Ali İhsan Tola anlatıyor:
1951-52 yıllarıydı... Tahirî Ağabeyle Sav’da teksir yapıyorduk.
Bir tane yatak vardı, ona Tahirî Ağabey yatıyordu. Onun dışında bir kıl kilim vardı, onun üzerine de ben yatıyordum. Sav’da böylece bir sene neşriyatta beraber çalıştık. Evinde teksir yaptığımız İbrahim’in kimsesi yoktu, kendi halindeydi. Değirmenin varislerindendi. Evi değirmenin yanındaydı.
O zaman Sav’da bir Efe Şükrü vardı, bir de Deli Şükrü... Deli Şükrü’nün adı deliydi, işi deliliğe vuruyordu. Kafasında değişik bir külah, üzerini iki okka kir kaplamış, takkenin aslıyla yamanın adedini bilemezsin. Sırtındaki elbise hakeza... Ayağındaki şalvar öyle. Ayağının çorabı yırtılmış, çarık bir metre arkadan geliyor.
Deli Şükrü gelir, sessizce doldurur, karlı yola girer
Akşam namazı oldu mu Deli Şükrü gelir, “Gidecek bir şey var mı?” der. Çıkardığımız teksir kâğıtlarını sandıklara yerleştirir. Üzerine elma mı koyacak, armut mu, ne koyacaksa... Eşekle kar altında Isparta’ya götürür. Deli Şükrü’nün bir de acayip bir hanımı vardı, bağırır çağırırdı. Deli Şükrü gelir, sessizce doldurur, karlı yola girer. “Deh, deh” gider. Kimse nereye gidiyorsun demez. Teksirleri çıkarır koyar, gelirken de onun yerine kâğıt getirir.
Torbanın altına mumlu kâğıdı yerleştirir, üzerine de yiyecek
Hüsrev Ağabey teksir olacak kâğıdın aslını mumlu kâğıda yazardı. O kâğıdı evinden almak da bir meseleydi. Çünkü Hüsrev Ağabeyin kapısında polis beklerdi. Sırtında yamalı torbayla Deli Şükrü gider, Hüsrev Ağabeye selam verir, “Fukaraya bir şey verir misiniz?” der. Kimse inanmaz, yapamaz dersin. Hüsrev Ağabey de “Torbanı ver de koyuvereyim be adam” der. Torbanın altına mumlu kâğıdı yerleştirir, üzerine de yiyecek... Deli Şükrü boynunu büker, “Allah kabul etsin” der. Böylece yazılan yazıyı alır getirir. Bu hizmeti falan diplomalı, falan rütbeli yapamazdı. O rütbeleri aynı dakikada söker, altını üstüne getirirler. Ama ondan kimse ümit etmez. O gün paşa oydu.
(Kastamonu Yılları Kataloğundan...)