بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Yönler yollardan bağımsız. Yönü gösteren levha; yolun sadece yönünü gösterir. Gidilecek yol bu yönde; ama gidilecek yer bu yönde olmayabilir. Gidilecek yere sayısız yollardan gidilebilir. Tıpkı hakikata götüren ve hakikattan çıkaran yolların sayısız olması gibi.
Bu gerçeği İstanbul'u yaya gezerken daha yakından yaşadım.
Şehirleri yayan gezmeli denir ki doğrudur. Ama bu zamanda yaya gezmek hem daha zor, hem de insan açısından daha da zahmetli. Çünkü insanlar inanılmaz taşıt düşkünü ve mecbur hale gelmiş.
İstanbul'u bir yol haritasına göre gezmek çok daha faydalı ve pratik. Bu harita kitaptan çok gogıl haritalı artık. Ama sade gogıla ve sanal mecraya bağlanmak insanı fena yanıltıp yüzeyselleştiriyor. En iyisi kitap+ gogıl+ gözleme dayalı olabilir.
Haritam; eski İstanbul yaşantım; tarih ve sanat tarihi hülasam ile inceleme merakım idi. Bu haritanın özel ekseni; Üstadın 1907-1960 arası İstanbul yaşantısı bilgilerim idi. Gittiğim her noktada çoğunluk onun hatıraları aklıma geldi. Bu hatıraları tahayyül etmeden duramadım.
Fatih Camii ve etrafını dolaşırken bu duygularla doluydum. İstanbul'a geldikten sonra kaldığı ikinci mekan halen atıl fakat ayakta olan Şekerci Han'dı. Fatih Camii kuzey kapısından sola sapan; İslambol Sokağı'nda bulunan 17. yüzyıldan kalma bir şehir kervansarayı. Bu uzunca ve 3 katlı binaya sırtını yaslayan mekanda hergün Sözler okunuyor. Üstad bir anlamda hala; her suale cevap verilir ama sual sormam demeye devam ediyor. 20. yüzyılın ilk döneminde; Şekercihan civarının maddi manevi bir hayat odağı olduğu anlaşılıyor. Parçası olduğu Malta Çarşısı ekonominin; Fatih Camii külliyesi ise; İslam ve maneviyatın kalbi gibi atıyordu. Görebildiğim kadar bugün de öyle.
Üstad ilk defa 1953'te kutlanan İstanbul fetih kutlamalarına Fatih Cami avlusunda katılmış. Mehter marşlarına çok sevinmiş. Etkinlikleri İstanbul valisi F.Kerim Gökay'ın yanından takip etmiş. Bu bilgileri ilkin; Allah şifa versin N.Şahiner abinin eserlerinden okuyup; Muhterem M.Fırıncı abinin canlı anlatımlarından öğrendim. Allah onun da sağlık ve afiyetini artırsın.
Gökay, Üstadın Yeşilay kurucularından ve takdir eden bir arkadaşı. Işıl ışıl bir zihni var diye tanımlıyor üstadı. 1920'de kurulan Yeşilay'ın etkin olması için; basın yayının önemini vurgulayan; Anadolu'da zabıtanın önemine dikkat çeken belgelere giren Üstadın konuşmalarını katip olarak rahmetli Gökay yazıya dökmüş.
Yine İstanbul'un "büyük balıkları" olarak tanımlanan; alim arif ve evliya ile Fatih Camii avlusunda karşılaşmış. Üstündeki yerli milli kıyafete bakarak; köylü, Anadolu'lu diye küçümseyip yukardan bakmışlar. Ardından atışmalar münazaralar olmuş. Sonra ilimden halden anlayanlar, kumaşın farkını farketmişler. Bir kısmı ve takipçileri taa o günlerde damgalamış ve değişmemiş bir daha. Tüm dünyada okunan anlaşılan; ülkenin iftihar kaynağı marka bir eserine hala köy hocası kitabı gibi bakanlar(!) burdaki münzaralarda üstten konuşanlar ve tarzını sürdürenler.
Yine bir kısım insaf ve basiretliler burda görmüşler kumaşın farkını ve dokusunu. Medrese talebeleri ve sorularına tam ve tatminkar cevap alanlar burda sevmiş çağın yakışıklı ve bedi gencini. Yaşı 30 civarıydı. O yıllardan resmi yok. Ama10 yıl sonra Rus esaretinden dönünce yeğeni Abdurrahman ile çektirdiği ilk fotoğrafına bakanlar anlar ne demek istediğimizi. İlk "İstanbul hatırası."
Galiba son veda ziyaretinde olacak; Fatih Türbesi önünde dua eden fotoğrafı. Ziya, Üzeyr ve Fırıncı ile gezdiklerinde çekilmiş. Bir ufaklık önünde bacaklarını ayırmış üstada bakıyor. Fatih S.Mehmet ile aralarındaki bağlantıyı keşfetmeye çalışıyor olmalı saf ve samimi ruhuyla.
Türbe önünde okuyup gittikten sonra dış kapıdan geri döndüm. Üstadın okuduğu noktayı keşfetmek umuduyla. Fotoğrafta görülen zemin eğimli görünüyor. Bugün de türbenin batı kapısı tarafı türbeye doğru meyilli duruyor. Ama eski fotoğraf kopyalarında böyle yanıltıcı görüntü olduğunu biliyorum. Ayrıca sol yanındaki ağaç bu halde nasıl olabilir? Üstad doğu kapısı tarafından türbeye yaklaşıp okusa daha uyar fotoğrafa. Soldaki ağaç bugün de var. Rahmetli M.Emin Birinci abi; türbeye girilen kapının önünde fatiha okurken çekildiğini belirtiyor. Öyleyse Karadeniz medreseleri/ doğu yönündeki kapı girişinde okumuş.
Son İstanbul ziyaretinde Yavuz S.Selim Camii ve türbesini de ziyaret ediyor Üstad. Burda Fırıncı, Üzeyr ve Ziya abiler de fotoğraf çektirmiş. Gepgenç pırıl pırıl insanlar. Ahir zaman müceddidinin serdengeçtileri.
Yavuz Selim, Üstadın ittihadı İslam davasında örnek aldığı büyük muzaffer padişah. İlgili beytini kitabına almış Üstad. Bütün gayem İttihadı İslamdır. Bu olmazsa kabrimde bile üzüntülü ve yaralıyım diyen büyük mücahit.
Yavuz S.Selim Camii bahçesinden günbatımında Haliç.
Yavuz Selim Camii tek kubbeli sade vakur bir eser. 8 yıllık hükümdarlığında camii yapmayı bile düşünememiş. İslam dünyasını birleştirmek ona nasip olmuş. Muhyiddin Arabi'nin Fütuhul Gaybı'nda yazdığı gibi; Sin Şın'a girince mezarı bulundu türbe yapıldı. Selim Şam'a girince..1516.
Vefalı ve muhteşem oğlu Kanuni mimarlar üstadı Sinan'a inşa ettirmiş. Kıbledeki hazirede sade vakur türbeler var. Sultan Abdulmecit türbesi de burda. Kendini Yavuz'a çok yakın hissetmiş olmalı. Ama devir başka çark başka. Çok şey yapmış çok yetenekli ama 400 yıllık Topkapı Sarayı'nı Dolmabahçeye taşımış. Hem de Kırım Savaşı yıllarında. 1848-1856. Zengin bankerlerden borç alarak yapmış Dolmabahçe'yi. Belki bu gayrı meşru ve vefasızlıktan dolayı; süfyanın keyf çattığı ve meşhur ettiği bir mekan oldu.
Yavuz Sultan Selim Camii batısında Bizans'tan kalma açık hava su sarnıcı var. Üstadın ziyaretinden harap virane ve bir köşesinde bakılan tavus kuşları varmış. Üstad bu kuşlara hayret ve ibretle bakıyor. Çok sevdiği ve misal verdiği bir kuş. Yumurta kabuğunu Peygamberimizin beşeriyetine; göklerde süzülüşünü ise Resul oluşuna örnek vermesi ne harika ve gerçekçi bir temsildir. Yaklaşık 10 dönümlük bu çukur alan şimdi olağanüstü bir park.
Muntazam yeşil ağaçlıklı ailece rahat edilen açık spor alanları ve Arapça eğitim merkezi vb. olan bir yer. Camiiyle uyumlu ve bütünleşik. Türkiye'nin belki de hiç bir yerinde olmayan bir park. 7'den 77'e herkesin bulunduğu bir park. Sanki herkes herkesle tanışıyor gibi kaynaşık. Her yerde cıvıl cıvıl insanlar sohbet esiyor. Çocuk ve genç cıvıltıları çukur parktan bulutlara ve etrafa dalga dalga dağılıyor. Spor sahaları tamamen dolu ve gençler tesettürlü maç yapıyor. Ortasındaki camii bitişikteki Yavuz'un camiini selamlar gibi. Bebekler çocuklar gençler anneler ağırlıklı. Araplar göçmenler, Arapça eğitim alan gençler pencere önünde çalışıp sure ezberlerken görülüyor. İslami mahalle havası ne kadar canlı görünüyor. İnsan ferahlayıp inşirah duyuyor bu mahallerde.
Yavuz S.Camii kuzeyi Haliç'e bakıyor. İnsanı mest eden ıhlamur kokuları avlu duvarlarından taşıyor. Çok keskin ve çarpıcı bir koku. Hele akşama doğru. Karanfil kokusu gibi etkin ve keskin.
Güneş batmaya yakın Yavuz Selim bahçesinden Haliç yönünü seyretmek lazım. Güney itibaren bakıldığında; rahmetli Koca Sinan'ın kalfalık eseri Süleymaniye Camii'ni; Beyazıt Kulesi'ni, Ayasofya ve Topkapı Sarayı'nı güneş batıdan vurduğu parıltılar eşliğinde seyredebiliyoruz. "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul" diyen Yahya Kemal'i de hatırlayarak. Aşağıda Yeni Camii minareleri, Haliç'in Marmara'ya açıldığı Sarayburnu önlerini görebiliyoruz. Fotoğraflar ise, Ataşehir gökdelenlerini rahat çekebiliyor. Sola doğru Galata köprüsü ışıklı bir kordon gibi, Galata Kulesi ise, İstanbul'un ışıklı bekçi ve gözetleme kulesi gibi duruyor.
Doğu ve kuzeye doğru bakınca, ilerde Taksim Beyoğlu'nun yüksek otelleri, Haliç'in (altınboynuz) doğu kıyıları ise, hakikaten altın pırıltılı bir kolye gibi uzayıp gidiyor. Yine karşıda Çağlayan ve Okmeydanı camileri ışıklı parmaklarını göğe doğru kaldırmış gibi görünüyor. Sahilleri ise ışıklı ve yemyeşil uzayıp gidiyor. Sütlüce'nin üstündeki zirvede bulunan, Ahmet Efendi Camii ise 300 derecelik bir açıdan görülebilen nurdan bir ışıldak gibi duruyor. İstanbul'un Yeditepe'deki anıt camileriyle uzaktan görünürlükte yarışıyor..
Aşağıda Minyatürk, Sadabat'ın olduğu Kağıthane deresi, kuzeyde Kağıthane ve Alibeyköy tepelerindeki cami ve binalar dikkate çarpıyor.
Yavuz Selim'in bu taraf bahçe kenarı tam bir seyir ve sefa alanı. Akşam üzeri gece yarısına kadar seyir ve dinlenme alanı gibi. Getirdiği çaylarını içip sohbet eden yeyip içenler.. Dikatimi çeken ise, gezi gözlem mekanlarını gezip inceleyenler, çoğunluk yabancı misafir veya mülteciler. O kadar ki müze park cami bahçesi vb yerlerde ülkem insanları azınlıkta kalıyor.
***
Yaya ve uzun gezmeler sonucu gece yarısı metroyla eve dönüyordum. Tren ekranında dönen bir vidyo çok dikkatimi çekti. Mimar Sinan'ın Süleymaniye güneyinde imzası gibi duran türbesini tanıtıyordu. Arkasından Kanuni'nin kardeşi Mihrimah Sultan adına inşa ettiği iki eseri tanıtarak çarpıcı ve fantastik bir sonla bitiriyordu. Üsküdar Meydanı'ndaki eserin yerini Mihrimah Sultan belirlemiş. İkinci bir camiiyi isteyince; Sinan'ın ricasını kırmamış; Sinan belirlemiş. Tamamlanınca beraberindekilerle yüksek bir noktadan baktıklarında, Üsküdar Mihrimah Camii üstünden ay doğarken, Edirnekapı Mihrimah Camii üstünden güneş batışını görmüşler.
Daha öncede bildiğim bu anlatım üzerinde çok durmamıştım. Hatta fantastik bir kurgu olduğunu yazıyorlardı. Gece yarısı metroyla giderken birden gerçek beynimde tulu etti. Bu manzara çok gerçek ve olabilecek bir şeydi.
En iyi görülebilecek yerlerden birincisi ise Galata Kulesi'nin üst şerefesi olabilir. Bir yaz akşamı köyden şehre yayan gelirken aynı manzarayı yaşayıp, hayret ve sevince garkolmuştum. Doğu taraftaki Karababa tepesi üstünden dolunay bir beyaz tepsi gibi doğarken, batı tarafımda bulunan Sungurlu Ovası ufkunda kızıl/gül rengindeki güneş yusyuvarlak batıyordu. Önündeki alaca kan rengi bulutlar ise ilahi sinema perdelerinin kesintisiz değişimlerini sunuyordu. Bu doğuş/batış merasaimi on dakka kadar sürerken; bir o tarafa bir bu tarafa bakıp değişiklikleri an be an tefekküre çabalıyordum.
Yazın özellikle Haziran'ın 13-14-15. günlerinde akşam üzeri, doğuda zirve batıda ova ufku varsa bu doğuş/batış ziyafeti rahatlıkla tadılabilir. Nasipse Galata zirvesinden bu cümbüşü görüp tecrübe etmeyi istiyorum. Mihr ve mahın (güneş ve ay) eş zamanlı doğuş ve batışı şüphesiz Allah'ın insanlara sunduğu bir sanat şöleni ve bir ayetler ziyafeti. Unutmadan söyleyim bu şekilde dalmışken, hayal meyal durak anonsu duydum. Yanımdakine durağı sordum başını salladı. Kendimi kapıdan dışarı zor attım.