Demokrasinin gelişimi-2

Mehmet Ali KAYA

İnsanların olduğu yerde disipline ihtiyaç vardır. Cahiliye dönemi dediğimiz Peygamberimizden (sav) önce Araplarda sistemli bir devlet yapısına rastlamıyoruz. Kabileler kendi aralarında büyüğe saygı ve itaate dayanan bir hiyerarşik yapı içinde disipline olmuşlardı. Bunun için de “Kabilecilik” gelişmişti. Ancak üst bir otoriteye sahip değillerdi. Bundan dolayı da aralarında “Asabiyet-i Cahiliye” denilen Irkçılığa dayalı bir sistem vardı. Irkçılığın gereği olan “başkasını yutmakla beslenmek” prensibi ile aralarında asırlar boyu kan davaları ve savaşlar devam edip gitmekteydi.

Kabileler arasında ortak dayanışmayı sağlama ve menfaat birliğini oluşturmak için “Daru’n-Nedve” denilen kabile reislerinin bir araya gelerek konuştukları ev, günümüz parlamento sisteminin ilkel bir yapısını andırmaktaydı. Peygamberimiz’in (sav) nübüvvetinden önce hak arama, yabancı tüccarları ve mazlumları korumak için “Hılfu’l-Fudul” cemiyeti kurulmuştu. Bir de haram aylara riayet etmeyenleri cezalandıran “Zed┠teşkilatı vardı.

Farklı yapı ve düşüncede bulunan insanları ve insan topluluklarını ortak bir amaca yönelten, ortak fayda etrafında toplayan sözleşmelerdir. Peygamberimizden (sav) sonra ilk yapılan sözleşme “Akabe Biatı”dır. Bu sözleşeme yazılı olmayan bir akittir. Burada bir toplum sözleşmesi söz konusudur. Hicretten sonra peygamberimiz (sav) Yesrib’de bulunan Evs ve Hazrec kabilesi ile Yahudi kabilelerini ve bunların dışında kalan azınlıkların haklarını güvence altına alan 54 maddelik “Medine Sözleşmesi” ile yazılı bir metin etrafında bir üst otorite kurdu. Bu sözleşme ile halkın tümünün durumu göz önünde bulunduruluyor, her kabilenin hakları veriliyor ve azınlıkların hakları korunuyordu.

Devlet demek idareci demektir. Her toplulukta bir idareci vardır. Bu idareci ya adildir veya zalimdir. Bir idarecinin keyfine göre davranması zulüm, meşverete ve bunun sonucu olan sözleşmelere dayalı idaresine de adil idare adı verilir. Adalet insanların dinlemeye, ihtiyaçlarına değer vermeye ve haklarını korumaya dayanan sözleşmelerle sağlanır. Bunun da temelini siyasi ahlakın ve idarenin dayandığı “Meşveret Sistemi” oluşturur. İdarecinin doğru karar vermesini ve adil olması meşveretledir. Meşruiyeti de buna dayanır.

Adil bir idarecinin meşruiyetini sağlayan temel prensipler meşveret, doğru bilgi, muhabbet ve kanundur. Baskıya ve zorlamaya dayalı bir idare insanlığı tahrip eder. Yalan, hile, hıyanet gibi insanın şerefini ortadan kaldıran kötü huyların kaynağı baskı ve istibdaddır. Bunun için Bediüzzaman istibdadı “zulmün temeli ve insanlığın mâhîsi” olarak niteler. Adil idareyi sağlayan prensipleri de “Meşveret-i şer’iye, hak, marifet, muhabbet ve kanun hâkimiyeti” şeklinde sıralar.

Devletin amacı, bireyin temel hak ve hürriyetlerini üst otorite olan devlet gücü ile garanti altına almak ve haksızlığa uğrayanın hakkını alıp vermektir. Buna “hak sahibine hakkını vermek ve haksızı cezalandırmak” da denilebilir. Devlet bu ihtiyaçtan doğmuştur.
İnsanlık hak ve hürriyetlerini kolay kazanmamıştır. Bunun için büyük çabalar sarf etmiş ve büyük mücadeleler vermiştir. Günümüzde de bütün mücadeleler bireysel hakları vermek istemeyen güç odaklarına karşı haklarını müdafaa ve hak kazanımı için yapılmaktadır.
Demokrasinin ortaya çıkışı böyle olmuştur. Demokrasinin çıkışı ile insanlık bireysel hakların büyük bir kısmını elde etmiştir. Ancak demokrasi çoğunluğa bu hakları verirken azınlığın ve güçsüzlerin haksızlığa uğramalarına göz yummaktadır. Çoğu zaman da demokrasi azınlığın çoğunluğa tahakkümüne de sebep olabilmektedir. Günümüzde mücadeleler demokrasinin geliştirilmesine yöneliktir.

İktidar gücünü eline geçirenler demokrasiyi kendi çıkarlarına uygun şekilde tatbiki için ellerinden geleni yapmaya çalışmaktadır. Buna “Demokrasini istismarı” denilebilir. İktidar için demokrasiyi kullananlar, iktidarlarının devamı için de demokrasiyi yozlaştırmak için ellerinden geleni yapacakları bir gerçektir. Buradan “Adil Devlet” ihtiyacı doğmaktadır. Adil devlet çoğunluğun saadetine hizmet eden devlettir. Bu da hak ve hürriyetlerin en geniş anlamda kullanımını sağlayan devlet demektir. Bu “Demokratik Cumhuriyet” arayışlarını gündeme getirmektedir. Bediüzzaman Said Nursi’nin bütün arayışları “Demokratik Cumhuriyet” ihtiyacına cevap niteliğindedir. Bundan dolayı Bediüzzaman cumhuriyeti “Hürriyetin en geniş şekli” olarak tarif eder. (Tarihçe-i Hayat, 205) 

Bediüzzaman “hürriyetin en geniş şekli olan Cumhuriyetin” “meşveret, adalet ve kanunda cem-i kuvvet” prensiplerine dayanması ile gerçek cumhuriyet olacağını belirtir. Cumhuriyetin isim ve resimden ibaret kalmaması ve içini bu prensiplerle doldurması gerektiğinin altını çizer.

Bütün bunların kendiliğinden olmayacağı açıktır. Ülkede birliğin sağlanması, herkesin cumhuriyete ve demokrasiye sahip çıkması ancak “Marifet” denilen eğitim ve doğru bilgi ile mümkün görülmektedir. Toplumun hayat ve saadeti birlik ve beraberliktedir. Birlik ise cehl ile olmaz. İttihat ancak fikir birliği ile sağlanır. Fikir birliğini sağlayan en önemli etken ise maarif ve eğitimdir. (Münazarat, 113)
Sonuç olarak, devlet medeniyetin ürünüdür. Medeniyet, ilim ile gelişir. “İslamiyet maarif ve medeniyetle donanmıştır.” (Muhakemât, 37)
İmanın gelişimi ile hürriyetin inkişafı birbirine paralel seyreder. Doğru islamiyetin gelişimi her şeyden ziyade demokrasinin gelişimine katkı sağlayacaktır. İmanın, hürriyetin ve demokrasinin beraber gelişimi de Cumhuriyetimizin gelişimine ve kökleşmesine katkı sağlayacaktır.

malikaya_111@hotmail.com

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.