; arz, hayvanat ve nebatat kelâmları ve cümleleriyle; git gide tâ kâinat mecmuası, müştemilât ve mevcudat ve hudûs ve imkân ve tagayyür hakikatlerinin kelimeleriyle Vâcibü'l-Vücudun mevcudiyetini ve vahdâniyetini güneş zuhurunda ve gündüz kat'iyetinde ispat ediyor. Sarsılmaz bir iman isteyen ve dinsiz anarşistliğe karşı kırılmaz bir kılıç arayanlar, Âyetü'l-Kübrâ'ya müracaat etsinler.” (15 Şua)
Haşir Risalesinde taklidi kırılmış ve teslimi bozulmuş asır olarak tavsif ettiği dönemde bu hasta tutumu, haşir anlayışını tecdid ettiğini anlatır. O yaptığı işin farkındadır. Haşir anlayışında geleneğin yetersizliğini de görür.
"Kur’an-ı Hakim’in feyziyle ve Halık-ı Rahim’in rahmetiyle şu taklidi kırılmış ve teslimi bozumuş asırda o derin ve yüksek yolu şu derece ihsan ettiğinden bir şükür etmeliyiz. Çünkü imanımızın kurtulmasına kafi gelir. Fehmettiğimiz miktarına memnun olup tekrar mütalaa ile izdiyadına çalışmalıyız.” (10. Söz)
Yahya Kemal’in Yavuz Sultan Selim hakkında anlattıkları Bediüzzaman için de caridir. O görevlendirmenin semadaki seyrini anlatır. Bu durum Bediüzzaman için de vakidir. Bu bahsi 2015'te Kırkıncı Hoca ile okumuştuk, o da Yavuz’u çok sever her İstanbul’a gittiğinde ziyaret ederdi. Yahya Kemal, Kırkıncı Hoca hep onun hayranıdır. Kırkıncı Hoca da Yavuz Sultan Selim ile ilgili bir kitap yazmıştır. Ahirette onların azameti karşısında utanmamak için birşeyler yapmalıyız. Kırkıncı Hoca da Bediüzzaman için böyle bir tavzifin olması gerektiğini realiteye uygun olduğunu söylemişti.
Eflâkden o dem ki peyâm-ı kader gelür
Gûş-î cihâne velvele-î bâl ü per gelür
Gökyüzünden kader fermanı, haberi geldiği zaman cihanda var olan herkesin kulağına kanat sesleri gelir, yani haberi getiren meleğin veya melekler grubunun sesleri cihana yayılır. Meleklerin kanat çırpışları. Büyük bir haber gelmektedir yeryüzüne. Haber arşta düşünülmüş ve yeryüzüne gönderilmiştir. Nasıl hayal etmiş Himmet efendi değil mi? Ne kadar derin bir hayal.
ebvâb-ı ravza-î nebevî’den firiştegân
cibrîl’i gördüler nice demdir gider gelür
devr-î fütûhu sûr-ı sirâfil* müjdeler
hak’dan nizâm-ı âlemi te’mîne er gelür
Fetihler döneminin başladığını İsrafil aleyhisselamın düdüğü müjdeler. Çünkü Allah alemin düzenini sağlamak için dünyaya bir er göndermektedir. Anadolu yanlış propagandalarla karışmış, milletin itikadı alevi yaygarası ile kötüdür. Yavuz bunları görmektedir. Trabzon valiliği sırasında, işte alemi düzeltmek için bir er yani Yavuz Sultan Selim görevlendirilmiştir, demdir gider gelür.
Elbette Anadolu’daki bu şerli olaylar üzerine Peygamberimiz (asm) rahatsızdır, bu yüzden Cebrail Ravza-yı nebiye gidip gelmektedir, ne demdir birçok keredir. Durum Habibullaha arzedilmiştir. Peygamber ve Cebrail bu olumsuzlukları düzeltmek için konuşmuşlardır. Hele bak Himmet efendi neler neler söylemiş, bidaha oku.
derk ettiler ki merkad-i pâk-î muhammed’e
rûhü’l-kudüs’le arş-ı hudâ’dan haber gelür
Bu gidiş geliş manzarasını gören melekler anladılar ki Peygamberimizin temiz kabrine Allah’ın arşından Cebrail aracılığıyla bir mesaj gönderiliyor.
rûy-î zemîni tâbi-i fermânı kılmağa
sultan selîm han gibi şîr-i ner gelür
Yeryüzündeki karışıklıkları düzeltmek için bir ferman ortaya konmuştur, o fermanı uygulamak için Sultan Selim gibi bir yiğit aslan dünyaya adım atıyor. Git ve düzelt diye bir emir veriliyor ve Yavuz seçiliyor. Ne mutlu adam değil mi Himmet efendi? Evet hocam, büyüklerin görevlendirmesi de büyük ve azametli evet.
râyâtının alemleri üstünde uçmağa
sîmürg-i feth hem-çü nesîm-î seher gelür
Sancağının alemi üzerinde uçmak için fetih kuşu seher vakti esen nesim gibi süzülerek geliyor. Yani haberle birlikte fetihin sancakları seher rüzgarı gibi geliyor. Burada fethin asaleti ve yumuşaklığı ve insaniliği anlatılmak için seher vakti rüzgarı kullanılmış. Hallbuki çok fetihler zulüm ve fırtınadır.
hâkan ki at sürünce bir iklîm-i düşmene
pîş ü pesinde mahşer-i tîg ü teber gelür
Sultan Selim öyle bir hükümdardır ki düşman üzerine atını mahmuzlayınca arkasından ellerinde kılıç ve balta taşıyan bir mahşeri kalabalık yani ordusu yürüyor.
ey gaasıb-ı diyâr-ı arab bekle vaktini
evvel cezâ-yı saltanat-ı sürh-ser gelür
Tebriz sonra sıra sana gelecektir.
kaç fâtih-î zaman gören iran-zemin bugün
görsün kiminle hangi cüyûş-î zafer gelür
Şimdiye kadar nice sayısız fetih hükümdarlarını gören İran ülkesi zafer ordularının hangi hükümdarla birlikte geldiğini görsün bakalım.
tekbîrlerle halka ıyân oldu tûğlar
sahrâ-yı üsküdâr’e revân oldu tuğlar
Tekbir sesleri ile yükselen tuğlar herkese göründü ve tuğlar öncülüğündeki ordu Üsküdar sahrasına doğru yola koyuldu.
***
Bediüzzaman büyük bir arayış içindedir ama medrese tahsili ona umduğunu veremez. Bu kararsızlıklar sırasında bir rüya görür.
"Kıyamet kopmuş, kâinat yeniden dirilmiş. Molla Said, Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı nasıl ziyaret edebileceğini düşünür. Nihayet sırat köprüsünün başına gidip durmak hatırına gelir: "Herkes oradan geçer, ben de orada beklerim" der ve sırat köprüsünün başına gider. Bütün Peygamberân-ı İzam Hazerâtını birer birer ziyaret eder. Peygamber Efendimizi de ziyarete mazhar olunca uyanır."
O rüyanın devamı şöyledir. “Molla Said, Hazret-i Peygamberden ilim talebinde bulunmasına karşılık Hazret-i Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ümmetinden sual sormamak şartıyla ilm-i Kur'ân'ın tâlim edileceğini tebşir etmişler. Aynen bu hakikat hayatında tezahür etmiş; daha sabavetinde iken bir allâme-i asır olarak tanınmış ve kat'iyen kimseye sual sormamış, fakat sorulan bütün suallere mutlaka cevap vermiştir."
Ondan sonra bütün mübahaselerde bütün sorulara cevap vermiş ve kimseye soru sormamıştır. Sarf, Nahiv mebadileriyle İzhar’a kadar okumuştur. Onun dehası fıtratında mevcut bulunan icad ve teceddüd fikrini medrese usüllerinde göstermek ve bir teceddüd vücuda getirmek ve bir sürü haşiye ve şerhlerle vakit zayi etmemekti. Herhangi bir kitabı eline alırsa anlardı. Yirmi dört saat zarfında Cemül Cevami, Şerhül Mevakıf, İbn-i Hacer gibi kitapların iki yüz sahfesini kendi kendine anlamak şartı ile mütalaa ederdi. O arada seksen kitabı okumuştur, Molla Abdullah sorduğu suallere cevap alır ve kabul eder dehasını. Cemül Cevami kitabını bir haftada hıfzeder, meşhur olur Molla Fethullah da şahit olduğu bu olaylarla hayrettedir. Ulemayı da bir toplantıda hayret ettirir kendinin tetebbuatına.
Hazırlanmış bir insan elbette hastalığı çok yönlü olan bir dünyaya özellikle İslam dünyasına ve ateizmin koştuğu bir topluma çözüm dehası olarak hazırlanmıştır. Çünkü olanlar aklın tavrı haricinde, sıradan insanların ise büsbütün haricindedir. Onu hala basit dünyevi ideolojilerin ve olgunlaşmamış muhafazakarlığın ölçüleriyle izah edemeyiz. O bir coğrafyanın değil helaket ve felaket asrının çok yönlü bir coğrafyanın temsilcisidir. Yavuz Sultan Selim ihtilafları kılıçla çözüme kavuşturmuştur ama Bediüzzaman delil, bürhan, gözlem, müşahade, yorum, mütalaa, edebiyat ile savaşını ve iddialarını kabul ettirmiş ve ettirmektedir.
Bediüzzaman’ı dar bir coğrafyaya ve siyasi ve dünyevi görüşe hapsetmek onu küçültmektir, o bütün dünyaya aittir, sınırlayanlar ona ve kendilerine de zarar verirler. Bugüne kadar böyle olmuş bundan sonra da böyle olacaktır. Onun meslek ve meşrebini yaşamak ve uygulamak zordur ama eserlerini herkes okuyabilir.