Başlık yine alışık olmadığımız bir üslupta oldu.
Kurulu düzen, aykırı düşünen herkesi kendi varlığı için tehlikeli görür ve onun etrafında derin şüpheler oluşturur. Bu devlet bünyesinde böyle olduğu gibi cemaat yapıları içinde de böyledir. Farklı düşünceyi zenginlik sayıp ileri sürülen fikirleri enine boyuna tartacak, yeni düşünceler geliştirmek, fikire fikir ile karşılık vermek yerine muhatabı küçümseme, ihanetle suçlama, devletin ya da cemaatin bütün imkanlarını kullanarak onu susturma, unutturma, yok sayma, kuşatma ve baskı altına alma gibi yöntemler kullanmak daha akıllıca gelir.
Bu tavırlarda taassuba esir olmanın, gücün şehvetine kapılmanın etkisini yok saymak mümkün değildir. Oysa bu iki haslet sosyal yapıları çürüten tehlikeli birer hastalıktır.
Ne var ki bölük pörçük ifade etmeye çalıştığım bu hastalık insanlık tarihi kadar eskidir ve kıyamete gidecektir.
Sadede dönecek olursak Molla Said’in ilk İstanbul hayatı biraz dalgalı geçer. Tabir caiz ise kellesini koltuğuna almış serden-geçti tavırlı bir molla, saltanatın kalbinde “kral çıplak” diye bağırmaktadır:
Osmanlı ittifakı parçalanmaktadır. Kürd aşiretler cahil kalmış, Ermeniler efendilerinin önüne geçmiş, her cihette üstünlük kazanmıştır. Devlet Kürdleri kaybederse kolları kırılmış bir hale gelecektir.
Bunun tek çaresi vardır. Bölgenin kalbi sayılan noktalarda ciddi eğitim merkezleri kurulmalı, uhuvvet-i İslamiye’yi inkişaf ettirecek tedbirler alınmalıdır.
Böyle durumlarda imparatorluk gibi büyük yapıların hemen hareke geçmesini beklemek gerçekçi değildir. Ancak bir teklifi dikkate aldığını göstermenin devlet için bir çok yolu vardır. Görevli birimlerle istişare etmesini sağlamak, bu fikirler üzerinden yeni bir politika belirlemek, nihayet 50 talebelik iki-üç medrese isteyen bir aksiyon adamını, herhangi bir vakfa yönlendirip isteğini yerine getirmek.
Ne varki yukarıda izah etmeye çalıştığım hastalığı refleks haline getiren derin yapı devletin yüksek menfeatleri adına “aykırı ses sahibini” birkaç koldan hemen saf dışı etmek için harekete geçer.
İmam Bediüzzaman için acımasız bir şekilde işleyen bu süreci biliyoruz. Tımarhane ve hapishanenin ardından geldiği yere gönderilecek ve bir daha geri dönmemesi için kendisine bir de yafta yapıştırılacak. Ve bunu yapan devletlü, devleti büyük bir tehlikeden kurtardığını padişaha arz edecek, caize koparmaya çalışacak!
Üstad, hapisten tahliye edilmiş, II. Meşrutiyetin ilanından sadece 5 gün önce memleketine dönmesi için trene ya da vapura bindirilmiştir. Ve Van valiliğine aşağıdaki telgraf çekilmiştir.
Van Vilayetine Şifre
Fuzaladan ve hüsn-i hal ashabından olduğu 21 Mayıs 1324/3 Haziran 1908 tarihli telgrafnamey-i valalarında işar buyrulan Bitlis’li Molla Said oraya avdet etmek üzere olup ancak ancak kendisinden buraca meşhud olan ba’zı etvar ve evza’ oraca beyn’el aşair teferrüd daiyesine kalkışmak veya bir mefsedet îka’ etmek şüphesini tevlid etmekte olduğundan öyle bir hal ve harekete tasaddi etmesi me’mul ve kabil olup olmadığının bi’l-etraf mülahazasıyla acilen işâr buyrulması babında...“
Belgenin özü itibarıyla, Mola Said’in aşiretleri etrafında toplayıp başkaldırma ihtimaline dikkat çekmektedir. Oysa Molla Said, İstanbul’a geldiği günden itibaren birlikten, ittifaktan, kardeşliğin ihyasından söz etmekte, cahil bırakılan aşiretler arasında ayrılıkçı fikirlerin eğitim yoluyla önlenebileceğini ileri sürerek ısrarla okul açılmasını istemektedir.
Böyle bir insanı maksadının tam aksiyle ittiham etmek, ihanetten öte bir cinayettir. Ancak istibdadın özünde her hakikatı aksine çeviren bir istidat vardır.
Aynı istibdat Milli mücadele sonrası Ankara’nın milli şeflerinde kat kat artacak, İmam Bediüzzaman hakkındaki derin şüpheyi, devlet felsefesi haline getirecektir.
Oysa Üstad bu ülkede kardeşliğin temel taşı olmuştur. Bu yönüyle Türk milletine en büyük iyiliği yapmış, ülkeyi bölünmekten kurtarmış, Türk milletinin ruhuna alem-i İslam’ın önderi olma aşkını nakşetmiştir.
Bu cümleleri yazarken zihinlerin yüreğimizi kanatmaya devam eden ve Kürt meselesi diye adı konulan soruna takılıp kaldığını görmezden gelmek mümkün değil elbette.
Gönlümüz birtek insanın burnunun kanamasından yana değil!
Keşke kardeşlerimiz bu fitnenin iç yüzüne bakabilseler. Keşke bize en uzak düşünceli insanlar da kendi menfaatlerini doğru takdir edebilseler!
İmam Bediüzzaman’ın tüm insanlık için ortaya koyduğu “müsbet hareket düsturu” tüm akımlar ve hareketler için başarıya ulaşmanın en sağlam yoludur.
Bu açıdan bakıldığında Kürd hareketleri için başarı sansı bu düsturun dışında değildir.
Türkiye’nin bu gün geldiği nokta itibarıyla Kürd meselesi devletin önünü tıkayacak bir tehlike olma özelliğini kaybetmiştir. Kanun hakimiyetinin sağlanması, demokratik adımların sıklaşması, ekonomik ufkun Türkiye sınırlarını çoktan aşması, milletin sağ duyusunun fevri hareketleri önleyecek güce ulaşması, sözü edilen tehlikeyi geride bıraktığımızın işaretleridir.
Ben inanıyorum ki 5 sene sonra bu mesele unutulacaktır.
Şimdi kan dökenler öncelikle kendi milletlerine ihanet etmektedir. Çözüme bu kadar yaklaşıldığı bir dönemde ısrarla kan dökmeye çalışmak zalimlerin zulmünü celp etmek için kadere fetva verdirir!
Cevap hakkı:
Aziz kardeşlerim bu köşede sizlerle kendi düşünce ve yorumlarımı paylaşıyorum. Bunları beğenmeye bilirsiniz! Tenkit de edebilirsiniz! Ancak ben hakaret etmediğim sürece sizin de hakaret etme hakkınız olmamalı! Beğenilmeyen bir fikir, ancak daha doğru bir fikir ile reddedilir. Bunu yapmak yerine, küçümseme, imalı tereddütler uyandırma, güya bağlılığı sorgulama vs. ifadeler acziyetin ifadesidir.
Bana Y. Nuri benzetmesi yapan (kardeşlik hukukunu korumak şartıyla) kardeşim!
Bu millete ehemmiyetli bir zarar “hissiyat-ı diniyede kavi, muhakeme-i akliyede zayıf” insanlardan gelmiştir!