Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından, kamuoyunun aylardır merakla beklediği ‘’Demokratikleşme Paketi’’ açıklandı. Bu paket üzerinde elbette çok şey konuşulacak. Pakette bulunan yeni hak ve gelişmeleri yere göğe sığdıramayanlar da olacak, yerin dibine geçirenler de olacak.
Bazı kişiler de şu konu iyidir de, her zaman olduğu gibi, ‘’ama’lı, fakat’lı’’ cümleler kuracaklar. Tabi ki herkesin görüşü kendine, fakat bu yazının başında hemen şunu söylemeliyim ki, demokratikleşme yolunda Türkiye yol almaya devam ediyor. Ben atılan her adımı alkışlıyor ve tebrik ediyorum.
Zaten bu paket açıklanan ilk demokratikleşme paketi değildir. Daha önceki dönemlerde de önemli bazı adımları içeren kararlar alınmıştı. Önümüzdeki dönemlerde de elbette eksikliklerin giderilmesi konusunda yeni ve farklı kesimler tarafından beklenilen yeni adımlar atılacaktır ve muhakkak ki atılmalıdır. Zaten Başbakan’ın da açıklaması bu yöndedir.
Bu paket ve açıklanan maddeler arasında, benim dünyamdaki yaraları büyük ölçüde tamir edecek çok önemli maddeler var. Elbette, daha başka adımların da atılması gerekir ve bunlar sosyal olarak da fıtri bir seyir ve gelişme içinde olmalıdır.
Türkiye’nin demokrasisi çok farklı kıskaç ve ablukaların arasına alınmış ve ‘’bürokratik oligarşik devletin’’ vesayeti ve kontrolüne emanet edilerek 2010 yılına kadar gelinmiştir.
12 Eylül 2010 yılında yapılan, vesayet rejiminin devam etmesini isteyen çok farklı kesimlerin ittifak içinde, beraberce canhıraş bir şekilde karşı çıktığı yirmi altı maddelik Anayasa değişiklikleri, halkın büyük bir çoğunluğu tarafından kabul edilince, Türkiye için ‘’Demokrasinin güzelliği’’ görülmeye başlandı.
Fakat yüzyılın dehşetli plan ve tuzakları ile döşenen bu karanlık vesayet tünelinden kurtulmak hiç de kolay değil. Bu tünelden demokrasinin ışığına tam olarak kavuşuncaya kadar geçecek süre içinde de çok dikkatli olmak gerekir.
Oligarşik vesayet büyük oranda gerilemiş olsa bile, henüz tamamıyla safdışı edilemedi. Silahlı kuvvetler, yargı kurumları, yükseköğretim kurumları ve diğer bazı bürokratik katmanlarda, ‘’Demokratik devlete’’ doğru çok önemli adımlar atılmakla birlikte, derinlerde fırsat bekleyen bazı güçlerin, henüz bütünüyle etkisiz bir hale getirildiğini kim söyleyebilir? Veya bu işin çok kolay bir şekilde yapılabileceğini söyleyebilecek bir insaflı vatandaş gösterilebilir mi? Pusuda bekleyen derin mahfillerin elemanlarının o kadar kolay pes edeceklerini düşünmek, herhalde biraz fazla safdillik olacaktır.
Elbette devletin işlerini aksatmadan, çok büyük gerilim ve bunalımlara meydan vermeden bu dehşetli komiteleri ve karanlık yapılanmaları tasfiye etmek için yöneticilerin çok dikkatli adım atması gerekir. Hariçten gazel okumak kolaydır. Fakat geçmişteki tecrübelerden de yararlanıp, çok zalim ve insafsız olduğu şüphe götürmez olan dehşetli çetelerin verebileceği zararı en aza indirecek bir şekilde vatandaşı selamete çıkarmak için çok dikkatli adımların atılması gerektiği konusunda herhangi bir tereddüt olabilir mi?
Basit bir şey gibi görünüyor olsa bile, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren bütün ilkokul çocuklarına her sabah okutulan ve buram buram ırkçılık kokan ‘’andımızın’’ kaldırılmış olmasını ben şahsen çok önemsiyorum. Zaten çok basit bir şey olsaydı, herhalde bugüne kadar gelen altmış tane Cumhuriyet hükümetinden herhangi birisi, bu andı kaldıracaktı.
Andımızın kaldırılmasının basit bir icraat olduğu, fakat bugüne kadar hiçbir hükümetin, bunu kaldırmanın gerekli olduğu düşüncesine sahip olmadığını kabul edecek olursak, bu bile başlı başına büyük bir trajedi olacaktır. Irkçı ve tek tip insan yetiştirmeye dönük bu andın kaldırılması bile, çocukların kafasına çakılmak istenen çağ dışı faşist ideolojiye büyük bir darbe vuracak, daha serbest ve rahat bireylerin yetişmesi için büyük katkı sağlayacaktır. Bütün bunlarla birlikte, bu andın kaldırılmış olmasının sembolik olarak da önemi büyüktür.
Benim dünyamda ve bu satırları okuyan arkadaşlarımın büyük bir ekseriyeti için de çok önemli olduğunu düşündüğüm ‘’kamuda başörtüsü yasağının kalkmasının’’ ne kadar büyük bir anlam taşıdığını ifade etmek kolay değildir. Çünkü Süfyanizm, tesettür düşmanlığı ile yola çıktı. Bu menhus düşüncenin esasları oluşturulurken, ta en baştan beri bu milletin kadınlarının örtüsü ve hayâsı büyük bir engel olarak kabul edildi ve buna karşı en dehşetli savaşlardan biri başlatıldı.
Bu kadar yıl devam eden bütün bu hükümetlerin birçoğunun döneminde, zaman zaman bazı yumuşamalar ve toleranslar gösterilmiş olsa bile, bu kadar açık ve net bir şekilde ‘’kamuda başörtüsü yasağının kalktığı’’ ifade edilmedi. Hatta yıllarca Müslümanların hem oy verdiği ve hem de büyük ümit bağladığı Süleyman Demirel’in ‘’başörtüsü ile okumak isteyenler Arabistan’a gitsinler’’ sözü, bir ibret tablosu olarak tarihteki yerini aldı. Bunun için bu kararı, çok büyük ve tarihi bir adım olarak görüyorum. Şimdi bu tarihi adımı küçümseyen ve farklı bazı yorumlar yapmaya çalışanlara da bir şey demenin gereksiz olduğunu ifade etmek istiyorum.
Çünkü söyleyecekleri şeyler çok belli ve ‘’silahlı kuvvetlerin, emniyet mensupları ile hâkim ve savcıların’’ bu serbestliğin dışında tutulduğunu ifade edeceklerdir. Elbette başörtüsü bütün Müslüman kadınlar için farzdır ve bu konuda oluşan kesin kanaatin dışında bizim bir şey söylememiz asla mümkün değildir. Fakat öncelikle nereden gelindiğini unutmamak ve meydana gelen gelişmeleri göz önüne almak, Rabbimize şükretmek ve daha güzel günlere ulaşmak için hep beraber gayretimizi ve müspet çalışmalarımızı arttırmaya çalışmak daha doğru bir yol değil mi?
Okullardaki eğitim ile ilgili olarak atılan adım hakkında da bir paragraf açmak gerekir. Özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitimin önünü açmak çok büyük bir adımdır ve asla küçümsenmemelidir. Bu adımın detayları ile ilgili olarak alınan kararlar daha sonra açıklanacaktır. Ana dille eğitim almanın doğuştan bir hak olduğu, hiçbir kaygı ve ırkçı yaklaşımın bunu önlemeye hakkı olmadığını akıldan çıkarmayarak, bu konuda gerekli olan adımları atmak gerekir.
Çarşıda pazarda bile Kürtçe konuşmanın yasak olduğu bir Türkiye’den; TRT Şeş, Üniversitelerde farklı dil ve lehçelerde eğitime izin veren düzenleme ve daha sonraları da bütün okullara seçmeli Kürtçe derslerinin konulduğu bir Türkiye’ye ulaştık. Ve bu adım ile daha ileriye dönük bir karar alınıyor. Özel okullarda Ana Dille eğitimin yolunun açılması elbette çok daha ileri ve demokratik bir adımdır.
Seçim sistemi ile ilgili bazı alternatifler var ve bununla ilgili olarak çalışmalar yapılacak. Türkiye’nin son yıllarda yakaladığı istikrara herhangi bir zarar vermeden, daha adil bir seçim sisteminin getirilmesini bizler de gönülden talep ediyoruz. Partilere yapılan hazine yardımı için % 7 olan baraj, yeni düzenlemelerle % 3’e düşürülecek. Böylece belli bir tabanı olan partilerin yaşaması ve çalışmalarını daha rahat bir ortamda yapabilmelerinin yolu açılacak.
Bu paketin bir başka önemli maddesi de, Cumhuriyet dönemi boyunca tarihten gelen isimleri değiştirilen ve çoğu kez alakasız ve manasız isimler verilen yerleşim yerleri ile ilgili olarak alınan karardır. Yerleşim yerlerine eski isimlerinin verilmesi konusu, çıkarılacak kanun ile mümkün hale gelecektir.
Son yıllarda fiili olarak çok büyük rahatlama sağlanmış olsa bile, her Kurban Bayramında Türk Hava Kurumu’nun derileri toplama yetkisine tek başına sahip olması sonucu yaşanan problemler, bütün canlılığı ile hafızalarda yaşamaya devam etmektedir. Bu konunun da yeniden kanun ile düzenlenecek ve vatandaşın tasarrufuna bırakılacak olmasını da önemli bir adım olarak kabul etmek gerekir.
Bu demokratikleşme paketinde, bazı kesimler için büyük önem taşıyan daha birçok madde bulunmaktadır. Atılması gereken çok daha önemli adımlar da elbette vardır. İhtimal ki, atılması gereken önemli adımlar hiç bitmeyecek. Geçmişin bazı hata ve yanlışlarından kurtulmak, hem yeni adımlar atmak için güç verecek, hem de umutları artıracaktır.
Çok şey ifade etmek mümkündür. Ayasofya’nın bir an önce asıl vazifesine döndürülmesini hasretle bekliyor ve istiyoruz. Belki bir sonra ki pakette, Ruhban Okulunun açılması ile birlikte, Ayasofya’nın hasretine de nihayet verilecektir.
Elbette bizim istediğimiz, İslam’ın da özüne ve ruhuna uygun, hak ve hürriyetlerin en kâmil manada uygulandığı, herkesin göğsünü gere gere bu ülkenin vatandaşı olduğunu sevinçle ifade ettiği bir ülkede yaşamaktır.
Türkiye, doğru yoldadır. Biz atılan bu adımları alkışlıyor ve destekliyoruz. Bazı eksiklerin olması, atılan adımların ehemmiyetine gölge düşürmez. Bu demokratik adımların atılmasına devam edilmelidir.
Türkiye ile birlikte, bu ülkede yaşayan seksen milyona yakın insan, atılan bu demokratik adımlardan kazançlı çıkacaktır. Bununla birlikte, biz birçok eksikliğin farkındayız ve bunların takipçisi olmaya devam edeceğiz. Bunları da yapıcı bir şekilde gündeme getirmeyi de bir vazife olarak kabul edeceğiz. Şunu da biliyoruz ki, bütün bu eksiklikler, bunca yılın hücrelere kadar işleyen tahribatını tam olarak tamir etmekle mümkün olacaktır.
Son olarak, bu atılan önemli adımlardan memnun olmayan, sürekli her şeye tenkit nazarı ile bakan veya bu hükümeti tenkit etmeyi bir alışkanlık haline getirenleri, bir kez daha meselelere insaf nazarı ile bakmaya davet ediyor ve Üstad Said Nursi’nin şu sözlerini hatırlatıyoruz:
‘’Muhali talep etmek, kendine fenalık etmektir. Zerrâtı günahkârlardan mürekkep bir hükûmet tamamıyla mâsum olamaz. Demek, nokta-i nazar, hükûmetin hasenâtı, seyyiâtına tereccuhudur. Yoksa, seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir. Ben öyle adamlara anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi- Allah etmesin-bin sene yaşayacak olsa, âdetâ mümkün hükûmetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meylü’t-tahrip ile o sureti bozmaya çalışacak.’ (Münazarat; sayfa, 52-53)