Bismillahirrahmanirrahim
Sual: Derman, dermandır; neden zehir olsun?
Cevap: Bir derdin dermânı başka bir derde zehir olabilir. Bir derman hadden geçse, dert getirir.
Sual: Ne diyorsun?
(1) اِسْتَحْسَنْتَ ذَا وَرَمٍ
Hâl-i hâzırın eskisi gibi çok fenalığı var, bize zulmeder; hem de zaafta, kuvvetsizlikte eskisine benzer. Demek, târif ettiğin meşrutiyet daha bize selâm etmemiş; ta ki, biz de “Ehlen ve sehlen” desek?
(2)
لاٰ بَلِ اسْتَسْقَيْتُ اُسْكُوبًا وَاسْتَسْعَيْتُ يَعْبُوبًا وَاسْتَحْسَنْتُ حَوْرَاۤءَ وَمَدَحْتُ حُرِّيَّةً حُرَّةً حُورِيَّةً
Cevap: Fakat, sizin dîvâneliğinizden korkmuş, gelememiş. Zulüm, meşrutiyetin hatâsı değil, belki kafanızdaki cehâletin zulmetindendir. Siz dîvânelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz. Küdân ve Mâmehuran aşiretleri, daha asker gelmeden, alâküllihâl vermeye mecbur olan emvâl-i emiriyeyi hazır etse idiler, şu kadar zulüm olmayacaktı. Evet, bir millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.
Siz diyorsunuz: “Şimdiki hükûmet eskisi gibi zayıftır.”
Evet; kuvvetsizlikte, dokuz yaşındaki çocuk, doksan yaşındaki ihtiyara benzer. Fakat, o kabre müteveccihen iner, eğilir, girer; şu ise, doğrulur, şebâbe doğru yükselir.’
Sual: Neden böyle bulanıktır, sâfî olmuyor?
Cevap: Yüz seneden beri harâba yüz tutan birşey, birden yapılamaz. Size bir misâl söyleyeceğim. Bir belâğbaşı, çok zaman taaffün ve tesemmüm etmiş, içine çok pislik düşmüş, sonra da onu tasfiye için o pislikleri içinden çıkarılırsa ve bir havuz gibi yapılırsa, acaba pınarın suyu bir zaman bulanık olarak gelmeyecek mi? Fakat merak etmeyiniz; âkıbet berrak olacaktır.
Sual: Tarif ettiğin meşrutiyetin ne miktarı bize gelmiş ve ne için bütün gelmiyor?
Cevap: Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zira sizin şu vahşetengiz, cehâletperver husumetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husumet kurtlarından bîçare meşrutiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez. Eğer siz tembel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tembellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz. Zira sizinle İstanbul arasındaki mesâfe bir aylıktır; fakat sizinle ehl-i meşrutiyet arasındaki mesâfe bin aydan fazladır. Zira eski zamanın adamlarına benzersiniz. O nâzik meşrutiyet, İstanbul havâlisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesâfeden geçmekle, cehâlet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husumet gibi gâyet keyşer dağları katetmekle beraber, eşkiyaya rast geçecektir.
Ezcümle: Bazı cezâ-yı sezâsını hazmetmeyen, bir kısım da başkasının etini yemekten dişi çıkarılan ve bazı bir meşhur bektâşi gibi mânâ verenler, yol üzerine çıkıp, gasp ve garet ediyorlar. Daha onların öte tarafında da bir kısım gevezeler vardır; bazı bahane ile, parça parça etmek istiyorlar. Öyle ise, ona bir yol veyahut bir balon yapınız. (Münâzarat, Sualler ve cevaplar)
Bediüzzaman Said Nursi
1)Veremli (hastalıktan şişmiş) birini övüyorsun.
2)Hayır! Aksine, ben bir nehirden su almak istedim. Bir bulutun bolca yağmur indirmesini arzu ettim. Ahu gözlü bir güzel beğendim ve hûri gibi güzel, hür bir hürrıyeti methettim.
SÖZLÜK:
acz : âcizlik, güçsüzlük
âkıbet : netice, son
belâğbaşı : pınarbaşı
berrak : duru, temiz
bîçare : çaresiz, zavallı
cehâletperver : cahillik sever, bilgisizliği koruyan
cemâl : güzellik
cezâ-yı sezâ : uygun ceza
ehl-i meşrutiyet : meşrutiyet ehli, meşrutiyetçi
ezcümle : meselâ
fakr : fakirlik
garet etme : baskın yapma, talan etme, yağmalama
gasp : haksız yere zorla alma
hamiyet : din, aile, millet ve vatan gibi değerleri koruma duygusu ve gayreti
harab : yıkma, yok olma
havâli : civar, etraf
husûmet : düşmanlık
husumetefzâ : düşmanlık saçan
inkılâp etme : değişme, dönüşme
keyşer : sarp
mâni-i herkemâl : her türlü gelişmeye engel
me’yus : ümitsiz
metanet etme : sabretme, kararlılık gösterme
mümteniât-ı âdiye : normalde imkânsız olan şeyler
mütevahhiş : ıssız, sakin, korkulu
müteveccihen : yönelerek
sarp : dik, çıkması ve geçilmesi güç (yer)
şebâb : gençlik, tazelik
şiddet-i mevâni : mânilerin şiddeti, engellerin zorluğu
taaffün : kokuşma
tasfiye : arındırma
tesemmüm etme : zehirlenme
vahşetengiz : korkunç, ürkütücü
yeis : ümitsizlik
zira : çünkü