Demokrasi ve meşrutiyet

Mehmet Ali KAYA

Bediüzzaman’a göre İstibdad bir zehirdir ve onun ilacı, panzehiri ise meşrutiyet, yani, demokrasidir. Bediüzzaman’a göre “Cumhuriyet ve demokrat manasındaki Meşrutiyet ve Kanun-i Esasi” “Adalet ve meşveret ve kanunda cem-i kuvvet”tir. (Bediüzzaman’a ait dipnot: O zaman Meşrutiyet şimdi yerine Cumhuriyet konmuş.) (Divan-ı Harb-i Örfî, 1996, s. 65, 69) Demokratlık ve hürriyet-i vicdan islâmiyetin “Memuriyet, emirlik ise, reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır. (Hadis-i Şerif, Fethu’l-Kebîr, 2:195) Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyet’in bu kânun-i esâsisine dayanabilir. Çünkü kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdâd mutlak keyfî olur” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 747)

Bediüzzaman’ın son ifadeleri 1950’den sonrasına aittir. Divan-ı Harb-i Örfî isimli kitabında geçen ilk ifadeleri ise 1909 yılına aittir. Bediüzzaman Doğu Anadolu’daki bedevilere ve medreselilere her iki tarafın da anlayacağı dilde istibdadın ilacı olan ve onun bütün zararlarını ortadan kaldıracak olan Meşrutiyet ve Demokrasiyi şöyle tarif eder:

“Ben size bazı memurların demokrasiye alışamamasından ve İstibdad döneminden kalan müstebit davranışlarından anladığınız demokrasiyi değil, hükümetin hedefi ve amacı olan gerçek demokrasiyi tarif edeceğim” diye söze başlar.

“Meşrutiyet, “Dünya işlerinde onlarla istişare et.” (Âl-i İmran, 3:159) “Mü’minlerin işleri aralarında şura iledir.” (Şura, 42:38) ayetlerinin tecellisi, siyasi hayata yansımasıdır. Dinimizin emrettiği meşveretin gereğidir” buyurur. Bediüzzaman Kur’an-ı Kerimdeki “Şura” prensibinin sadece bireysel ve dar anlamda bir meşvereti değil, sosyal, siyasi ve toplumsal olarak da uygulanması gerektiğine dikkatimizi çeker ve meşrutiyet ve demokrasinin bunu sağladığını ifade eder. Meşveret ve şura ülke geneline ve bütün insanlara yayılırsa “Nuranî ve manevi bir vücudu” meydana getirir. “Bu nurani vücudun hayatı kuvvete bedel haktır; kalbi marifettir; lisanı muhabbettir; aklı şahıs değil, kanundur.” Yani, demokrasi kuvvete değil, hakka dayanır; marifeti, eğitimi ve muhabbet dilini esas alır; şiddet dilini kullanmaz. Aklını heva ve hevese, his ve arzuya göre şekillenebilen şahıstan değil, kanundan alır. Bediüzzaman’a göre demokrasi ve meşrutiyet kanun hâkimiyetinin sağlanmasıdır. Demokraside şahsın değeri kurumdan kaynaklanır; kurum içinde bireyin değeri vardır. Birey kuruma ve topluma değer kattığı gibi, değerini de kurumdan ve hizmet ettiği toplumundan alır.

Bediüzzaman demokrasiyi anlatmaya devam eder: “Meşrutiyet, hâkimiyet-i millettir; siz de hâkim oldunuz.” Toplumun hakimiyeti, diktatörlerin ve müstebitlerin zulmünden kurtulmaları ancak demokrasi iledir. “Umum akvamın sebeb-i saadetidir; siz de saadete gideceksiniz.” Ezilen, zulme ve haksızlığa uğrayan kavim ve kabileler, sınıflar ve zümreler ancak demokrasi ile saadet yüzü görebilirler. “Bütün eşvak ve hissiyat-ı âliyeyi uyandırır; uyku bes, siz de uyanınız. İnsanı hayvanlıktan kurtarır; siz de tam insan olunuz.” İstibdad insanın insanî özelliklerini tahrip eder. İnsan ancak iradesini hür bir şekilde kullandığı ve kendisini hür hissettiği ölçüde şevk ve gayretle çalışır ve mutlu olur. İnsanın yüce duyguları ancak hürriyet ışığında neşv-ü nemâ bulur ve gelişme kaydeder. İstibdad ve baskı insanın ulvi duygularını ve insanlığını tahrip eder ve söndürür. İnsanı hayvanlıktan kurtaran hürriyettir. Bunu sağlayan ise meşrutiyet, yani demokrasidir.

Hürriyetin kabı ve ışığı olan demokrasi sadece ferdin ve milletin değil, “İslâmiyet’in bahtını, Asya’nın tâliini de açacaktır. Size müjde. Bizim devletimizi ömr-ü ebedîye mazhar eder. Milletin bekâsı ile ibkâ edecek; siz daha me’yus olmayınız.” İslâm’ın istikbali, insanlığa hakimiyeti de hürriyet ve demokrasinin hâkimiyeti ile doğru orantılı olacağını ifade eden Bediüzzaman Asya’nın önünü açacak olan, baskı ve zulümden kurtulması, refah ve saadete ulaşmasının demokrasi ile mümkün olacağını ifade etmektedir.  Yıkıma doğru giden ve “hasta adam” olarak görülen Osmanlı Devleti ve İslam Dünyasının yıkımdan kurtulması ve “Ömr-ü Ebediye” mazhar olmasının ancak Demokrasi ile mümkün olacağını belirtir. Devlet adaletsizlik ve zulümle, düşman istilası ve isyanlar ile yıkılır. Ancak demokrasiye geçen bir ülkede idare edenler halk tarafından değiştirilme imkanı olduğu için o devlet milletin ibkası ile beka bulur.”

Demokratik olmayan idarelerde devleti ve milleti padişahlar idare ederler. Padişahlar her ne kadar dahi de olsalar görüşleri “bir ince tel gibi her tarafa heva ve hevesin tehyici ile çevrilmeye ve değiştirilmeye müsaittir. Rey-i vâhid-i istibdâdı lâyetezelzel bir demir direk gibi, lâ yetefelfel bir elmas kılıç gibi olan efkâr-ı âmmeye tebdil eden Meşrutiyet ve Demokrasidir. Siz de, sefine-i Nuh gibi emniyet ediniz.” Demokrasi “efkâr-ı amme” denilen kamuoyunu esas alır. Kamuoyu demir bir direk gibidir, hevâ ve hevesle değişmez. Çoğunluk da hak ve maslahat dışında haksızlıkta birleşmez. Bu sebeple “Sefine-i Nuh” gibi itimat etmek gerekir. Çoğunluğun birleştiği ve üzerinde ittifak ettiği görüş yanılmaz.

Bediüzzaman’a göre Demokrasi ve Meşrutiyet her insanı ülke yönetimine katar. Bu sebeple “Herkesi bir padişah hükmüne getirir.”  “İnsanlığın gereği olan cüz-i ihtiyariyi temin eder.” İnsanın iradesini hür bir şekilde kullanmasını sağlar. Böylece insanlık da, toplum da demokrasi ile doğru orantılı olarak gelişir.

malikaya@risalehaber.com

 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.