Denizli kabristanında bulunan, Nurun Fabrikası Hafız Ali (R.H) den bir evvelki makalede bahis açılınca meşhur “Dahi nezrim bu ki canım sana kurban olacak” beyti ile üstadına bedel, şehit kardeşi Hafız Ali misali canını ve hayatını feda ederek Hafız âli’nin (R.H) yanına 2 yıl sonra giden meşhur parlak fıkralar sahibi Hasan Feyzi (R.H)dan da bahis açmamak olamazdı.
Hasan Feyzi ağabeyde (R.H)aynı Denizli kabristanında yatmaktadır. Muallimlik yapan Hasan Feyzi aynı zamanda Melami tarikatı şeyhlerinden olup Nur talebesi olmadan önce de etrafını nurlandıran bir Zat idi.
Kendisiyle aynı ismi taşıyan hocasının,şeyhi olan şeyh Hasan Feyzi Efendinin seneler önce kitabının kenarına düştüğü bir haşiyenin haber verdiği bir hakikatin peşindedir,Hasan Feyzi ağabey.Rumi 1293 (Miladi 1877) tarihinde Üstad Bediüzzamanın Nurs’ta doğduğu gün.Melami Tarikatının Şeyhi Hasan Feyzi ağabeyin şeyhinin şeyhi,Hacı Hasan Feyzi Efendi,Denizli’deki tekkesinde bir müjde veriyordu “Bu gün doğuda büyük bir veli dünyaya geldi.Bu Zat zamanın sahibi,asrın vekilidir.”
Vefatı yaklaşan şeyh halifesine bu müjdenin devamı olan vasiyetini bildirir.”Ben ahir zamanın vazifelisi büyük müceddidi bekliyorum vasıfları şunlardır. Kendini “0” olarak tanıtırsa bil ki o değildir. Yok, o makam bizden uzaktır derse “o” odur.”Eğer ona yetişirsen ona tabi ol.”
Yarım asırdan fazla zaman geçmesine rağmen bu müjdeye mazhar olamayan halife bu defa aynı isimli müridi muallim Hasan Feyziye şeyhlikle birlikte vasiyeti devreder.”Eğer siz o zatı teşhis ederseniz O’na tabi olun”
Bu defa muallim Hasan Feyzi asrın vekilini beklemektedir, aramaktadır. Acaba kimdir bu asrın vekili Zat? Ona sen osun denildiğinde “yok o ben değilim” diyecek zat.
Nev’i beşerin maddiyunluk belasi ile bu en büyük helaketi ve felaketi zamanı olan fitne-i ahirzamanda en büyük bir veli ve hem en büyük bir müçtehid ve en büyük bir mehdiyi beklemesi hakkıdır.
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vahye istinaden, herbir asırda kuvve-i mâneviye-i ehl-i imanı muhafaza etmek için, hem dehşetli hadiselerde ye'se düşmemek için, hem âlem-i İslâmiyetin bir silsile-i nuraniyesi olan Âl-i Beytine ehl-i imanı mânevî raptetmek için Mehdîyi haber vermiş
Hazret-i Hasan'ın neslinden gelen aktablar, hususan Aktâb-ı Erbaa ve bilhassa Gavs-ı Âzam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylânî ve Hazret-i Hüseyin'in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidin ve Cafer-i Sadık ki, herbiri birer mânevî mehdî hükmüne geçmiş, mânevî zulmü ve zulümatı dağıtıp envâr-ı Kur'âniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler, cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler” (Bediüzzaman)
Zira “O” beklenen Zat. Kendisi o beklenen zat olmadığı ve kendisine sorulmadığı halde “O Zat benim “diye kendisini ifşa etmeye ve nazarı dikkati kendisine celbetmeye çalışan televizyonlarda boy gösteren piyasada çook biraz dikkat ile anlaşılan kişiler var.
Sırrı ihlâsın böyle makam ve mevkilerin ifşası ile hizmetle kabili Tevfik olmadığını derk edemeyen nasıl o büyük Zat olabilir.
Bu enaniyet asrında enesinden geçmeyen ene tağutunu kıramayan ve kendini büyük gören ve büyük göstermeye çalışan, nasıl o beklenen büyük Zat olabilir?
Hu gibi müstetir olup manayi harfide kalıp Hu’ya ayine olmayan manayi ismide boğulan ve insanları manayi ismide boğduran nasıl mehdi olabilir?
İsmi Azamın hamili olmayan, Kâinat kitabında esmayi harf harf, hece hece okuyup gösteremeyen ve tabiat tağutunu ziru zeber edemeyen nasıl Hu’yu gösterip bu noktada insanlara nasıl hadi olabilir?
Zira böyleleri Hu’dan ziyade hevasının ilancısı, ayine olacağı nuru cemalin yerine kendi camit cemet nursuz cemalinin göstericisi, anlattıkları hakikatten uzak hayal ile iştigal ve dava edecekleri müddeiyi iknadan uzak, derman dediği devanın define vesile olacaktır.
Demek onbaşı makamını müşiri yet makamıyla iltibas edenler var.