Arapçada delalet etme, delil olmak, yol göstermek anlamından doğmuştur dellal kelimesi. Bediüzzaman kelimeyi izah eder. “Evet, şu hakikati de itiraf etmek lâzım ki, bir mücevherat hazinesi ne kadar zengin ve ne kadar yüksek bir servete mâlik olursa olsun bâyii, dellâlı, usûl-ibey'uşirâya âşinâ olmazsa, zilyed bulunduğu kıymettar hazinenin müştemil ve muhtevi bulunduğu emtiayı, lâyıkıyla âleme ilân ve enzâr-ı âmmeye vaz edemez.” Demek istiyor ki bir mücevher hazinesini dağıtan insanlara ulaştıran kişi dellal veya bayi alım satım işlerinden anlamasa hazinesini veya malını aleme ilan edemez, umuma açamaz.
Anlatılan şey bir mal ve hazine olabileceği gibi bir hakikat, bir sanat, edebiyat metni, dini bir mesele, bir estetik obje de olabilir. Ama illa iki taraf arasında hakikat ile muhatab arasında bir dellalın olması zorunluğu vardır.
Evvelemirde insan da bir dellaldır. Bunu anlatır Bediüzzaman. “İşte, insanın mezkûr vazifeler gibi çok mühim hizmetleri var. Cemâl-i bâkîye âyinedir. Kemâl-i sermediyeye dellâl-ı muzhirdir. Ve rahmet-i ebediyeye muhtac-ı müteşekkirdir. Madem cemal, kemal, rahmet bâkidirler ve sermedîdirler; elbette o cemâl-i bâkînin âyine-i müştâkı ve o kemâl-i sermedînin dellâl-ı âşıkı ve o rahmet-i ebediyenin muhtac-ı müteşekkiri olan insan…”
Sonra bütün peygamberler ve veliler, Allah’ı, O’nun yarattığı bu büyük kainat kitabını ve insan ve sorumluluklarını anlattıkları için onlar da dellaldır. Ama Peygamberimiz (asm) Bediüzzaman’ın tabiri ile dellal-ı Azamdır.
“Ve bütün kuvvetimizle iman ederiz ki; o yüzbinler sâdık elçilerin ve o hadsiz doğru dellâl-ı saltanatın olan enbiya, asfiya evliyalar.”
“Ziynetleri, ışıkları, ziyaları, san'atları, hayatları, rabıtaları hükmünde olan hikmet, inâyet, rahmet, cemal, nizam, mizan, ziynet gibi meşhud hakikatler, hiçbir cihetle inkâr edilmez. Madem bu sıfatların, fiillerin inkârı mümkün değildir. Elbette o sıfatların mevsufu ve o fiillerin fâili ve o ziyaların güneşi olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücud, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl, Hakem, Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkârı kabil olmaz.”
1-Dellalın bir anlamı Dellal-ı Azamdır, Peygamberimiz (asm) en büyük tanıtıcı yani dellaldır.
“Ve elbette o sıfatların ve o fiillerin medar-ı zuhurları, belki medar-ı kemalleri, belki medar-ı tahakkukları olan rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve dellâl-ı âzam ve tılsım-ı kâinatın keşşafı ve âyine-i Samedânî ve Habib-i Rahmânî olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın risaleti hiçbir cihetle inkâr edilmez. Âlem-i hakikatin ve hakikat-i kâinatın ziyaları gibi, bunun risaleti dahi, kâinatın en parlak bir ziyasıdır.”
Yukarıda üç cümle var üçü de inkar edilmez yüklemi ile bitiyor. Ne inkar edilmez olan Allah’ın filleri, sıfatlar, zatı ve zorunluluk zincirinin dördüncü ve beşinci halkası ilk üç halkanın peygamberlerde mahal bulması ve en sonunda risalet hakikatı.
“Fiil- (hikmet, inâyet, rahmet, cemal, nizam, mizan, ziynet) sıfat- Zat- (Zât-ı Vâcibü'l-Vücud, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl, Hakem, Adl) Mükemmel yansımalar – (medar-ı zuhurları, belki medar-ı kemalleri, belki medar-ı tahakkukları) yansıtma görevi Risalet (rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve dellâl-ı âzam ve tılsım-ı kâinatın keşşafı ve âyine-i Samedânî ve Habib-i Rahmânî olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın risaleti.)
İsimler ve fiilerin medar-ı zuhurları, yani insanda görünme yerleri, en mükemmel görüntüleri, medar-ı kemal, medar-ı tahakkukları, tam onlarda görünmeleri. Peygamberlerin bütün mükemmel yansımaları Allah’tan alıp insanlara yansıtmaları.
Bunların birbiri ile olan ilişkilerinin tafsilatı uluhiyetten , risalete giden muhakeme ve muakele zincirleri bir kitab, hatta Risale-i Nur’un tamamı.
Risalet görevinin içinde buradaki bahsimiz dellal. Bediüzzaman, Peygamberimiz (asm) için Dellal-ı Azam olarak ifade etmiş. Bütün bu isimleri sıfatları zatı ve kendilerinde olan mükemmellikleri insanlara anlatan ama sıradan bir anlatım değil. Anlatımın bütün şubelerini içine alan bir camiiyet. Dellal-ı azam. Pazarda bir malı satan insanın illa bağırması gerektiği gibi bir tanıtım, delil olma.
2-Bir dellallık örneği, konuşma tıpkı bir delalın tavrı ve sesi gibi.
“Ey ahali şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla kendini size tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımaya çalışınız. Hem şu tezyinatla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun sanatını takdir ve işlerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz.” (Saray-Allah ve Dellal)
3-Dellal’ın bir anlamı/kitab-ı kebirin manalarını ifade edecek bir yüksek dellal. Büyük kitap, kainat kitabı. Bu kitabın manalarını ifade edecek yüksek dellal, Hz. Muhammed (asm). Bu manaları anlatmıştır.
“(Kainatta) tasarruf eden Sâniine ve Kâtibine ve Nakkâşına delâlet eder. Öyle de, kâinatın hilkatindeki makàsıd-ı İlâhiyeyi bilecek ve bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbânî hikmetlerini talim edecek ve vazifedarâne harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemâlâtını ilân edecek ve o -kitab-ı kebîrin mânâlarını ifade edecek bir yüksek Dellal,- bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad, bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delâlet ettiği cihetle, elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu zâtın hakkaniyetine ve bu kâinat Hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna şehadet ettiğini bildi.”
4-Dellal’ın bir diğer anlamı /Rububiyet-i ilahiyenin dellal-ı saltanatı…
Kainatta her varlık Allah’ın itinasıyla terbiye ediliyor, bu Rububiyet, bu bütün varlıkları gayelerine ve fizyolojilerine göre terbiye eden ve onlardan alemin devamı için gayret isteyen Allah’tır. Bunu insanlara anlatan da Peygamberimizdir (asm). Rububiyet Allah’ın en yaygın fiilidir, bütün fiillerini içine alır, bu yüzden Fatiha suresi alemin Rabbine hamd ile başlar. Bu fiilin azametini ve hergün tekrarını ve anılmasını gerektirir.
“On Dokuzuncu Sözde tarif edilen ve kitab-ı kebirin âyet-i kübrâsı ve o Kur'ân-ı Kebirdeki ism-i âzamı ve o şecere-i kâinatın çekirdeği ve en münevver meyvesi ve o saray-ı âlemin güneşi ve âlem-i İslâmiyetin bedr-i münevveri ve rububiyet-i İlâhiyenin dellâl-ı saltanatı ve tılsım-ı kâinatın keşşâf-ı zîhikmeti…”
5-Dellal kelimesinin bir orijinal anlamı da peygamberin kendinin kendi nübüvvetine delil dellal olmasıdır. Dai-i sıdk ve dellal-ı nübüvvet.
“Zaman-ı mâzi ve zaman-ı hal, yani, Asr-ı Saadet ve zaman-ı istikbal tazammun ettikleri berahin-i nübüvvet, lisan-ı vahidle maden-i ahlâk-ı âliye olan zât-ı Muhammed'de (aleyhissalâtü vesselâm) dâî-yi sıdkı ve dellâl-ı nübüvveti olan burhan-ı zâtînin nidasına cevap ve hem-dest-i vifak olarak nübüvvetini i'lâ ve ilân ettiklerini kör olmayanlara gösterdiler.”
6-Bir anlam da dellal-ı vahdaniyettir ve dellal-ı saadettir.
Kainatı tek elden ancak bütün varlıkları birbiri ile münasebetli, armonik bir şekilde idare eden Allah’ın bu fiilini nazara veren Peygamberimizdir (asm). Hem insanın nasıl mesud olacağının şartlarını anlatan Peygamberimizdir (asm). Dellal-ı saadettir.
“Hem maden-i kemâlât ve muallim-i ahlâk-ı âliye olan o dellâl-ı vahdâniyet ve saadet…”
7-Rububiyetin dellalı idi önceki anlatımda burada ise /dellal-ı saltanat-ı rububiyettir. Allah’ın bütün kainatı ihata eden, kuşatan terbiye fiilinin görüntüsü saltanatıdır, onu anlatan da yine Peygamberimizdir (asm).
“İsm-i Rahmân'ın cilvesi olan rahmet-i vâsia, o Rahmeten li'l-Âlemîn ile tezahür eder. Ve ism-i Vedûdun cilvesi olan tahabbüb-ü İlâhî ve taarrüf-ü Rabbânî, o Habib-i Rabbü'l-Âlemîn ile netice verir, mukabele görür. Ve ism-i Cemîlin bir cilvesi olan bütün cemaller, yani, cemâl-i Zât, cemâl-i esmâ, cemâl-i san'at, cemâl-i masnuat o âyine-i Ahmediyede görülür, gösterilir. Ve haşmet-i rububiyetin ve saltanat-ı ulûhiyetin cilveleri dahi, o dellâl-ı saltanat-ı rububiyet olan zât-ı Ahmediyenin risaletiyle bilinir, görünür, anlaşılır, tasdik edilir. Ve hâkezâ, bu misaller gibi, ekser Esmâ-i Hüsnânın herbiri, risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) birer parlak burhandır.”
8-Bir mana da dellal-ı Kur’an olmaktır/yani Kur’anı anlatan ve tanıtan.
“Kur'ân-ı Azîmüşşânın, ne derecelerde zengin bir hazine-i rahmet-i İlâhiye bulunduğu vâreste-i arz olup, o hazine-i kudsiyenin muhtevi bulunduğu envâ-ı türlü elmas ve pırlantaları çıkartmak ve bilvesile bizim gibi muhtaç olanlara da verdirmek hususunda, Nurlar Külliyatının ekserisinde tam bir muharriklik vazifesini deruhte eden Üstad-ı Sâni Hulûsi Beyefendimi, teşbih ve tabiri caizse, saatçılarda bulunan yıldızvâri sekiz-on ağızlı saat anahtarlarına benzetiyorum ki, o müteaddit ağızlı anahtar, âlemde mevcut her saati tahrik eder, işletir. Mümâileyh beyefendim de, aynen o halde olup, emsâli görülmemiş ve duyulmamış birçok mesâil-i mühimme-i hakikiyeyi Hazret-i Kur'ân ve dellâl-ı Kur'ân'dan istiyor.”
9-Bir mana da namazın o rububiyetin saltanatının dellalının dellallığını tasdiktir.
“Hem saltanat-ı Rububiyetin dellâlı ve mübelliğ-i marziyâtı ve kitab-ı kâinatın tercüman-ı âyâtı olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın risaletine şehadet etmek demek olan mağrib namazını kılmak ne kadar latîf, nazif bir vazife, ne kadar aziz, leziz bir hizmet, ne kadar hoş ve güzel bir ubûdiyet, ne kadar hakikat!”
Bir hakikat bu fâni misafirhanede bâkiyâne bir sohbet ve dâimâne bir saadet olduğunu anlamayan adam, nasıl adam olabilir?
10-Bir anlam da /marziyat-ı ilahiyetin dellalı olmaktır.
Allah’ı rızası nasıl kazanılır yolları, üslubu ve metodları hep Peygamberimizin (asm) bu misyonu ile ortaya konmuştur. Bu bir kitap olacak kadar cami bir anlam silsilesi.
“İşte şöyle bir saray-ı âlemi, kendi kemâlât ve cemâl-i mânevîsini görmek ve göstermek için bir meşher hükmünde açan Celîl-i Zülcemâl, Cemîl-i Zülcelâl, Sâni-i Zülkemâlin hikmeti iktiza ediyor ki, şu âlem-i arzdaki zîşuurlara nisbeten abes ve faidesiz olmamak için, o sarayın âyetlerinin mânâsını birisine bildirsin. O saraydaki acaibin menbalarını ve netâicinin mahzenleri olan avâlim-i ulviyede birisini gezdirsin ve bütün onların fevkine çıkarsın ve kurb-u huzuruna müşerref etsin ve âhiret âlemlerinde gezdirsin. Umum ibâdına bir muallim ve saltanat-ı rububiyetine bir dellâl ve marziyât-ı İlâhiyesine bir mübelliğ ve saray-ı âlemindeki âyât-ı tekvîniyesine bir müfessir gibi, çok vazifelerle tavzif etsin. Mu'cizat nişanlarıyla imtiyazını göstersin. Kur'ân gibi bir fermanla o şahsı, Zât-ı Zülcelâlin has ve sadıkbir tercümanı olduğunu bildirsin.”
11-Dellal’ın bir manası da sanat ve estetik kuramı ile anlatılır.
Peygamberler ve Peygamberimiz (asm) Allah’ın kainattaki sanatının yerinde ve hakkıyla olduğunu anlatan bir sanat ve estetik uzmanıdır.
“Hem mümkün olur mu ki, gayet cemâlde bir kemâl-i san'at, onun üzerine enzar-ı dikkati celb eden bir dellâl vasıtasıyla teşhir istemesin?”
12-Bir anlam da saltanat-ı rububiyetin mehasininin dellalı olmaktır.
İmajı farklı yönlerden alıyor ve izah ediyor. Allah’ın terbiye faaliyeti hem fonksiyonel hem de güzeldir, kuzunun anasını emmesi, kuşun yavrusuna kay vermesi, annenin çocuğunu emzirmesi, yağmurun yağması, ağaçların meyveli, çiçekli halleri hem güzel hem de saltanattır. Bunları öğreten, terbiye faaliyetinin güzelliklerini anlatan Peygamberimizdir (asm).
“İşte o zât, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi; bir rahmet-i bînihayenin kâşifi, ilâncısı; ve saltanat-ı rubûbiyetin mehasininin dellâlı, seyircisi; ve künûz-u hafiyye-i esma-i İlâhiyenin keşşafı, göstericisi olduğundan; böyle baksan, Onu; bir burhan-ı hak, bir sırac-ı hakikat, bir şems-i hidayet, bir vesile-i saadet görürsün. Şöyle baksan, onu; bir misâl-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir şeref-i insaniyet, en nuranî bir semere-i şecere-i hilkat görürsün. İşte bak, nasıl berk-i hâtıf gibi Onun nuru şark ve garbı tuttu. Nısf-ı arz ve hums-u beşer, Onun getirdiği hediye-i hidayeti kabul edip, hırz-ı can etti.”
13-Bir mana da rahmetin en yerinde lisanı ve delallı olmaktır. Rahmetin dellalıdır. Bunun örneği bütün kainatta gördüklerimiz ve yaşadıklarımızdır, bize bunlara bakmayı ve düşünmeyi öğreten Peygamberimizdir (asm).
“Rahmetin en beliğ bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten li'l-Âlemîn.”
Dellal’ın bir manası Allah’ın sanatını teşhir eden gösteren bir dellal olmasıdır. Bir kaç sanat eserini bir müzede teşhir eden insanlar onlara uzman dellallar tayin eder. Koca kainattaki güzellikleri elbette anlatan bir dellal gerekir.
“Evet, madem gayet mânidar bir kitap, onu ders verecek bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemal, kendini görecek ve gösterecek bir âyine iktiza eder. Ve gayet kemalde bir san'at, teşhirci bir dellâl ister.”
14-Dellal aynı zamanda / en yüksek sesli bir dellaldır.
“Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun hitâbâtına, insan, câmiiyeti haysiyetiyle en mükemmel muhatap olmak ve hayretkârâne san'atlarını takdir ve tahsin etmekle en yüksek sesli bir dellâl olmak ve şuurdârâne teşekkürâtın bütün envâıyla, bütün envâ-ı nimetine ve çeşit çeşit hadsiz ihsânâtına şükür ve hamd ü senâ etmektir.”
15-Bir anlam da /mehasin-i sanatın saltanatına en mükemmel tarzda dellallık /etmektir. Öncekilerin daha mücmel bir cümleyle ifadesidir.
“Şimdi, madem şu insanlar içinde, şu kâinat Sâniinin makàsıdını en mükemmel bir surette bildiren ve şu kâinat tılsımını keşfeden ve hilkatin muammâsını açan ve rububiyetin mehâsin-i saltanatına en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır.”
16-Bir mana da daha şumülle/tevhide dellallık etmektir. Bütün hayatı ve fiilleri, savaşları bu gaye uğruna geçmiştir. Tevhid dellalı peygamber bir kitap konusu. Ne kadar etraflı bir anlatım.
“Evet, merâtibiyle tevhid bayrağını kâinatın en üst tepesi üstünde dikmiş olan ve enzâr-ı âleme karşı makamlarıyla beraber tevhide dellâllık eden ve enbiyanın mücmel bıraktıkları hakaiki tafsilâtıyla beyan eden ve açıklayan, ancak ve ancak Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır. Binaenaleyh, tevhidin hakikat ve kuvveti nisbetinde nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.) hak ve hakikattir.”
17-Bütün peygamberler ve evliyalar da Allah’ın rububiyetinin sanatının güzellikleri anlatan dellallardır. Bediüzzaman’ın kendisi de bu asrın dellalıdır, biz hidayete onun telkinleri ile ulaştık daha niceleri.
“Mehâsin-i rububiyetin dellâlları olan enbiya ve evliyaya kulak ver. Nasıl müttefikan Sâni-i Zülcelâlin kusursuz kemâlâtını, harika san'atlarının teşhiriyle gösteriyorlar, beyan ediyorlar, enzâr-ı dikkati celb ediyorlar.”
Bediüzzaman insanı hayrete düşürecek bir mana genişliği ile Peygamberimizi (asm) dellal kelimesinin içine yerleştirir. İnsan aklı ile bu kadar şumullü düşünmek başka bir akılla karşı karşıya olduğumuzu gösterir. Tekrara düşmeden manaya her zaman yeni kısımlar ilave ederek konuşmak, ne kadar büyük bir üslub derinliği ve şumülü.