Birçok arkadaşım demokrasiye olumsuz anlamlar yüklemek suretiyle yanlış anlamalara yol açabilecek beyanatta bulunuyorlar. Bu konuda birlikte birçok güzel hizmette bulunduğumuz çok sevdiğim arkadaşlarımla dahi düşünce farklılıklarımız var.
Bu konuda bir hayli kafa yormuş ve okumuş birisi olarak kendi düşüncelerimi de ifade etmek lüzumunu hissettim. Şöyle ki:
“Demokrasi küfür rejimidir” veya “Demokrasiye İslam’da yer yoktur” diyen insanlara çok rastladım. Hatta şu an iktidarda bulunan birçok siyasetçi vakti zamanında bunları sık sık dile getirirdi. Şimdi siyasetçiler yumuşadı lakin fikir adamları hala demokrasinin İslamiyet’e aykırı bir yönetim biçimi olduğunu ifade ediyor. Haliyle detaylı izahata ihtiyaç var ve yanlış anlamaları düzeltmek boynumuza borçtur.
Öncelikle demokrasi kelimesinin kökenine bakalım ne demek: Demokrasi kavramı, siyasal anlam örgüsü içerisinde kullanılagelen Yunanca bir sözcüktür. Kavram, Yunanca’da halk veya halk kitlesi anlamına gelen “demos” ile iktidarı kullanmak ya da egemen olmak gibi karşılıkları olan “kratein” kelimelerinden meydana gelmiştir. Bu bakımdan demokrasi halkın doğrudan veya dolaylı bir şekilde iktidar kullanımı olarak tanımlanabilir. Şimdi kelimenin Yunancadan geldiğine bakarak buna karşı çıkmak yerine hürriyetle olan ilişkisine bakmak gerekir.
Öncelikle Yunan şehir devletlerinde yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu kölelerden meydana gelmekteydi. Kölelerin insan olarak değil de bir çeşit alıp satılabilen eşya kıymetinde olduğu düşünülecek olursa Yunanlıların “hürriyet” ve “özgürlük” kavramlarından ne derece uzak olduğu tartışma götürmeyecek kadar açıktır. İsme bakarak yanlış anlamlar vermek yerine kavramın esasına inerek ne manaya geldiğine bakmak daha önemlidir, diye düşünüyorum.
Demokrasi; monark veya bir zümreye dayanan egemenleri değil, halkı nihai olarak iktidar mekanizmasının yegâne kaynağı şeklinde değerlendirmelidir. Kısaca Padişahlık ve krallık yönetiminden çok daha iyi kabul edilmiştir. Böylece demokrasi kavramı karşılığını “halkın halk tarafından yönetilmesi” düşüncesinde bulur. Buradaki yönetim kavramından kastedilen halkın siyasal kararları alması ve uygulamasıdır. Demokrasinin temel argümanları; Özgürlük ve insanların hukuk önünde eşit olmasıdır.
Bu tanımı yaptıktan sonra buna heva ve hevesleri katıp köleleştirilen insan topluluklarını hür ve özgür olarak nitelemek gerçeklerle tam örtüşmemektedir. Kapitalist ve sosyalist toplum insanları ücretli köle yaparak özgürlüklerini ortadan kaldırmıştır.
İnsanlar açısından özgürlük; haktır ve gasp edilemez. Bir diğer hak olarak sayılan özel mülkiyet ise emek prensibi ile ilişkilidir. Kişinin emeği ile kazandığı mülkiyet üzerine herhangi bir insan, tasarrufta bulunamaz. Bu anlamı ile özgürlüğün ve eşitliğin hukuki düzeyde tanınıp güvence altına alındığı bir siyasal sistemdir.
Demokrasi kavramını tıpkı doktora tez konum olan “malikiyet ve serbestiyet” devrinde olduğu gibi eşya hukuku çerçevesinde ele almak gereklidir. Allah’a karşı özgür olmak mümkün müdür? Nefes almak dahi Rabbimizin kudretiyle meydana geldiği ve insanın Allah’ın kulu olduğu apaçık meydanda iken böyle bir iddia çürüktür, boştur. Eğer bu şekilde ele almayıp insanlar arasındaki ilişkiler dışında itikadi yöne doğru çekersek başka bir konunun içine gireriz ki bunun insanların birbirleri ile olan ilişkileri içinde yer alması düşünülemez.
Önümüzde “Asr-ı Saadet ve Hulefa-i Raşidin” adı verilen ve başta Peygamber Efendimiz (ASM) olmak üzere güzide sahabelerin yaşadığı bir model var. Bu dönem sadece Müslümanlar için değil bütün insanlık için örnek bir devirdir. Öncelikle bu döneme bakarak siyaset, insan ilişkileri ve yönetimin nasıl olduğuna dair fikir edinmek gerektir.
Nasıl ki mülkün gerçek sahibi Allah’tır ve insanlar O’nun hem mülkü hem memluküdürler ve hem de mülkünde çalıştırılıyorlar. Aynı şekilde bırakın dünyayı kainatı ve görünür görünmez bütün âlemleri yöneten Allah’tır. Eğer konuyu iman noktasında ve itikadi bir şekilde ele alırsak bu şekilde bakmak zarureti vardır.
Demokrasinin ne olduğunu tarif ederken de bu ayırıma dikkat edilmeden “Allah’ın hükümlerine karşı gelmek” şeklindeki bir anlayış haksızdır, yersizdir. Bu durum “Allah’ın indirdiği ile hükmetmediği” iddiası ile Hazreti Ali’ye isyan eden Haricilere benzemektedir. Bu Harici denilen güruh “dinde hassas, aklî muhakemede noksan” olduğundan Vehhabilik ve daha birçok batıl mezhebin doğmasına neden olmuştur.
Demokrasi 100 yıl önce “meşrutiyet” şeklinde anlaşılmakta ve o kelime ile ifade edilmekteydi. Meşrutiyet kelimesi bugünkü dilde büyük ölçüde “demokrasi” kavramını içermektedir. O günün modası buydu bugün ise meşrutiyet artık kullanılmıyor. Moda “demokrasi” kavramıdır yarın “serbestlik” daha sonra bir başka kelime ile ifade edilir ise bu sefer onu kullanırız. Lafız manayı zedelememelidir. Önemli olan manadır konunun anlaşılmasıdır. Konuyu çok daha fazla uzatmadan Bediüzzaman Said Nursi’ye bırakalım. Bakın ne söylemiş:
Bir sual: Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hattâ âdeta hürriyette insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla birşey denilmez diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?
Cevap: Öyleler hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira nazenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır. Hürriyet-i umumî, efradın zerrat-ı hürriyatının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni odur ki: Ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.
Hem de İslâmiyet’in bir fedaisi de demiştir: “Hürriyet Rahman olan Allah’ın bir armağanıdır. Çünkü Hürriyet İmanın hassasıdır asli özelliğidir”
İkinci sual: Nasıl, hürriyet imanın hassasıdır?
Cevap: Zira rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinat’a hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye, o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi, o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet…