Depremin bir de bu yüzü var

Deprem görünenin çirkin yüzüydü. Aslında iç âlemde neler var, hangi güzellikler saklı, oraya bakmak lazım?

Mehmet Çalışkan’ın yazısı:

Asrın felaketi

Yıllardan 1999, ağustos ayının 17. günü, saat 03,15.Müthiş bir gürültü. Herkesin derin uykuda olduğu, yani ölümün küçük kardeşi olan uykunun en derin yerinde, akılalmaz bir ses ve müthiş bir sarsıntı. Öyle bir sallanıyor ki, kıyamet kopuyor zannedildi. Bitmek bilmedi sanki. Hâlbuki hepsi 45 saniye. Bir dakika bile değil. İnsan; hayatında, zamanın önemini depremde daha da çok anlıyor. Aslında, vaktin, zaten çok iyi değerlendirilmesi gerekmiyor mu? Ama insanoğlu ancak musibetle karşılaşınca birçok şeyin kıymetini anlıyor.

Gecenin karanlığı, elektriklerin kesilmiş olması ortalığın toz duman olması insanları bağrışmaları unutulur gibi değil. Her yer can pazarına dönmüş. Önce kendi ailesini arıyor herkes. Ailesinde kayıp olmayanlar, bu defa konu komşuyu arıyor, daha sonra diğer insanları kurtarmaya çalışıyor. 45 saniyelik, adeta bir asır süren felaket rüzgârı diner dinmez koşuşturmalar başladı. Toprak altında kalanları kurtarmaya koşuyor herkes. Çevre illerden, depremi en az yaşayan Bursa’dan geliyor ilk yardım. Merkez üssü Gölcük ve civarı olunca, en çok İzmit, Yalova, Sakarya ve İstanbul illeri ilçeleriyle birlikte, adeta yerle bir olmuşlardı. 20 bini aşan ölü sayısı telafisi olmayan bir yıkım olmuştu. Binaların yıkılması onarılabilirdi ama insanların asla. Herkes neye uğradığını şaşırmış, yakınlarını kaybedenlerin bağrışmaları kulakları çınlatıyor. Aman Yarabbi!.. Bu ne müthiş bir olay?

Bu hareketlenmeler gün ışığına kadar devam etti. Ortalık aydınlanınca yıkım şeklini daha iyi gösterdi. Bazı binalar yerle bir olmuş, bazıları bir, iki kat azalmış, bir kısmı yan yatmış. Birçok yol yıkımdan dolayı kapanmış, ulaşım bir hayli zorlaşmıştı. Sabahla birlikte kurtarma ekipleri gelmeye başladılar. İlde kriz merkezi kurularak daha çabuk yardım ulaştırılmaya çalışılıyordu. Hangi birine yetişeklerdi. Sanki birinci dünya savaşından daha beterdi. Birinci gün yardımlaşmalar devam ederken, akşama doğru barınacak yer aranmaya başlandı. Herkes bir şekilde derme çatma barakalar, çadırlar kurmaya başladı. Rahmetli babam daha önce deprem yaşamıştı. Hemen, bir baraka yaptı. Ailenin akşam başlarını sokacak bir mekânları olmuştu. Babam çok yufka yürekliydi. Etraftaki komşulara da yardımcı oldu. O gece baraka, çadır devri başlamış oldu.

Birkaç gün sonra çadır kentler kuruldu. Herkes bu toplu alanlara yerleştirildi. Normal zamanda kimsenin tenezzül etmediği bu çadırlara, herkes seve, seve yerleşmişti. Öyle ki, bir çadırdan, diğerinin en ufak bir konuşması dahi duyuluyordu. Helâ ve banyolar müşterek kullanılıyor, bazen sıra bulmak zor olabiliyordu. İnsanoğlu mecbur olunca nelere katlanıyor. Yiyecek ve içecek yadımları geliyor, her çadıra dağıtılıyordu. Yardımlar dünyanın her yerinden gelmeye başlamıştı.

Bütün bunlar, görünenin çirkin yüzüydü. Aslında iç âlemde neler var, hangi güzellikler saklı, oraya bakmak lazım?

Bu güne kadar birçoğumuzun görmediği, belki de bir daha göremeyeceği, yardımlaşma, yiyecek, içecek ve diğer varlıklarını paylaşma, merhamet ve sabır gibi birçok duyguların maksimum derecede olduğunu gördük. 45 saniyede çok zenginler fakir olurken, önceki zenginliğin aslında geçici olduğunu, asıl mal sahibi kendisi olmadığını anlayıp, sabır göstermeye başladı. İnsanlara tepeden bakma yerine, herkese insan ve kardeş olarak bakmayı öğrendi. Bütün bu musibetin neden geldiğini, burada bizim bir kabahatimiz var mı? Sorusunu sorarak, bunun bir ikaz olduğunu hissettirdi. Ölenlerin, aslında zayi olmadığını, belki manevi birer şehit olduklarını, giden malların sadaka hükmüne geçtiğini, çekilen sıkıntıların, musibetlerin, günahlara kefaret olduğunu anlattı. Birçok insan, daha önceleri yerine getirmede tembellik ettiği, başta namaz olmak üzere diğer ibadetlerini yapmaya başladı. Birçok iş yerine namaz kılma yerleri yapıldı. Hayır, hasenat her zamankinden daha fazla olmaya başladı. Aslında herkes şunu anladı” Yaşanan hayat geçici, 45 saniyede işi bitiyor. Asıl fani değil, ebedi olan bir hayat olmalı ve oraya çalışmalı, kimseyi geçici dünya için kırmamalı, herkesle iyi geçinmeli, kısaca Allah’ın emirlerine uymalı, yasaklarını yapmamalı.”

Allah bu felaketi bir daha göstermesin, bizleri de bu musibetten ders alarak, her an yolculuğa hazır olmak için gereğini yapmayı nasip etsin. Âmin.

Özel Haberleri