Bismillahirrahmanirrahim
“Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır.” (Zilzâl Sûresi: 1.)
Birinci suâl: Bu zelzelenin maddî musîbetinden daha elîm, mânevî bir musîbeti olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve me'yusiyet, ekser halkın ekser memlekette gece istirahatını selb ederek, dehşetli bir azab vermesi nedendir?
Yine mânevî cevap: Şöyle denildi ki: Ramazân-ı Şerîfin terâvih vaktinde, kemâl-i neş'e ve sürur ile, sarhoşçasına, gayet heveskârâne şarkıları ve bâzen kızların sesleriyle, radyo ağzıyla bu mübârek merkez-i İslâmiyet’in her köşesinde câzibedarâne işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi.
İkinci suâl: Niçin gâvurların memleketlerinde, bu semâvî tokat, başlarına gelmiyor; bu bîçare Müslümanlara iniyor?
Elcevap: Büyük hatâlar ve cinâyetler, tehir ile büyük merkezlerde ve küçücük cinâyetler, tâcil ile küçük merkezlerde verildiği gibi; mühim bir hikmete binâen, ehl-i küfrün cinâyetlerinin kısm-ı âzamı, mahkeme-i kübrâ-i haşre tehir edilerek, ehl-i imânın hatâları, kısmen bu dünyada cezası verilir. Hem, Rus gibi olanlar, mensuh ve tahrif edilmiş bir dini terk etmekle, hak ve ebedî ve kâbil-i nesh olmayan bir dine ihânet etmek derecesinde gayretullaha dokunmadığından, zemin şimdilik onları bırakıp, bunlara hiddet ediyor.
Üçüncü suâl: Bâzı eşhâsın hatâsından gelen bu musîbet, bir derece memlekette umumi şekle girmesinin sebebi nedir?
Elcevap: Umumi musîbet, ekseriyetin hatâsından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zâlim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizâmen veya iltihâken taraftar olmasıyla, mânen iştirak eder, musîbet-i âmmeye sebebiyet verir.
Dördüncü suâl: Mâdem bu zelzele musîbeti hatâların neticesi ve keffâretü'z-zünubdur. Mâsumların ve hatâsızların o musîbet içinde yanması nedendir? Adâletullah nasıl müsaade eder?
Yine mânevî cânibden elcevap: Bu mesele sırr-ı kadere taallûk ettiği için, Risâle-i Kadere havale edip, yalnız, burada bu kadar denildi:
Yani, "Bir belâ, bir musîbetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zâlimlere mahsus kalmayıp, mâsumları da yakar."
Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücâhededir. İmtihan ve teklif, iktizâ ederler ki, hakikatler perdeli kalıp, tâ müsâbaka ve mücâhede ile Ebû Bekir'ler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebû Cehil'ler esfel-i sâfilîne girsinler. Eğer mâsumlar böyle musîbetlerde sağlam kalsaydılar, Ebû Cehil'ler, aynen Ebû Bekir'ler gibi teslim olup, mücâhede ile mânevî terakkî kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.
Mâdem, mazlum zâlim ile beraber musîbete düşmek, hikmet-i İlâhiyece lâzım geliyor; acaba o bîçare mazlumların rahmet ve adâletten hisseleri nedir?
Bu suâle karşı cevaben denildi ki, o musîbetteki gazab ve hiddet içinde, onlara bir rahmet cilvesi var. Çünkü, o mâsumların fânî malları, onların hakkında sadaka olup, bâkî bir mal hükmüne geçtiği gibi, fânî hayatları dahi bir bâkî hayatı kazandıracak derecede, bir nevi şehâdet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azabdan büyük ve dâimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında, aynı gazab içinde bir rahmettir. (Sözler, 14. Söz)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ALA-YI İLLİYYİN: Cennettin en yüksek makamı ve mevkisi.
BİNÂEN : Bağlı olarak, dayanarak, -den dolayı, bu sebepten.
CÂNİB : Yan, yön, cihet, taraf.
CÂZİBEDARÂNE : Çekici bir şekilde.
DÂR-I TEKLİF : Allah'ın teklif ve emirleri ile vazifeli olunan yer, dünya.
EHL-İ KÜFÜR : İnkar edenler.
EKSERİYET : Çoğunluk.
ELÎM : Acı veren, çok acıklı, üzüntü veren.
ESFEL-İ SÂFİLÎN : Aşağıların en aşağısı; Cehennemin en aşağı tabakası.
EŞHAS : Şahıslar.
GAYRETULLAH : Allah'ın, hak dinini koruma sıfatı.
GAZAB : Hiddet, öfke, dargınlık, kızgınlık.
HEVESKÂRÂNE : hevesli olarak, istekli bir şekilde.
HİKMET : Felsefe, ilim; gayeli olma, faydalılık.
İLTİHAK : Karışma, katılma, yapışma, bitişme.
İLTİZAMEN : İltizam yoluyla, iltizam suretiyle.
İŞTİRAK : Ortaklık, katılma.
KÁBİL-İ NESH : Hükmü ortadan kaldırılabilen, iptal edilebilen.
KEFFÂRETÜ'Z-ZÜNÛB : Günahların keffâreti, mü'minlere, işledikleri günahların affı için Allah tarafından verilen hastalık ve musîbetler.
KEMÂL-İ NEŞE : Mükemmel ve tam neşeli olma.
KISM-I ÂZAM : Büyük bir bölüm.
MAHKEME-İ KÜBRÂ-YI HAŞİR : Yeniden dirilişten sonraki büyük mahkeme.
MÂNEVÎ : Mânâya âit, maddî olmayan.
ME'YUSİYET : Ümitsizlik.
MENSUH : Hükmü kaldırılmış, hükümsüz kalmış, nesholmuş.
MERKEZ-İ İSLÂMİYET : İslâmiyet merkezi.
MEŞAKKAT : Sıkıntı, güçlük, zorluk.
MEYDAN-I TECRÜBE : İmtihan meydanı.
MUSÎBET : Belâ, felâket, hastalık, dert, sıkıntı, ezâ, başa gelen acı durumlar.
MUSÎBET-İ ÂMME : Genel musibet.
MÜBÂREK : Bereketlenmiş, uğurlu, hayırlı.
MÜCÂHEDE : Cehd ve gayret etme çalışma ve cihat yeri.
NÂS : İnsanlar.
SELB : Zorla alma, kapma, ortadan kaldırma, giderme, izâle.
SIRR-I KADER : Kaderin gizli gerçekleri.
SIRR-I TEKLİF : İnsanların dünyaya gelip, Allah tarafından bazı vazifelerle sorumlu tutulmasının sırrı.
SÜRUR : Neşe, sevinç.
ŞEHÂDET : Şâhitlik; Allah tarafından Peygamberimize bildirilen herşeyi kabul ve tasdik etme.
TAALLÛK : Bağlılık, münâsebet; alâkalı oluş; âit olma.
TÂCİL : Acele ettirme, hızlandırma, çabuklaştırma.