Cumhuriyet tarihimizin en dramatik sayfalarından birisi de, Dersim’de yaşanan hukuk ve insanlık trajedisidir. Bu konu ile ilgili olarak yaşanan facianın bütün yönlerinin ortaya çıkmasına izin verilmemiş ve hadise, tarihin sisli sayfaları arasında bırakılmıştır.
Allah’ın işine bakınız ki, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in, belki iradesi dışında söylemiş olduğu sözlerle mesele bir kez daha bütün dehşetiyle gündeme geldi. Eski Büyükelçi Onur Öymen’in, demokratik açılım için özel gündemle toplanan TBMM’de yaptığı bu konuşma ile CHP, suçüstü yakalandı. CHP zihniyetinin millete reva gördüğü zulüm ve insanlık dışı muameleler, bu vesile ile zihinlere iyice kazınmaya başlandı. Bazı yönleri ile çok fazla bilinmeyen ve resmi tarih tarafından unutturulmak istenen bu vahşet günlerinin yeniden hatıralarla konuşulmaya başlanması bir fa’l-i hayırdır.
CHP zihniyeti için ‘’anaların ağlaması’’ pek fazla bir anlam ifade etmiyor anlaşılan. Onlar için kendi zihniyetlerinin egemen olması için her şey mübahtır. Zaten CHP’nin bütün tarihi bu tür sabıkalarla ve insan hakları ihlalleriyle doludur. Cumhuriyet tarihine paralel olarak, bir de CHP’nin müstebit ve kanlı tarihini de yazmak lazım.
Allah bu despot zihniyetin bütün suçlarını, kendi itirafları ile tescil ettiriyor. ‘’Şecaat arzederken merd-i kıpti sirkatın söyler’’ kabilinden, hükümeti vurmak isterken Onur Öymen ve CHP, tam da can evinden vuruldu. Bütün ‘’Canlar’’ şimdi ayakta. Hem Türkiye’de, hem de yurt dışındaki bütün Alevi kardeşlerimiz ve dernekleri, protestolarını sürdürüyorlar. Yıllarca, maddi ve manevi olarak büyük destek verdikleri CHP’nin böyle büyük bir zulmü yetmiş sene önce irtikap etmesi yetmiyormuş gibi, bugün bile savunur durumda olmasını hazmedemiyorlar. Deniz Baykal, Onur Öymen ve CHP, bu kadar şiddetli protestolara ve tepkilere rağmen, hala açık bir şekilde özür dileme cihetine yanaşmadılar. Bu Dersim katliamını ne kadar benimsemişler ki, bu kadar tepki ve siyasi kayıplar bile, onlara geri adım attıramıyor.
CHP meseleyi unutturmak için büyük gayret gösteriyor, ama nafile. Demek ki Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluşundan 86 yıl geçmesine rağmen, siyasette henüz taşlar tam olarak yerine oturmuş değil. Taşlar tam olarak yerine oturduğu zaman, CHP’nin payına bugün düşenden çok daha az pay düşecek. Haza min fadli Rabbi. Şimdi Dersim’de yaşanan insanlık dışı zulüm ve hukuk ihlallerini bu vesile ile bir kez daha gözden geçirelim.
1928 yılında merkezleri Diyarbakır, Erzurum, Trakya ve Elazığ olmak üzere dört adet ‘’Umumi Müfettişlik’’ kuruldu. Bu müfettişliklerin esas amacı devletin otoritesini yerleştirmek ve bunun için de gerekli teşkilatlanmayı sağlamaktı. Dört müfettişlikten üçü Doğu illerinde kurulmuş ve bunlar da, halkın ‘’Türkleştirilmesini’’ esas gaye edinmişlerdi. Bu maksatla, bu müfettişlikler tarafından bu illerde yaşayan, ağa, bey, hoca, şeyh, müftü, seyit ve bütün ileri gelenler, bir yolu bulunup Batı illerine sürgüne gönderildi. Bu tehcir sırasında binlerce insan yollarda öldü ve büyük sıkıntılar yaşandı. Sağ salim yerleştirilecekleri bölgelere ulaşan insanlar ise buralarda çok büyük sıkıntılarla karşılaştılar. Bu icraatlar bölgeyi karıştırmaktan başka bir işe yaramadı.
1929 yılında Elaziz Valiliğine Fahri Paşa atandı. Deli Fahri Paşa olarak nam salan bu şahıs, bölgede büyük bir baskı ve terör uygulayarak halkı sindirmeye çalıştı. Dersim’in ileri gelen şahsiyetlerinden Seyit Rıza, bu baskı ve zulümler çeşitli yollarla Ankara’ya ulaştırmaya çalıştı. Fahri Paşa’nın üç yıllık valiliği, bütün baskı ve zulümlere rağmen başarısızlıkla sonuçlandı. 1932 yılında bölgeye Sivas Valisi Vehbi Bey atandı. Aynı zamanda dört yıl boyunca 1. Bölge Müfettişi olarak görev yapan Dr. İbrahim Tali Öngören de vazifeden alındı.
25 Aralık 1935 tarihinde çıkarılan ve 2 Aralık 1936 tarihinde yürürlüğe giren bir kanun ile Dersim Bölgesi’nde, ‘’Tunceli Vilayeti’’ kuruldu. Bu kanun ile bu ilin vali ve diğer yöneticilerine, diğer illerde bulunmayan olağanüstü yetkiler verildi. Buna göre, İlin Valisi ve Kumandanı uygun gördüğü kişileri, il içinde başka yerlere sürgün edebiliyor, hatta il sınırları dışına çıkarabiliyordu. Yine aynı kanuna göre verilen idam kararlarının gecikmeden infaz emri de, Vali ve Kumandanın yetkisine bırakılıyordu. Bu anti demokratik kanun ile büyük su-i istimaller ve zulümler yaşandı. Bu icraatlar ile halktaki tepki her geçen gün büyüdü. Dört yıllık süre için çıkarılan bu kanun, öngörülen maksat gerçekleşmeyince, iki yıllık süreler halinde üç sefer uzatıldı ve 31 Aralık 1946 tarihine kadar yürürlükte kaldı.
Daha sonra Dersim’e Vali ve Kumandan olarak Korgeneral Abdullah Alpdoğan tayin edildi. Genel bütçeden büyük miktarda ödenek ayrılarak bölgede; kışla, karakol, köprü, hükümet konağı, okul, lojman ve yol yapımına büyük bir hız verildi. Bu hareketlilik, büyük bir operasyonun habercisi idi. Halktaki tedirginlik gözle görülür derecede arttı. Vali Alpdoğan, halktan 200 bin tüfeğin kendilerine teslim edilmesini istedi. Bu gerginlik ve tahriklerin sonucu 1937 yılının baharında bazı aşiretlere silah ve vergi toplama bahanesiyle karşı başlatılan operasyonlarda bazı sürtüşmeler yaşandı. Esas kıvılcım, Yusufan aşireti üzerine gönderilen bir müfreze de bulunan bazı askerlerin, bir köylü kıza tecavüz etmesiyle parlamıştı.
Bunun üzerine bazı aşiret mensupları müfrezeye hücum etmişler ve böylece Mazgirt bölgesinde çatışmalar başlamıştı. Hozat bölgesinde ise Seyit Rıza’nın oğlu İbrahim, Vali Alpdoğan’ın yakın adamı Kurmay Binbaşı Şevket tarafından hazırlanan bir suikast sonucu öldürüldü. Aşiretler, operasyonlara gelen askeri birliklere karşı koymaya başladılar. Karakollara bazı baskınlar yapıldı. Bu şekilde bütün bölgeye yayılan olayların üzerine çok sert bir şekilde gidildi. Toplu katliamlar yapıldı. Basına çok şiddetli bir sansür uygulandı. Bölge ve olaylarla ilgili hiçbir haberin yayınlanmasına izin verilmedi. Olaylarla birlikte tenkil olayları büyük bir hız kazandı. Köylerinden alınan insanlar Ege ve Trakya bölgelerine gönderildiler. Tekrar dönmelerinin önünü kesmek için köyler tahrip edildi. Mallarına ve hayvan sürülerine el konuldu.
Dersim’deki aşiretlerin liderliğini Seyit Rıza, sevk ve idarelerini de yeğeni Alişer yapıyordu. Kurmay Binbaşı Şevket, amcasıyla anlaşamayan Seyit Rıza’nın yeğeni Rehber’i binlerce lira karşılığında elde etti. Amcasıyla arasının düzeldiği görüntüsünü vererek aralarına karıştı ve Alişer’i öldürdü. Rehber de, daha sonra Genelkurmayın emriyle kurşuna dizilmiştir.(1) Çok yoğun askeri birliklerin karadan ve havadan yaptığı saldırılar sonucu çok sayıda aşiret mensubu ile birlikte vatandaş öldürülmüş, bölge büyük çapta kontrol altına alınmıştı. Kış mevsiminin bastırması ile birlikte Seyit Rıza Munzur dağlarına çekilmişti. Kış aylarında bölgede operasyon yapmanın zorluğunu bilen Erzincan Valisi, Seyit Rıza’ya haber göndererek orduya ateşkes emri verildiğini, Dersim’lilerin isteklerinin kabul edileceğini bildirerek Erzincan’a gelmesini talep etti. Bu şekilde iki yardımcısı ile birlikte Erzincan’a gelen Seyit Rıza tutuklandı ve burada sorgulandıktan sonra Elazığ’a götürüldü. Burada yapılan muhakeme neticesinde aralarında Seyit Rıza ve oğlu Hüseyin ile birlikte çoğunluğu aşiret reisi olan 11 kişi 18 Kasım 1937 sabahında Elazığ’da idam edildi.
(Devam edecek)