Deprem, Bayram ve Terör (Beton, Şeker ve Kan)
Bugün 19 Ağustos Pazar. Ramazan ayını buruk bir gururla uğurlamış ve bayramın ilk gününe kavuşmuş bulunuyoruz. Yemyeşil bir bahçede, gencecik bir kayısı ağacının altında yazıyorum bu satırları. Hafif hafif esen rüzgar, Vangölü’nün ve kıyısında yükselen başı kardan bir türlü kurtulamayan Süphan Dağı’nın buz gibi havasını savuruyor. Yüzüme, kollarıma, ayaklarıma… Ağustos sıcağında bu enfes serinlikle buluşan bedenim de halinden memnun.
Bayram öncesi başlayan, temizlikti, tatlıydı, hazırlıktı telaşesi son bulduğu için huzura ermiş durumdayım. Günler öncesinden başlar bilirsiniz hazırlıklar. Halı yıka, cam sil, çamaşır, ütü derken ev ve içindekiler baştan aşağı temizleniyor.
Hoş, bu yıl temizlik açısından şanslı sayılırım. Konteynırda kaldığımız için temizlenecek yerimiz de azdı maalesef. Gülümseyen bir maalesef bu… Maalesef dediğime bakmayın siz, mis kokulu sularla metal kutucuğun içi bir güzel temizlendi. Eee silinecek başka bir yeri olmadığı için -bayanların işkencesi temizlik- de bizde hemencecik son buldu. Günlere yayılmadı bu sefer. Çok çok dış metalleri silinebilirdi; ama annem yüzümdeki şaşkın ifadeyi yakalayınca “O kadar da abartmayalım dimi” diyerek bana rahat bir nefes aldırdı.
Yaşadığımız depremler bayramlarımıza aynı hazda ve telaşta hazırlanmamızı ve de bayramlarımızı aynı mutlulukla yaşamamızı sarsmamıştı şükür. Baklava, aşure, sütlaç, bayram çörekleri, renkli bayram akideleri, lokumlar vs. vs. Her şey eski tadını ve kokusunu taşımayı başarmıştı.
Köyümüzde can kaybımız da yoktu çok şükür. Bayramlaşmak için ellerinde rengarenk poşetleriyle koştur koştur gelen çocuklar bile-biraz boy atmış büyümüş olmakla birlikte- aynıydılar. Küçük metal kutucukların birinden diğerine koşturan bu küçükler, büyükleri yeniden hayata bağlayan minik kelebeklerdi.
Küçüklüğümden beri tanıdığım bu koca amcalar ve fedakar teyzeler depremden sonra daha bir kenetlenmiş durumda birbirine. Bu güzel gelişmeye yaşadığım yörede bizzat şahit oldum. Konteynırlarda elektrikli ocak üzerinde kaynayan tencerelerden evler arası yemek alışverişi yapılır oldu. Ekmek arabasının gelmediği günlerde, eldeki bayat ekmeklerin neşeyle paylaşmak için adeta insanlar birbiriyle yarıştı. Hiç kimse kapıdan eli boş dönmedi. Hasat zamanı buğday toplamaya gelen düşkünler, ihtiyaç sahipleri heybelerini doldurup ayrıldı köyden. Sokak kedilerine bile insanların daha bir şefkatle baktıklarını gördüm. Tabağındaki yemeği bu kedilerle paylaşan insanlarımızla gurur duydum.
Deprem, zaten ayakta zor duran bahçe duvarlarını da ortadan kaldırdığı için, bahçeler köylünün ortak malı haline geldi. Sınırlar kalkınca köydeki özgür çerçeve sınırsızlaştı. Bahçelerdeki meyve ağaçları ortak bir amaca hizmet eder oldu. Kiminin bahçesinde kayısı yoktu, kiminin elma; fakat şimdilerde herkesin hânesinde her türden yemiş bulunur oldu.
Kısaca insanlar ellerindekilerin aslında kendilerinin olmadığının farkına vardı. Daha da önemlisi, bura insanı paylaşmayı öğrendi. Evleri, betonları, damları, duvarları tuzla buz olunca arazileri küçüldükçe küçüldü. Arazilerin dünyalık misafirleri, misafir olduklarını damları ortadan kalkınca maalesef acı bir tecrübeyle öğrendi.
Herkes bizler kadar şanslı mı bilinmez! İçim sızlayarak akan kanı görüyorum ki değil. Yöremizde terör belasına alet olmuş ve de olmaya devam eden insanlara, bitmek bilmeyen ölümlere, kapanmak bilmeyen yaraya bakılırsa bu dersten pay çıkarmayan beyinler var. Kulakları sağır, gözleri kör, hafızaları silik… Ve ben:
Bu denli ağır bir darbeden sonra hâlâ acımasızca kıyım yapan bu beyinlere acırım.
Bir konteynır kentte yaşayan insanların güvenliğini sağlayan polis memurunu kana bulayan o ellerinize acırım.
Senin çıkaramadığın, üzerine bir türlü alınmadığın o hakikate, o derse acırım.
Bu mutlu günde anaların gözünü yolda, yüreğini telaşta bırakan o sefil zihniyetine acırım.
Ufacık bebeleri babasız bırakan senin, günahı sırtlamış bünyene acırım.
Bu güzel vatana, bu aziz millete, bu bozmaya çalıştığın birlik ve beraberliğe, haince kurşun sıktığın dayanaksız ideolojine acırım.
Her şey bir yana da, esas âlemde Rabbin huzuruna çıktığımız zaman düştüğün o arsız bedbaht hâle acırım.
Evet, bugün bayramın birinci günü dostlarım. Huzursuzum. Kulağım seste, bir ölüm, bir nefes yitimi haberi daha düşecek de satırlara, bir ailenin daha bayramı zehir olacak diye ödüm kopuyor. Beton, şeker ve kan bilirim ki birbirine hiç uyuşmuyor.