Demokratik açılımın kodları

Emekli Askeri Hakim Yusuf Çağlayan'ın yazısı

Emekli Askeri Hakim Yusuf Çağlayan'ın yazısı:

Demokratik Açılımın Geleceği/Demokratik açılımın kodları

Sosyal organizmanın bünyesindeki gizli rahatsızlıkların da üzerindeki örtüyü ilk çekip alan, biyolojik organizmada olduğu gibi bunalımdır. Bugün karşı karşıya bulunduğumuz büyük ölçekteki etnik bunalım, aynı büyüklükte bir sosyo-kültürel düşünce bunalımının yansımalarıdır. Toplumsal bunalımlar, ilerleme doğrultusunda değişimlere kapı açan açılımları sağladığı oranda pozitif işlevler kazanır. Açılım alanlarını doğru belirler ve bu alanlarda gerekli açılımları yapmayı başarabilirsek, yaşamakta olduğumuz derin etnik bunalım da pozitif süreçlere kapı açar ve birlikte öznesi olduğumuz yepyeni ortak bir geleceğin temellerini atmış oluruz.

Geçmişte ve halen yaşadığımız kültürel ikilemler, buna bağlı zihniyet ikilemleri, bu zihniyetler arasındaki çatışmaların ürettiği ulus devlet, resmi ideoloji, güvenlik kültürü ve bunun doğurduğu tehdit algılamaları, kısaca modern ulus devletin paradigmaları irdelenmeden, tüm bunlarla şekillenen üst sistemin toplumun değişik kesimlerince nasıl anlamlandırıldığını ve neden etnik reflekslere sığınıldığını anlamamıza ve sağlıklı bir açılım gerçekleştirmemize imkân yoktur. Bu sebeple bizi tek bir toplum halinden, büyük ölçekte etnik gerilimle sarsılan bir topluma evrimleştiren sosyo-kültürel geçmiş ile yüzleşmemiz zorunludur.

Küresel Üst Sistem, Resmi İdeoloji ve Açılım

Zekânın karşıtı çoğu kez sandığımız gibi aptallık değil, koşullanmışlıktır. Koşullanmışlık, karşı tarafa en fonksiyonel kontrol ve yönlendirme manivelasını sağlayan araçlardan birisidir. İslam Dünyasında ise “Siyasal İslam” en fonksiyonel koşullandırmadır. Bu koşullandırma sayesindedir ki, küresel sistemin yerel mekanizması işlevi kazandırılan rejimlerin güvenceye alınması noktasında küresel ve yerel strateji örtüşmektedir. Yani, küresel sistemi ihlal eden her gelişme, uluslar arası tekellerin çıkarlarına yataklık eden yerel sistemler için de bir tehdit olarak algılanmaktadır. Aynı şekilde, Müslüman toplumlardaki elitlerin, İslam’a karşı önyargılarını besleyecek ve rejimin güvenliği açısından duydukları endişeleri haklı kılacak olaylar tezgahlanarak küresel üst sistemin güvenliğini tehdit eden, aslında Siyasal İslam şaşırtmacasının arkasındaki İslami kimlik, yerel üst sistemlerle ortak sorun haline getirilmektedir. Böylece, Müslüman toplumlarda halkın iradesinde en etkili dayanışma unsuru olan İslam’ın devre dışı bırakılmasına yönelik küresel politikaların uygulanmasına ve dolayısıyla da İslama karşı verilen mücadelede yerli işbirliğine imkan sağlanmaktadır. İslami dayanışmanın önünü kesmek için rejim hassasiyetini körükleyerek, bölge halkının karşısına bizzat kendi elitlerini dikmek suretiyle, politik operasyonlarını sıfır masraf ile ve yerli unsurlar eliyle yürüten bir küresel üst sistemden bahsediyoruz.

Küresel üst sistemin politikalarının hedefi olan toplumlarda, kültürel kimlik, siyasi kimlik, dini kimlik, etnik kimlik ve cinsiyete kadar varan daha alt kimlikler daima sosyal bütünleşmeyi, dayanışma ve organizasyonu engelleyen işlevler kazanmaktadır. Bu toplumlar, adeta farklı kimliklerin çarpıştığı bir arenaya dönüştürülmüştür. Türkiye ve Ortadoğu’yu hedef alan bu politikalar, farklı etnik ve kültürel grupları politize ederek suni gerilimlere sürüklemek ve bu gerilimlerin yol açtığı istikrarsızlığın istismarına dayanmaktadır. Çünkü, sistem içi ihtilaflar ve çatışmalar varlığını korudukça, sistem dışına karşı pozitif bir pozisyon alınamayacağı açıktır. Bu sebeple, İslâm dünyasında, coğrafi bölünmelerden önce zihinsel bölünmeler kışkırtılmakta, bu zihinsel paralanmışlık üzerine geliştirilen politikalar sayesinde, güvenlik sorunlarından nefes alamayan İslam coğrafyasında ucuz güvenlik teminatları ile pahalı ekonomik imtiyazlar elde edilmektedir.

Modernleşme tarihimiz ne yazık ki sözünü ettiğimiz küresel üst sistem ile örtüşen bir resmi ideoloji tasarımına dayanmaktadır. Resmi ideoloji, modernleşme paradigmalarına aykırı kabul ettiği ve Siyasal İslam olarak algıladığı sosyo-kültürel dinamikleri devre dışı tutmaktadır. Bu kültürel dinamiklere mensup kitleler de birer iç tehdit unsuru olarak algılanmaktadır. Böylece, resmi ideoloji mekanizması ile toplumlar kendi elitlerine ve kurumlarına kontrol ettirilmektedir. Dolayısıyla resmi ideoloji, toplumun iletişim ve uzlaşma kanalları olan ortak değerleri, toplumun değişik kesimleri arasında ortak bir bağ olan İslam’ı etkisizleştirerek, bu kesimlerin, birleştirici manevi değerlerin hükmünden çıkıp, farklılaştırıcı etnik özelliklerinin hükmü altına girmelerine yol açmıştır. Bu da alt kimlik dayanışmalarını beslemiş ve günümüzdeki yıkıcı boyutlara evrimleştirmiştir.
İslam’ı irtica olarak algılayan yerli unsurların İslam’ı bir üst kimlik, bir toplumsal bütünleşme bağı olarak görmemelerinin temelinde küresel üst sistemin bu “siyasal İslam” koşullandırması bulunmaktadır. İslam’a karşı gerçekleştirilen bu koşullandırma, etnik temel üzerinde yükselen sorunları da tetiklemiştir. Hem İslam’ı, hem de etnik dayanışmaları tehdit olarak algılayan yerel üst sistem ise, demokrasiyi de, temel hak ve özgürlükleri de birer tehdit olarak algılamaya başlamıştır.

Küresel üst sistem ise, yukarıda özetlediğimiz koşullandırma mekanizmasının sağladığı meşruiyet zemininde bölgeyi askeri olarak işgal etmiştir. Daha sonra şirketleri gelerek ileride bağımsız olsa dahi bu anlaşmaların yükümlülüğü altına soktuğu bir yerel sistem oluşturmuş ve anlaşmalar imzalayıp, askeri olarak çekilme aşamasına gelmiştir. Ancak, bölgeyi işgal ve enerji kaynaklarını kontrol altına alma ne kadar bölgede istikrarsızlığı, iç çatışmaları ve parçalanmayı gerekli kılmışsa; bu gün de, o oranda istikrarı şart kılmaktadır. Hem şirketlerin hem de enerji kaynaklarının güvenliği ve transferi bölgede bu amaçla bağdaşır bir istikrarın hakim olmasına bağlı bulunmaktadır. Bu sebeple uluslar arası sistemin yol açtığı suni sorunlar bir ölçüde devre dışı kalmıştır. Bölgede kontrollü bir istikrar dönemi başlamıştır. İstikrarı bozan unsurların tasfiyesi gündeme gelmiştir.

Yerel Üst sistem ve Açılım

Ortak üst kültürün fonksiyonel düzeyden sembolik düzeye itilmesi, süreç içinde kimlik referanslarını da değiştirmiştir. Resmi modernleşme kurgulamasının kültürel ve felsefi arkaplanı, Türk ve Kürt kesiminde ortak bir gelecek için dayanışma tutumunu ayakta tutacak ortak değerleri tahrip etmiştir. Tüm modern araçlarla yapılan kimlik dayatmaları, ortak gelecek için sürdürülebilir bir dayanışma gelişimine mani olan kimlik ikilemleri ortaya çıkarmış ve bu ise, etnik ikilemlere yol açmıştır. Katılımcı ve dayanışmacı bir “üst kültürel kimlik” yerine, egemen bir Türk kimliği ikame edilmiştir. Ulus devlet Türklük vurgusuna dayandırılmıştır. Türklüğün siyasallaştırılması, Kürt kimliğinin de siyasallaşmasına yol açmıştır. Aynı zamanda, modernleşme hareketlerinin üretim modernleşmesi yerine, dine karşı yıkıcı bir hüviyet kazanması, etnik kesimler arasındaki manevi bağları koparmıştır. Süreç içinde, özellikle Türk-Kürt kesimleri arasında hakimiyet, mahkumiyet ve itaat ilişkisine yol açan bir üst sistem ortaya çıkmıştır. Ortak geleceğimizin önü Türk-Kürt ulusalcılığı ikilemi ile uzun yıllar kapalı tutulmuştur.

Türk ulusalcıları 1920’li yılların konjonktüründen hareketle üretilen tezleri kutsallaştırmış ve tek parti döneminde olanca gücü ile suni bir ulus kimliğini dayatmıştır. Diğer elit kesim ise, aynı tezleri kendi etnisitesine uyarlamış, etnik kimliğe vurgu yapan paralel ideolojisini ve tek partisini üretmiştir. Uzun bir dönem sahneyi bu iki elit işgal etmiştir. Türk ve Kürt Ulusalcıları arasındaki bu çatışmacı ilişki, iki tür tepkisel çözümü beslemektedir: Türk Ulusalcıları diğer tüm kesimleri hakimiyeti ve itaati altına almayı hedeflemekte, bu hedefe ulaşmak için gücü esas almaktadır. Kürt kesiminde ise mukabil bir direnç oluşmakta, etnisite şiddetlenmekte ve ayrılıkçı ve bölücü bir terör karakterinde ortaya çıkmaktadır. Bir tarafta ırkçı despotizm, öte yanda bölücülük ve terör… İşte üst sistem bu ilişki biçimini artık bir kısır döngü haline getirmiş bulunmaktadır.

Açılımda Muhatap Özneler Sorunu

Ulus devlet, üniter devlet ve resmi ideolojinin paradigmaları çerçevesinde bir strateji geliştiren Türk ulusalcıları, sorunu bir terör sorunu olarak kabul etmiş, hatta bu özellikte tutmayı bir taktik haline getirmiştir. Ülke bütünlüğünü muhafaza etmek için hâkimiyet-itaat ettirme hedefine yönelmiştir. Kemal Burkay gibi Kürt ulusalcıları ise, sorunu bir Kürt sorunu olarak tanımlamışlardır. Hatta, Kemal Burkay, Apo ve PKK’yı “Kürt sorununu terör sorunu” haline getirmekle suçlamış ve işbirliği imalarında bulunmuştur. Neticede sorun hem siyasallaşmış, hem de terör sorunu olarak gelişmiştir. Bu iki algı çerçevesinde izlenen strateji ve taktikler, merkezinde etnik kimlik olan bir sosyolojik ayrışma sürecini beslemiştir. Bu süreçteki öznelerin, entegrasyon ve çözüm açısından kötü huylu muhataplar olduğunu görüyoruz. Ortak söylemleri etno-kültüreldir. Bir diyalog geliştirmeye, işbirliğine, çözüm üretmeye ve entegre bir dayanışma inşasına kapalıdırlar. Kısaca, Türk ve Kürt ulusalcılarının muhatap olduğu 30 yıllık bir süreçte, etnik yabancılaşma adeta merkezi esir almış, terörü azdırmış ve paralel olarak da askeri operasyonlar gittikçe şiddetlenmiştir. Öyle ki, çatışma düşük yoğunluklu bir savaş olarak tanımlanan boyutlar kazanmıştır. Görüldüğü üzere, açılım sürecinde muhataplar çok önemlidir. Etnik kimliğe odaklı öznelerin muhatap olduğu bir ortamda gelişen sorunların çözümü, ancak bu muhatapların değişmesi ile mümkün olacaktır.

Türk ulusalcı zihniyeti ağır değişen, dolayısıyla değişime en katı direnç unsurları olan kurumsallaşmış bir resmi ideolojiyi temsil etmektedir. Bu zihniyet kurumlara, sisteme boyun eğmeyi sağlayan bir güç, bir baskı ve tahakküm aracı işlevi kazandıran darbeci bir zihniyettir. Bu zihniyet, 28 Şubat döneminde bariz bir şekilde milletten koptuğunu, milletin temel değerlerine yabancılaştığını, hatta bu değerleri tahribe yöneldiğini bilfiil ortaya koymuştur. Milleti, değerlerini, hür ve serbest seçimlerde tecelli eden milli iradeyi tehdit olarak algılayan, bu iradeyi tahakkümü altına almak için yasadışı faaliyetlere girişen darbeci zihniyet despot, demokrasi ve insan hakları karşıtı bir zihniyeti temsil etmektedir. 28 şubat döneminde pervasızlaşan bu darbeci zihniyet artık organize suç örgütü iddialarının konusu haline gelmiş bulunmaktadır.

Açılım 1950’lerde Başladı

Ülkemizde 1950’li yıllardan itibaren bir demokrasi ve muhafazakarlık açılımı süreci yaşanmıştır. Bu süreçte, milli iradeyi temsil eden muhafazakar ve demokrat bir zihniyet ile resmi ideolojiyi temsil eden elit ve ulusalcı zihniyet arasında hür seçimlerin ve darbelerin belirleyici olduğu dönemsel gel-gitler yaşanmıştır. Gelinen noktada, galip olan milli iradedir ve milletin değerlerinden, ortak paydalarından, üst kimliğinden kopuk, dar, despot, tahakkümcü, ulusalcı zihniyeti ve bu zihniyeti temsil edenleri muhalefete iterek değerlerini temsil eden, dindar ve demokrat bir meclis çoğunluğu teşkil etmiştir. Yani, ulusalcı muhataplardan birisi sahneden indirilmiştir. Öncelikle herkes kökü 1950’lere kadar uzanan bu değişimin bilincinde olmalıdır. Dolayısıyla, etnik hiyerarşiye dayalı bir yönetim, tahakküm ve itaat ilişkisine değil; katılıma dayalı ortak bir geleceği inşa etmeye, herkesin saadeti, özgürlüğü ve güvenliğini gerçekleştirmeye; bu çerçevede yeniden yapılanmaya; devleti herkesin devleti, ülkeyi herkesin ülkesi, İstanbul’u herkesin İstanbul’u, Hakkari’yi herkesin Hakkari’si yapmaya dönük samimi bir siyasi irade ile muhatap olunduğu görülmelidir.

Sorunun karşıt öznesi olan Kürt ulusalcıların benzer bir irade ile devre dışı bırakılamadığını görüyoruz. DTP Türk ulusalcılığının temsilcisi olan CHP’nin adeta tek parti dönemi versiyonunu temsil etmektedir. PKK’nın siyasi kanadı rolündedir. Zihniyet itibariyle geniş dindar-demokrat Kürt tabanı temsil etmekten uzaktır. Sadece, resmi ideolojinin İslam’ı devre dışı tutması sayesinde, toplumsal taban nezdinde İslam ölçütü ile sorgulanmama avantajını kullanmaktadır. Takiyyeci ve istismarcı bir tutum içindedir. Açılımı bir çözüm, entegrasyon, toplumsal bütünleşme olarak değil; bir mevzi kazanma, daha avantajlı bir pozisyona yerleşme, bir taviz, devleti PKK ile masaya oturtma, dolayısıyla da etnik kimliği daha da siyasallaştırmada bir ara geçiş formülü olarak algılamaktadır. Bu kafa yapısı ile de, çözüm iradesine sahip olan karşısındaki muhatabın elini kolunu bağlayan Türk ulusalcı tepkilerle adeta işbirliği yapmaktadır.

Açılımın temel sorunu, dindar ve demokrat mukabil bir muhatap boşluğudur. Sahnede çocukları ve kadınları kullanmak, esnafa kepenk kapatma eylemlerini dayatmak, hatta seçimlerde PKK tahakkümü ile geniş muhafazakar ve demokrat Kürt tabanı provake etmek, en kritik günlerde organize ettiği karşılama törenleri ve gösterilerle etnik ve bölücü rengi daha da artırmak gibi DTP ve sahnede kaba gürültüsü olan bir avuç Kürt ulusalcının sergilediği duruş, açılımın ortak gelecek açısından işlevselliğini sorgulanır hale getirmektedir. Geniş Türk muhafazakar kitleler dahi bu muhatabın iyi niyeti konusunda tatmin olmamakta, açılım hakkında derin kaygılar taşımaktadır. DTP bu özellikleri ve ulusalcı zihni yapısı itibariyle aynen tek parti dönemindeki CHP ile toplum arasındaki çarpık temsil-tahakküm ilişkisini yansıtmaktadır.

Açılım ve Sosyo-kültürel Üst Kimlik

Açılım sürecinin temel sorunu olan muhatap sorunu, bir başka sorunu da temele oturtmaktadır. Sosyo-kültürel üst kimlik sorunu… Ülke genelinde Türk ulusalcıların 1950’li yıllardan önceki tek parti despotizmi ve bu yıllardan itibaren de darbelerle dikte ettiği yazılı ve teamüli normların önüne geçerek kendini kabul ettiren dindar demokrat ve etnik iki tür sosyo-kültürel sistem ortaya çıkmıştır. Zaten, bu iki sosyo-kültürel sistemin politik sürece yansıması ile yukarıda sözünü ettiğimiz iki tür muhatap ortaya çıkmıştır. Dindar ve demokrat Kürt tabanın kafa karışıklığı, bu kültürel kod ikileminden kendini kurtaramayışından kaynaklanmaktadır. Bu da, dindar ve demokrat muhataba karşı, DTP gibi etnik kimlik odaklı çatışmacı ve marjinal bir muhatabı sahnede tutmak gibi bir tutumu sürdürmesine yol açmaktadır.

Etnisiteyi şiddetlendiren kültürel açılımları savunanlar, resmi ideoloji ile el ele vererek bu sosyo-kültürel üst kimliği etkisizleştirmektedir. Tabanın bir kesimi bu üst kimliği keşfetmiş ve ona yaslanarak kendi ulusalcılığını yontmayı başarmış ve elini uzatmış beklemektedir. Tabanın kalan kısmı da, artık sahneden inmiş olan Türk ulusalcılığına, resmi ideolojiye tepki ve isyan tutumunu bir yana bırakmalıdır. Karşısındaki muhatabın değiştiğinin artık bilincine varılmalıdır. Kendisini hala resmi ideolojiye ve Türk ulusalcılara karşı konumlandıran DTP ve PKK türü yapılardan kurtulunmalıdır. Türk ulusalcılarına ve resmi ideolojiye sallanan etnik kılıcın sahnedeki dindar-demokrat ve doğru muhatabı, daha da kötüsü din kardeşlerini yaraladığı artık görülmelidir. Bu taktirde açılım için gerekli şartlar tam kıvamını bulacaktır.

Tabanların bütünleşmesi, sözünü ettiğimiz dindar demokrat sosyo-kültürel sistem ile mümkündür. Zaten bu sistem bu güne kadar işlevini yerine getirmiş ve tabanda derin çatlaklar oluşmasını engellemiştir. Çatlak, ulusalcı karakterdeki üst sistemde ortaya çıkmış, buradan tabanı etkisi altına almıştır. Üst sistemdeki bu çatlağın ortadan kaldırılması da, demokrasi, insan hakları ve katılım temelinde gerçekleşecek bir üst dayanışma ve ortak bir geleceği inşa etme iradesini üretecek dindar ve demokrat sosyo-kültürel sistemin Türk kesimde olduğu gibi Kürt kesimde de politik sürece yansımasıyla mümkün olacaktır.

Sosyal - Medya Haberleri