Bir ülkenin demokratikleşmesi, o ülkede siyasetçilerin hesap verebilirliği ve halkın hesap sorabilirliği ile paralel bir süreçtir. Yani halk ne kadar hesap sorabiliyorsa demokrasi o kadar gelişmiştir diyebiliriz. Dolayısıyla, mevcut demokrasimizde hesap sorma hakkımız ortalama 3,5 senede bir kez oy pusulasına EVET mührünü basmaktan ibaret olduğundan demokratikleşme sürecimizin pek sağlıklı ya da olması gereken aşamada olduğunu söyleyemeyiz.
Demokratikleşmenin önündeki en büyük engel statükodur. T.C.nde statükonun kökleri Kemalist kurucu kadroya dayanmaktadır. Tek parti diktasında bürokratik oligarşinin yönetim üzerindeki etkisi Kemalizmin statükoyu aşıp devlet yönetiminin her kademesine nüfuz etmesini sağlamıştır. Devletin tüm karar verme mekanizmalarına nüfuz eden Kemalizm, demokratikleşme sürecinde, rejimin muhtelif yerlerindeki nüans noktalarında demokratik anlayışın bulunması gereken noktaları işgal ettiğinden sürecin belli dönemlerde tıkanması söz konusu olmuştur.
Gerek bürokratik oligarşinin yönetimi altında, Cumhuriyet, Laiklik gibi kavramların içlerinin doldurulup halka sunulması; gerekse Kemalizmin tabulaştırılması demokrasi mücadelesini bürokratik keyfiyetle yasa(k)-dışı kılabilmiştir. Yani biri çıkıp ifade özgürlüğüne güvenerek Kemalizmi eleştirmeye kalksa karşısında demokratik bir kurum değil, bizzat kendisini Kemalizmin savunucusu ilan eden bir kurumu bulacaktır. Hatta tarafsız olması gereken bu kurum onu yargılama(cezalandırma) hakkına sahip olacaktır. Esasen ifade hakkını koruması gereken kurumlarımız demokratik hassasiyetlerin yerine Kemalist ideolojiyi odak kabul ettiklerinden demokrasi adına değil Kemalizm adına karar vereceklerdir. Ve Kemalizmi eleştiren kişi Cumhuriyet ve Laiklik düşmanı ilan edilebilecektir.
Kemalizmin eleştirilemez kılınışı demokrasimizi sürekli ağır aksak bir gelişim sürecinde tutmuştur. Her radikal-demokratik öneri önce Kemalizm duvarına toslamış, öneri sahipleri vatan haini muamelesi görebilmişlerdir. Yaşanan bu süreçlere gerekli demokratik tepkinin gösterilmesi, henüz Kemalizmin varlığını tartışamaya yeni yeni başlamışken tasfiyesinin tartışılmasının önündeki en önemli psikolojik eşiktir.
1950ler ve sonrasındaki katı devletçilikten sapma Kemalist tepkiye neden olmuş, dindarlara verilen tavizlere(!) de tahammül edemeyen malum kesim, Atatürk heykellerini tahrip ederek-ettirerek- Atatürkü koruma kanununun çıkması sağlamışlar ve tartışılamaz oluşunun temellerini atmışlardır. Bu tip Kemalist reaksiyonlara demokrasi adına girişilmeyen her hak iade çabasında rastlamak mümkündür.
Son dönem başörtüsü meselesinde atanmışların göstermiş olduğu direnç mezkûr örnekle paralellik arz eder. Kıyafet özgürlüğü sağlanması durumunda laikliğin tehlikeye gireceği, dahası İran rejimini ithal etmenin ilk adımı olacağı izlenimi verilmektedir. Oysa asıl neden Kemalizmin katı yasaklama anlayışıyla halkın tüm kesimleri üzerinde kurduğu baskı mekanizmasından taviz verilmesi durumunda varlığının, hatta tasfiyesinin tartışılabilecek olmasıdır. Sonuçta halkın bir tercihi sonucu muktedir olmayan bu ideoloji, halkın desteğinden mahrum olduğundan tartışılabilir olduğunda devletin kademelerinde tutunamayacaktır. Yeter ki tartışılabilir olsun. Kemalist odakların darbeler, muhtıralar ve bildirilerle yapmaya çalıştığı şey bunun olmasına engel olmaktır.
Sonuç olarak demokratikleşme sürecinin sağlıklı ve kesintisiz yürümesi isteniyorsa, öncelikle bunun önündeki en büyük engel olan Kemalizmin varlığı ve tasfiyesinin tartışılması gerekmektedir. Demokrasinin bir gereği olan bu tartışma, Türkiyenin demokrasi sürecin miladı olabilecektir. FSA